Tabella. Kral Arthur’un yuvarlak masası gibi, başı ya da köşesi olmayan bu masa, masadaki mensupların her bir tanesini bir diğerinden ayırtmadan seslerini duyurabileceği, fikirlerini sunabileceği, eleştirilerini dillendirip aynı zamanda cevap verebilecekleri fakat en önemlisi ise düşüncelerin, paha biçilmez ve sonsuz düşüncelerin trafiğinden yararlanabilecekleri bir ortamdır. Bu düşüncelerdir ki geçmişi aydınlatırken geleceği tetkik edip cevaplar. Düşüncelerdir ki bilmekten çok öğrenmeyi öğütler, sormayı ve sorgulamayı benimsetir. Tabella ise bu ve diğer düşüncelerin divanı, meclisidir. Oluşturduğumuz bu platform kanımca eksikliğini iliklerime kadar hissettiğim, gereksinimini ise kısa ömrüm süresince özlediğim bir platformdur. Bu ülkenin ürettiği ve yitirdiği, yitirmemiş ise küstürdüğü, küstürmemiş ise umutsuzluğa sürüklediği o kadar değer var ki, bu değerlerin belki başka bir zaman kavuşması düşünülemezdi, fakat ne mutlu ki bugün dünyanın her yanından değerimiz olarak bildiğimiz herkesin uzakta olmadığı bir zamandayız. Bunu fırsat bilerek bu platformun ilerisini açıklamayı cüret ediyorum: Kıbrıs’ın düşüncelerinin buluşma noktası, dağılma noktası ve yükselme noktası olmasıdır niyet. Tabella’ya hoş geldiniz.
İddialı mı konuştum? İlk bakışta öyle görünebilir. Belki ikinci bakışta bırakın iddiayı düpedüz asılsız gözükecek. Tekrar tekrar bakarsınız, ama bir türlü göremezsiniz o temeli belki. Haksız değilsiniz. Belki iddialı konuşuyorum. Belki asılsız konuşuyorum. Belki üzerinden bir yıl sonra geçtiğinde dönüp “Ne kadar kendini bilmez yazmışım.” diyeceğim. Önemli değil. Önemsizliği ise kendimden kaynaklı. Benim yapacağım iddialar değil çünkü temelimiz; savurganlık içinde keyfi vaatler vermek sıfır risk taşır. Zira bu benim bireysel başaracağım bir zafer değil. Roma bir günde kurulmadı, İstanbul tek günde düşmedi. 18. yüzyılda, bugün modern iktisadın yönünü veren “Ulusların Zenginliği” kitabını Adam Smith bir günde yazmadı, tek başına ise hiç yazmadı. Bir sabah Glasgow’da uyandığında kafasının üstünde beliren bir ampul değil, yıllarca gözlemlediği çevresinden, üniversitesinin kütüphanelerinde günlerce okuduğu kitaplardan, katıldığı ve aktif bulunduğu sosyal oluşumlardan (bk. Poker Club) yaptığı pek çok gezilerden (özellikle Fransa’ya), mektuplaştığı döneminin meşhur düşünürlerinden (David Hume özel bir bahsi hak eder), ilk kapsamlı ekonomik düşünce diye tanımlayabileceğimiz fizyokrasi ve fizyokratlardan, konuda kafa yormuş meslektaşları ile yaptığı sohbetlerden edindiği izlenimler ve modellerin sonucunda kaleme aldığı, alabildiği, bir kitaptır bu kitap. Bu açıdan kitabın içeriğini gözlemleyebilirsek, anlayacağız ki Adam Smith bu kitabın yaratıcısından öte derleyicisi olarak görebiliriz. Pek çok düşüncenin, tartışmanın, alışverişin, gözlemin ve sabrın; aktif, etkili ve düzenli bir şekilde çatışma ortamında olması; artı ve eksileri durmak bilmeden tartması ve farklı düşüncelerin ve teorilerin sanki de bir hayat mücadelesi verir gibi birbirlerinin üstüne çıkmaya çalışmasıydı bu kitaba hayat veren ortam. Çatışma ve mücadele şiddeti anımsatan kelimeler gibi görünmeleri sizi yanıltmasın, asıl temsil ettikleri duygu açlıktır. Bilgiye, “doğruya”, bir şeyin aslına doğru bir yolculuktur.
Böyle ortamlar Adam Smith’in dönemine mahsus değildir. Beşinci yüzyılda Roma “barbarlar” tarafından kuşatılırken ve batı Avrupa’ya karanlık çağ çökerken, öte yandan üç yüzyıl sonra günümüzde dengesizliği ve kaosu temsil eden (bir nevi günümüzün karanlık çağ Avrupası gibi) Orta Doğu ve genel olarak İslam dünyası “Altın Çağ”a giriyordu. Yukarıda açıkladığım kuvvetli aytışma ve düşünce trafiği mevcut bir ortamda Müslüman düşünürler ve bilim adamları buluşup Aristo’nun çalışmalarını, doğal bilimlerin metodolojisini, matematikte cebir kavramının gelişimini ve bireyin özel mülk hakkı konusunda iktisadi politikalar konuşurlardı. Bunların hiçbiri yalnız bireysel bir efor ile başarılmış değil, kolektif ve müsait ortamdaki niyetli bir çabanın ürünleri olmuşlardır. Zamanı biraz ileri sararsak 14. yüzyıl İtalya’sında yeniden doğan bir bilim ve düşünce merakı söz konusuydu. Bu zamandır ki Niccolò Machiavelli, Lorenzo de’ Medici’yi bölünmüş İtalya’yı birleştirmesi için (ve muhtemelen kendisini yeniden istihdam etmesi için) hükümdar olanın kulak işitmesi gereken düşüncelerini kelimelere döktüğü Prens’i ve Livius’un Antik Roma’nın Tarihi üzerine siyaset biliminin bakış açısını değiştirdiği Titus Livius’un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler’i kaleme aldı.
Tarih boyunca bu dönemlere denk gelmek ve incelemek, nasıl birbirini kovaladıklarını ve bu kovalamacanın yanında ne kadar birbirlerine ikiz olduklarını gösterir. Bu bahsettiğim yapıtlar dönemlerinin aktif fikir ortamını yansıtır ve çeşitli şekilde bu dönemler birbirleri ile düşüncede serbest alışverişi, çalışkan ve iletişimde olan düşünür nüfusları gibi zamansız benzerlik gösterirler.
İddialı konuştum. Asılsız konuştum. Fakat önemli değil. Benim bu oluşum ile beklentilerim sadece beni sevindirip yine beni üzebilir. Çünkü günün sonunda Tabella ben değil, kendidir. Üreteceği, tüketeceği, yeşillendirip solduracağı şeyleri ben belirleyemem; ama beklerim. Anlatırım, tartışırım, savunurum, çürütürüm ve beklerim. Bu oluşum bireysel bağımsız fikirler değil, çoğul düşünürlüktür; bir derlemedir.
Lafı daha fazla uzatmadan ve Tabella’nın diğer yazarlarına, okurlarına; size ve kendime son bir davet vererek bitirmek istiyorum ilk yazımı. Buyurun: Okuyun, okutun, ölçüp biçin ve cevabınızı verin. Tek ihtiyacımız bu, gerisi Tabella.