Sihirli İki Kelime: Kalkış Serbest

Hafif serin bir Cuma sabahının erken saatlerinde, gökyüzü ne aydınlık ne de karanlıktı. Bilirsiniz, pembemsi turuncu, bulutların birbirleriyle flört ettiği taze bir gökyüzü. O zamanki ulaşım aracım -şimdiyse kendisi artık çalınmış olan- gri bisikletimle (bir daha görmedim) havaalanına doğru yola çıktım. Hayatımda sayısız defa bisiklete bindim fakat bu bir uçağı uçurmaya gitmek için yaptığım ilk bisiklet yolculuğu olacaktı. Önümdeki yaklaşık 10 dakikanın içimde durmak bilmeyen ve yaklaştıkça giderek artan bir heyecan ile bu heyecanı yüzüme yansıtan yamuk ve salakça bir gülümsemeden ibaret olmasına hiç şaşırmamıştım. Ha tabii bunların yanına gerginliği de koymazsam yalan olur.

 

Çocukken hep gökyüzünde uçak arayan, Ercan apronunda oturan KTHY uçaklarına hayran hayran bakan, yerde geçen uzun araların ardından cam kenarına oturduğumda, kanatların yapısını ve motoru inceleyen gözlerim bana daima “Acaba sen de bir gün uçabilecek misin?” sorusunu hatırlatıyordu.

 

Ercan’da uçuş saatini beklerken, dışardaki uçakları inceleyen tek çocuk ben değildim (muhtemelen şimdi çocuk gibi dik dik bakan tek “eşşeg gadar” adam ben olabilirim ama).

 

İnsanoğlu, kuşların göklerde süzülüşünü ilk gözlemleyişinin ardından hep uçmayı hayal etti. Emekli Kaptan Barry Schiff’in kitabında yazdığına göre “insanlar, kuşların kanatlarının olduğunu gözlemlerken onları imreniyordu fakat yüzyıllar geçtikçe, imrenme, meraka ve son olarak meydan okumaya dönüştü.” (Schiff 3). Sıra artık kuşları taklit etmeye gelmişti. Biz bu yola ornitopterlerle, yani sırta geçirilen ve birbirinden ilginç dev aparatlarla kanat çırparak uçacağımızı zannederek çıktık. Ne de olsa doğa ana bunu gerektirdi değil mi?

 

 

Ressamlığı ile bilinir olmasına rağmen, Leonardo Da Vinci de tıpkı diğer insanlar gibi kuşlara hayrandı. İlginçtir ki, uçuş makinelerine, havanın yapısına ve kuşların uçuşuna ilişkin yaklaşık 35.000 kelimelik bir çalışma ve 500 adet çizim taslaklamış (Jakab). Üstüne üstlük, 1485 yılında insan gücüyle çalışan tam detaylı bir ornitopter planı yapmış ama hiçbir zaman imal etmeye yeltenmemiş. Leonardo hayalini gerçeğe hiç dönüştürmemiş olsa da, benzer ornitoplerlerle uçuş deneyen arkadaşlar büyük hayal kırıklığına uğradılar. Leonardo’nun muhtemelen başına neler geleceğini anladığını ve rezil olmak istemediğini düşünüyorum.[1] Demek ki, doğa ana ille de bunu gerektirmiyor, fizik kuralları biraz daha farklı işliyormuş.

 

Ne yapmalı… Ne yapmalı… Bitmek bilmeyen denemelerin ardından en nihayet, kaldırma kuvveti yaratmak için bir kanadın üstünden ve altından hava akımı geçmesi gerektiğinin farkına vardık. Böylelikle, takma kanatlarımızla uçabilecektik değil mi?

 

Eminim çoğunuz Hezârfen Ahmed Çelebi’yi duymuşsunuzdur; 17. yüzyılda yaşayan Türk bilim insanı. Hezârfen hava akımının, kaldırma kuvveti için kilit nokta olduğunu biliyordu ve bunun üzerine sabit kanat tasarlayarak hava akımına karşı süzülmeyi hedefledi. Kardeşi Evliya Çelebi’ye göre Hezârfen, 1632 yılında, hiç kimsenin, özellikle de zamanın padişahı 4. Murad’ın aklının bile alamayacağı bir şekilde, Galata Kulesi’nin yerden yüksekliği 51, deniz seviyesinden yüksekliği 98 metre olan gözlem balkonundan, açıklığı 9 metre olan kanatlarıyla atlamış. Atlamakla da kalmamış, lodosun yardımıyla Üsküdar Doğancılar Meydanı’na (3558 metre) kadar süzülmüş.

 

Atlayış ve iniş noktasının arasında 86 metre olduğunu düşünürsek, süzülme oranı yaklaşık olarak 1/41 olarak gözüküyor. Yani her 1 metre irtifa kaybında 41 metre yatayda yol katetme (Bayram). Olayın gerçekliğini tartışmak için başka bir günü bekleyebiliriz. Fakat; bana göre olay Hezârfen’in gerçekten uçup uçmadığı değil, insanoğlunun giderek kabaran uçuş merakı olmasıdır.

 

 

300 sene ileriye saralım mı? Saralım. İnsanoğlu artık kaldırma kuvveti prensiplerinden pek emin, sürdürebilir uçuş için bir motor gerektiğini biliyor. Belli başlı motorlar tasarlanıp uygulanmaya çalışılmış, maalesef çoğu; yüksek maliyet, düşük performans ve fazla ağırlıktan dolayı başarısız olmuş. Gelelim 17 Aralık 1903, ABD’nin North Carolina eyaletine. Wright Kardeşler, başarıyla çalışan 4 silindirli, su ile soğutulan motorunu Wright Flyer I’e takıp ilk kez motorlu, havadan ağır uçuşu gerçekleştirmiş, dünya havacılık tarihine adlarını altın harflerle yazdırıp geleceği sonsuza kadar değiştirmiştir.

 

Tüm bu düşüncelerle pedalları çevirip bisikletimi demir park yerine kilitledikten sonra Fixed Based Operator ya da kısaca FBO3 dediğimiz binaya girip eğitmenimle buluştum.

 

Yüzümdeki heyecanı hiç anlamamışçasına “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu. Hayatımda kendimi bir şey için hiç bu kadar hazır hissetmemiştim. Uçuş öncesi haricî kontrollerini eğitmenimle beraber gerçekleştirip motoru ateşledim ve rutin hava raporunu da aldıktan sonra uçağı taksi için hazır hâle getirdim. Henüz havacılık terimlerini bilmediğimden dolayı hava trafik kontrolörleriyle olan tüm konuşmaları eğitmenim yapıyordu. Taksi iznimizi aldık ve 23 numaralı piste doğru yönelmeye başladık. Eğitmenim bana uçağa yerdeyken manevraların nasıl lövyeyle değil de dümen pedallarıyla yapıldığını anlatırken, artık dikkatim tamamen uçuş üstüneydi.

 

23 numaralı pistin bekleme noktasına geldiğimizde, sol tarafımda henüz yeni doğan güneşin ilk ışıklarının yüzüme parlaması içimdeki gerginliği alıyor; yerine, gözümün önünden hayatım boyunca çıkaramayacağım bu büyüleyici kareyi âdeta aklıma kazıyordu. “Hazır mısın?” sorusuna “Her zaman!” cevabını alan eğitmenim, kalkış izni için kuleyi aradı ve hemen arkasına o sihirli iki kelime geldi: Kalkış serbest. Güç kolunu sonuna kadar itip motor parametrelerinin yeşilde olduğunu kontrol edince, hava hızı göstergesindeki ibrenin kaldırma hızını belirtmesini bekledim. Kalkışta uçağın kontrolü tamamen eğitmenimde olmasına rağmen, kaldırma manevrası hakkında fikir sahibi olmam için ellerimin hafifçe lövyede olmasını istedi. Saniyeler içinde 60 deniz miline ulaşıp tekerleri yerden kestik ve kuşlar gibi uçmaya başladık! 4.000 fite doğru tırmanırken eğitmenim “senin uçağın” deyip ben de “benim uçağım” diye tekrarladıktan sonra bir anlığına aklıma Ercan’da park edilmiş KTHY uçakları ve yine çocukken cam kenarından merakla kanat yapısını ve motoru inceleyişim geldi.

 

 

İşte o an anladım; havacılık, hayallerimin ötesinde olan bir şeydi. Gökyüzü, olmak ve daha çok vakit geçirmek istediğim bir yerdi. Bundan tam 2 sene önceki ilk uçuşuma baktığımda, o zaman havacılık hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimi fark ediyorum. Bu da beni, 2 sene sonra, bugüne göre çok daha şey bilmemi sağlamak için daima çalışmaya motive ediyor.

 

Sizlerden, Leonardo Da Vinci’nin şu sözüyle ayrılmak istiyorum: “Uçuşu tattıktan sonra, yeryüzünde gözleriniz hep göklere dönük yürüyeceksiniz.”

 


 

1: İlk uçuş girişimlerini gösteren bir video: https://www.youtube.com/watch?v=gN-ZktmjIfE

2: Muhteşem Yüzyıl Kösem – Hezârfen uçuş sahneleri: https://www.youtube.com/watch?v=OgDvudim5gI 0:15-1:15

https://www.youtube.com/watch?v=4GAXkNEI7l4 4:20-9:20

3: FBO’lar havaalanlarının izniyle yakıt, hangar, uçak kiralama veya bakımı gibi değişik servisler sunan bir kuruluştur.

 

Kaynakça:

  1. Schiff, Barry J. The Proficient Pilot. 1. cilt, Aviation Supplies & Academics, 1997. 3. sayfa.
  2. Bayram, Taner. “Hezârfen Ahmed Çelebi Gerçekten Galata Kulesi’nden Karşı Yakaya Kadar Uçtu Mu?” Onedio, 23 Ekim, 2017, onedio.com/haber/eger-dogruysa- dunyada-kitalar-arasi-ilk-kez-ucan-bir-turk-tu-hezarfen-ahmed-celebi-gercekten-uctu- mu–646330.
  3. Jakab, Peter. “Leonardo Da Vinci and Flight.” National Air and Space Museum, 22 Ağustos, 2013, si.edu/stories/editorial/leonardo-da-vinci-and-flight.

 

Fotoğraflar:

  1. Mark Avino
  2. Taner Bayram
  3. Onat Ataman

 

Bir yorum

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir