Gözlerinizi kapatın. Ailenizle olduğunuzu düşünün. Neredesiniz?
Evinizde. Ben de öyle.
Gözlerinizi tekrar kapatın. Bu sefer arkadaşlarınızla olduğunuzu düşünün.
Ben Cadı’dayım.
Bu yazıyı yazmak benim için gerçekten çok zor. Mehmet ile çok uzaklardaki bir sokakta yürürken Cadı’ya gitmekten bahsedeli daha 15 dakika olmadan aldık o malum haberi. Colchester’da görüştüğüm Alper’le “Cadı’dan başka bir yerde karşılaşmamız” hakkında şakalaştıktan da tam bir gün sonra. Çok üzgünüm.
Biliyorum, Naime Aba’m muhtemelen bize kızıyordur. Ne yapalım ki? Yüzlerce insana bıraktığı güzel anılardan sonra üzülmemek mümkün mü? Merak etmesin, biz yine onun istediği gibi eğlenmeye devam edeceğiz. Hele bir tatil gelsin, evimize dönelim; ikinci evimize de gideceğiz. Sabaha kadar sohbetler edeceğiz.
Her gece mekânı dolup taşsa da, bizim gibi onlarca “müdavimi” olsa da, birkaç gün gidemesek “Nerdesiniz be çocuklar ama?” demeyecek belki ama biz onu orada hep hissedeceğiz. Cadı’nın Evi, bizim ve bizden önceki birçok jenerasyonun ikinci evi. Âdeta Dereboyu’nun ve tabii Lefkoşa’nın merkezi. Naime Aba’mız da Cadı’nın Evi’nin her şeyi. Bedenen orada olmasa bile ruhen yanımızda olmaya devam edecek.
O evin bizim için önemi çok farklı. Bir bardan ziyade bizim için bir merkez. Bugün okuduğunuz Tabella’nın bile oluşumunda önemli kararların alındığı bir merkez. Bazen sadece gülüp eğlendiğimiz, bazen “kapattık” kelimesini duyana kadar onlarca fikri tartıştığımız, bazen maç izleyip, çok kez Trivial Pursuit oynadığımız ikinci evimize bu gidişimizde gözümüz seni arayacak ama biliyorum ki evlatların gibi sevdiğin çalışanların senin samimiyetini aratmayacak.
Güle güle Cadı. Bize evini açtığın için teşekkürler. Seni hiç unutmayacağız.
“Gidiyorum, ama hiç gidesim yok. Dünyanın en zengin ve en mutlu insanı olarak gidiyorum. Çünkü sizler gibi insanlar tanıdım.”
-Naime Timur