Klişe gazete manşetleri, ilgi çeken haber başlıkları, tıklanma rekoru kıran haber siteleri…
Hepsi şu cümle ile başlıyor: Yine bir “kadın cinayeti”…
Kadının “yaratılışı” gereği narin, şefkatli, sevgi dolu, itaatkâr; erkeğin ise sert, öfkeli, güçlü ve kontrolcü olması beklenir. Örneklerle detaylandıracak olursak kadın ev, çocuk, eş ve -kendisinin, hatta bazen eşinin- ailesinin bakımıyla ilgilenmekle mükellefken; erkek sadece iş, para ve daha çok bilek gücü gerektiren işler ile özdeşleşen figür oluyor. Ülkemizde geleneksel aile yapısı, küçük bir toplum olmamız, kendimizi oldukça modern ve gelişmiş görsek de yeniliklere çok açık olmayışımızdan dolayı ebeveynlerimizden aktarılan toplumsal cinsiyet normları, kuşaklar arası aktarımlar nedeniyle yıllarca varoluşunu sürdürebiliyor. Peki, ailemizden bize aktarılanlar ve “kadın cinayeti” bağlantısı nedir ki diyorsanız, buyurun şöyle devam edelim…
Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine bağlı kalarak erkek daima kadına karşı güçlü konumda olmuştur. Pek tabii kadın da ona itaat eden rolde, daima ezilen olmuştur. Hizmet beklenen, direktif alan, dinleyen, uygulayan, azar işiten, boynu bükük hayatına devam etmek zorunda olduğu için bunların döngüsünde yer alan figürdür.
Gün gelip “yerini bilmediği” için sınırı aşar, itaat etmeyi bırakır ve kural ihlali yapar kadın. Geldiğimiz günde kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanması da büyük bir rol oynar, kadının eskiye oranla bir erkeğe ihtiyaç duymayacağı gerçeği bir tehdit olarak algılanır, tehlike çanları çalmaya başlar. Çok geçmez ve erkeği tarafından şiddet aracılığıyla hizaya getirilir.
Peki, sokakta gördüğümüz her adam karısını, sevgilisini, flört ettiği kızı dövüyor mudur yoksa?
Şiddet, sadece fiziksel olarak uygulanan bir şey gibi duyulsa da ciddi sonuçlar doğurabilecek çeşitli türleri mevcuttur. “Bu da şiddet mi ki?” dedirtecek kadar küçük detaylarla başlayan psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet sonunda kadının cinayetine kadar gidebiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü şiddeti “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması” olarak tanımlıyor. Bir erkeğin kadına şiddeti, erkeğin kadının hayatı üzerinde söz sahibi olduğunu düşünmesinden kaynaklanır. Kadının bireysel özgürlüğünün kısıtlandığı, “korumak”, “çok sevmek”, “kıskanmak”, “paylaşamamak” adı altında, uygulanan şiddeti meşrulaştırmak için hazırlanan kılıflardan sadece birkaçı…
Günlük hayatta rastlanan, çoğu zaman bir şiddet yöntemi olduğu bile fark edilmeyen günlük konuşmalar hâline gelmiş en yaygın şiddet biçimi psikolojik/duygusal şiddettir. Yapıldığına dair somut bir bulgu olmaması psikolojik şiddeti anlaşılması en zor şiddet tipi yapar. Fark edilmeyeceğini bildiğinden kadına iktidar olan erkek, rahatça duygusal baskılarını uygulayabilir. Bu gerek bilinçli bir şekilde, gerek geleneksel olarak alışılagelmiş toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi altında hareketle ortaya çıkan, kıskanmak, sövmek, aşağılamak, küçümsemek, bireysel haklarını yok saymak, eleştirmek gibi baskı yöntemlerini içerir.
Kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmasına engel olmak, eğitimine engel olmak ya da çalışıyorsa kazancına el koymak, çalışmasına izin vermemek gibi tüm eylemleri içeren ekonomik şiddet de bir başka şiddet türüdür.
Kadını istemediği cinsel ilişkiye zorlamak, tecavüz etmek, taciz etmek, kadının vücudunu ya da cinselliğini küçük düşürmek gibi eylemleri içeren cinsel şiddet, kadınların genellikle mahremiyetini konuşmak istememesi ve utanması nedeniyle ortaya çıkması en zor şiddet türlerinden biridir.
Şiddetin uygulandığını en somut şekilde belli eden, gerek direkt olarak kadına gerekse çevrede olan eşyalara çeşitli fiziksel güç uygulamakla gerçekleştirilen fiziksel şiddet oldukça yaygındır. Ne yazık ki uygulanan baskının gerçek anlamda şiddet olduğunu ancak fiziki boyuta geldiğinde anlayabiliyoruz.
Somut etkiler bırakan fiziksel şiddet, dıştan bakıldığında bir belirtisi olmayan psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddetin kesinlikle önüne geçmez, ne de psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet onların gerisinde kalır. Şiddetin her türü yanlıştır ve kabul edilemez. Belirgin bir etkisi olmaması ve kadına zarar verdiği “görülmemesi” o şiddet türünü diğerlerinden daha katlanılır, kabul edilir hâle getirmez ve kesinlikle meşrulaştırmaz.
Yıllarca gerek sivil halkın gerekse aktif feminist mücadelenin içinde olan insanların da önerdiği gibi yapılması gerekenler; ülkemizde kurulması düşünülen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesinin (TOCED) en kısa sürede faaliyete geçmesi, yetersiz kalan sığınma evinin geliştirilmesi ya da yeni bir sığınma evinin oluşturulması, en üzücü noktalardan biri de polisin bu konulara daha duyarlı ve atik davranması gerektiğidir. Ülkemizde gerçekleşen birçok kadın cinayetinin ardından “Kadın Polise Şikâyette Bulunmuştu” manşetini okumamız için çok da zaman geçmiyor. Kadınların uyarılarını, şikâyetlerini dikkate alabilecek, utandığı için anlatamadığı mahremiyetini rahatça anlatabileceği bir mekanizma olmalıdır.
Daha da geniş bakacak olursak, çözüm vizyonumuzu değişmekten geçiyor aslında. Her şeyin başı normlar. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin bununla ne alakası var demeyin. İşte böyle oluyor adım adım “kadın cinayeti”…
Kaynakça:
World Report on Violence and Health (2002). New South Wales Public Health Bulletin, 13(8), pp.190.
Mor Çatı (2018) Kadına Yönelik Şiddet Nedir? Erkeklerin Şiddetine Karşı Dur! Yaşamı Değiştir! https://www.morcati.org.tr/tr/yayinlarimiz/brosurler/187-erkeklerin-siddetine-karsi-dur-yasami-degistir
Fotoğraf için tıklayınız