Neden Psikoloji?
Her pazartesi olduğu gibi, bu sabah da derse yetişmek için üstüme bir ceket atıp aceleyle kampüse doğru yürümeye koyuldum. Sokağa atılır atılmaz Toronto‘nun sabah kargaşasıyla karşılaşmaya alıştım artık, ama rüzgârın ani soğukluğuyla yüz yüze gelmek yine de sarstı beni. Buradaki kışa asla alışabileceğimi sanmıyorum.
Muhtemelen uykulu hâlim yüzünden yaklaşık 15 dakikalık olan bu yürüyüş, sabahları hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Özellikle bugün, her öğrencinin ara sıra aklından geçen, “Ben napmaya sabah sabah ders için kalktım yani?” düşüncesine kapılmıştım. Kendi soruma cevap ararmış gibi, başımı kaldırıp sokağın diğer tarafındaki binanın tabelasına uzun uzun baktım. Centre for Addiction and Mental Health (CAMH – Bağımlılık ve Ruh Sağlığı Merkezi). CAMH hem bir araştırma merkezi, hem de akıl sağlığı yerinde olmayan bireylerin tedavi ve terapi için gittikleri hastane. Kanada’nın en iyi tanınan psikiyatristleri, psikologları ve araştırmacılarının her gün çalışmaya geldikleri yer. Her defasında yanından geçtiğimde çocuksu bir heyecan kapsar beni. Bir gün orada bir uzman olarak çalışmak için neler vermezdim…
Her ne kadar da hedeflerimi aklımda canlandırmak beni hırslandırsa da, bana “Neden psikoloji okumayı seçtin?” sorusu sorulduğunda, aklıma gelecekteki hedeflerim değil, geçmişimden, Kıbrıs‘tan bir anı gelir. Yaklaşık üç sene önce, hafta sonu birkaç arkadaşımla Dereboyu’nda, kahve içmek için buluşmaya karar verdik. Elimde o yaz rastgele satın aldığım bir kitap vardı ve bu, şimdiye kadar en sevdiğim kitaplardan biri olan The Centre Cannot Hold, yani Elyn Saks‘ın otobiyografisiydi. Saks, bugün hukuk ve psikiyatri dallarında çok başarılı ve saygıdeğer bir profesör, ama beni etkileyen, akademik başarılarından ziyade şizofreni hastalığıyla olan tecrübelerini müthiş bir detayla anlatması, hastalığı nedeniyle yüzleştiği zorlukları aşabilmesiydi.
Hepimiz vardığımızda, konuşmak için konu açayım diye elimdeki kitabı yanımda oturan arkadaşıma gösterdim ve kitabın ne ile ilgili olduğunu onun için özetledim. Normalde edebiyat düşkünü olan arkadaşım pek umursamadan bana gülerek, “Yani kadın üniversite okuyacak diye kafayı yedi. Ben da stresten ölüyorum zaten bakan yakında cinler görürüm.” yanıtını verdi. Hiç beklenmedik bir şekilde, bu sözler bende büyük bir hayal kırıklığı ve dargınlık yaratmıştı. Nasıl olur da, benim saygılı ve sempatik arkadaşım hiç tanımadığı bir insanın çektiği güçlükleri bu kadar küçümseyebilirdi? Şimdi biliyorum ki, o büyürken, etrafındaki yetişkinler ona kanser ve fiziksel engelle yaşayan kişilere karşı duyarlı olmayı öğretirken, akıl hastalığıyla ilgili hiç bilgi vermemiş, hassasiyet uyandırmamış.
Bizde Deli Yoktur
O günden bu yana, Kıbrıs‘taki akıl sağlığına karşı duyarsızlık bende artan bir huzursuzluk oluşturmuştur. Her ülkede olduğu gibi, bizim nüfusumuzun bir kısmı da akıl sağlığı sorunlarıyla yaşıyor. Akıl rahatsızlığı herhangi birimizi veya ailemizi etkileyebilir, ve birçoğumuzu da etkiliyor aslında. Bu maalesef aileler arasında sır tutuluyor, ayıp gibi gizleniyor. “Kimse bilmesin, duymasın, bizde deli yoktur…”
“Deli” kelimesini hepimiz (ben dâhil) yüzlerce defa kullanmışızdır. Kullanımı da kötü niyetli değil zaten, sık sık duyduğumuz bir söz. Ali deli gibi çalıştı, Ahmet deliler gibi âşık oldu, Ayşe deli gibi açmış. Aklımızın ucundan bile geçmeyen, aslında bu kelimenin bazıları için ne kadar utanç verici ve aşağılayıcı olduğudur. Bizim hiç önemsemeden, öylesine kullandığımız kelimenin yükü bazıları için ne kadar ağırdır bilemeyiz.
Her deli dediğinizde hakaret ediyorsunuz demiyorum, amacım daha çok toplumsal ilgisizliğimizi ön plana çıkarmak. İlgisizlik cehalete, cehalet de dışlayıcı ve dar görüşlü bir topluma neden olur. Bu sosyal psikolojide kullanılan “çoğulcu cehalet” teriminin köküdür. “Kim ne diyecek” korkusundan kendi veya akrabasının akıl hastalığını sır tutma gereğini duyan bir birey, ihtiyaçlarını ve sıkıntılarını ifade etmekte zorluk çeker. Ruh ve sinir hastalıkları hastanesine gidip de gördüğü ilgiden memnun kalmayanlar da bu yüzden birçok zaman memnuniyetsizliklerini dile getiremezler. Bir diğer yandan da, akıl hastalıklarından etkilenmeyenlerin, ruh ve akıl hastalıkları için nasıl hizmetlerin mevcut olduğuna dair haberleri veya ilgileri yoktur.
Toplumsal farkındalık olmayınca, bir kurumun çöküşü an meselesidir. Kimsenin değer vermediği bir kurumda çalışan birinin, yaptığı işin önemini görememesi beklendik bir tepkidir, ve bu özellikle o kurumun devlet tarafından yönetilmesine rağmen yeterince destek görmediği hâllerde sıkla görülen bir sonuçtur. Ampirik araştırma yapmadan bugün sizlere ülkemizdeki devlet hastaneleri ve akıl ve ruh hastalıkları merkezinin problemli yönlerini detaylandırmayı doğru bulmadım, ama bir defalığına bu hastanelere ziyarete gitmek, yüzeysel olarak bazı sıkıntıların farkına varmak için yeterlidir.
Henüz lisedeyken, akıl hastalığına karşı Kıbrıs‘ta defalarca tanık olduğum hassasiyetsizliği, ilk olarak kabalık ve hoşgörüsüzlük olarak algılamıştım. İnsanlar ne kadar da acımasız, anlayışsız ve aşağılayıcı diye defalarca yakınmıştım kendi kendime. Ancak bir süre sonra bunun, insanların karakter itibarıyla kötü kalpli olmalarından değil, bilgi eksikliğinden kaynaklandığını fark ettim. Bunu fark edince de, yeniden bir umut sardı beni. Belki de bu durumu düzeltmekte ben yardımcı olabilirim diye…
Akıl Hastalığı Nedir?
Akıl hastalığı, davranış ve zihinsel fonksiyon bozukluğudur. Bu bozukluk, kısıtlı bir süre zarfında veya ömür boyu sürebilir. Diagnostic and Statistical Manual (5th edition)‘a göre, şimdiye kadar tanımlanmış 265 farklı akıl hastalığı vardır ve bunların hepsinin ortak yönleri, hastaların yaşam kalitelerini düşürmeleri, fiziksel sağlık ve etraflarındaki kişilerle olan ilişkilerini etkileyebilmeleridir. Akıl hastalığına yol açan etkenlerden bazıları: genetik, travma, madde bağımlılığı, stres, kazadan dolayı sinir sisteminin hasar görmesi, mevsim, anne karnında yaşanan komplikasyonlar… Çoğu zaman, akıl hastalığına yol açan sadece bir etken değil, birçok etkenin karışımıdır. Örneğin, daha önce bahsettiğim hastalık şizofreni, gerçeklik algısının bozukluğudur ve semptomlar işitsel veya görsel halüsinasyonlar, kuruntular, gerçekten sapmış inançlar olarak yansır. Nüfusun %1-2‘sinde görülen bu rahatsızlık, belli bir direkt neden olmadan, çocukluğunda hiç bir normal dışı davranış göstermeyen genç yetişkinlerde (yirmili yaşlarda) ortaya çıkar. Araştırmalara göre, şizofreniye sebep olan somut bir neden belirlenmiş olmasa da, genetik ve stres faktörlerinin katkılarının olmaları büyük bir olasılıktır. Hastalığın şiddeti kişiden kişiye değişebilir ve semptomları giderebilmek için antipsikotik ilaçlar kullanılır. Psikiyatrist tarafından dozu yakından takip edilen ilaçlarla, kişisel terapi ve huzurlu, dengeli bir ortamla, şizofreniyle yaşayan bireylerin yaşam kalitesi arttırılabilir.
Şizofreni hastalığı şimdiye kadar en çok yanlış anlaşılan ve mustarip olanlarının bilinçsiz kişiler tarafından haksız bir şekilde eleştirildiği hastalıklardan biridir. Maalesef, bilinçsiz bir ortamda yaşayan bir şizofreni hastası, çoğu zaman kendi hastalığı için suçlanır, izole edilir ve âdeta insanlıktan çıkarılır. Oysa ki şizofreni, hastanın hiç bitmeyen kâbusudur ve hastalık fenalaşınca kötüleşen semptomlar her ne kadar “anormal” olarak algılansa da, onları bu ruh hâline sürükleyen düşünceleri, korkuyu, acıyı anlamaktan bizler âciziz.
Yazımı sonlandırırken, bir toplum olarak bu durumu düzeltmeye başlamak için yapabileceğimiz en küçük iyilikten bahsetmek istiyorum. Konuşun, paylaşın… Bu kadar basit. Hepimizin, ya kendi yaşantımızdan, ya da sevdiğimiz birisinin yaşadıklarından edindiğimiz tecrübelerimiz vardır. Akıl hastalıkları bir şekilde hepimizi etkilemiştir; ama konuşulmadığı için, birçoğumuz, bu gibi zorlukları sadece kendimizin yaşadığına inanırız. İzole olmamız, kendimizi suçlamamıza ve kabullenemememize yol açar ve suskunluk, çoğulcu cehaleti besler. Kendimizden paylaşarak, birbirimize ihtiyaç duyduğumuz desteği verip, toplumumuzda duyarlılığı artırmak için bir büyük bir katkıda bulunabiliriz. Umarım ben de sizlere kendi desteğimi iletmekte başarılı olmuşumdur…
Eline sağlık Jessica..duygu ve düşüncelerimizi dile getirdiğin için çok ama çok teşekkür ederim anneciğim…
Sevgili Jessica annene katılıyorum, çok güzel bir yazı, ayrıca çok içten ve samimi buldum yazını. Yazında bahsettiğin kitabı da araştıracağım, bulup okumak için??
Sevgili Jessica, yazın çok güzel, ellerine sağlık ne mutlu sana bu genç yaşında bu kadar büyük düşünebiliyorsun. Seni ve aileni tebrik eder, sevgiyle öpüyorum.
O kadar güzel ifade ettiniz ki hayran kaldım.Sizinle gurur duydum.Ülkemize sizin anlayışınızda olup güzel idealleri olan ve gerçekleştiren gençlerimiz az değil biliyorum tebrik ediyorum başarılar diliyorum.Sevgi dolu yolunuz olsun