Dil ve Lehçe: Bir İdeoloji Meselesi

Neden Ahıska Türkçesi¹, Türkçenin bir lehçesi olarak görürken, Azerbaycanca (ya da Azerbaycan Türkçesi) ayrı bir dil olarak sınıflandırılır?

 

Bu noktada sebebin politik sınırlar olduğu düşünülebilir, sonuçta Azerbaycan Türkiye’den bağımsız bir ülkeyken, Ahıska Türkçesi Türkiye sınırları içinde bulunan Doğu Anadolu’da nüfusun sadece belirli bir kesimi tarafından konuşulan bir ağızdır. Ama kriterler bu kadar basit değil.

 

Meyerhoff², lehçeyi bir dilin sistematik alt çeşitleri olarak tanımlar. Lehçeler standart dilden kelime, söz dizimi ve ses yapısı bakımından farklı olmalıdır. Bir dilin iki farklı lehçesini konuşan iki insanın birbirlerini anlamaları beklenir. Teori bu kadar açıkken, pratikte durumun farklı olduğunu görebiliriz. Bir dilin “dil” olarak sınıflandırılmasındaki en önemli etken tarih boyunca standart dilden ne kadar farklı olduğu değil, politika olmuştur.

 

Sivil savaş sonrası ultra-milliyetçi Hırvatistan başkanı Franjo Tudjman’ın dil politikaları bunun en iyi örneklerinden biridir. Eğer Tudjman yeterince yaşasaydı, 20 yıl içinde Sırp-Hırvatça denen ortak bir dili konuşan Hırvatları ve Sırpları dili “Hırvatlaştırarak” birbirlerini anlayamayacak hâle getirecek, bu şekilde var olan etnik çatışma körüklenecekti.³

 

Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde konuşulan 7 ana lehçenin konuşanları, birbirlerini anlayamamalarına rağmen, Kanton, Mandarin (Kuzey Lehçesi), Xiang ve diğerleri devlet kararı ile Çincenin sadece lehçeleri olarak adlandırılmaktadır ve bu şekilde, devletin komünist ideolojisine hizmet eder.

 

Tam tersi bir örnek de Güney Afrika’dan verilebilir. Bir zamanlar sadece bir Flemenkce lehçesi olan “Afrikaans”, Güney Afrika milliyetçilik hareketinin bir sembolü hâline geldi. Bir millî kimlik arayışı içinde olan Güney Afrikalılar, yasa yaptırımları (terfi için iki dillilik şartı gibi) ve edebiyatı kullanarak lehçelerini güçlendirip onu bir dil hâline getirmeyi başardılar. Afrikaans günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin resmî dilidir.

 

Dolayısıyla, politika ve ideoloji aslında her zaman dilin kontrolünü elinde tutar. Devletler (veya yeterli güç sahibi kişiler) dilin hayatta kalabilirliğini gerek eğitim reformu gerek medya kontrolü ile maniple ederken, aslında dile çıkarları doğrultusunda yön vermektedir. Bu yöntemle dil, belirli bir ideolojiye hizmet eden bir araca donüşür.

 

Ünlü dilbilimci Weinreich’ın deyişi durumu çok güzel özetler:

“Dil, ordusu ve donanması olan bir lehçedir”

 

Peki bizim “lehçemize” dönecek olursak; son zamanlarda özellikle medyanın etkisi ile bir standartlaşma söz konusu olmasına rağmen, dil bilimi bakımından standart Türkçeden ayrı bir dil sayılmak için gerekli bütün özellikleri mevcuttur. Teoride mümkün olmasına rağmen neden hiçbir zaman Kıbrıs Türkçesinin/lehçesinin/ağzının “dil” olması gündeme gelmedi?

 

Politik gücümüzün yetersizliğinden mi?

 

Önceliğimiz olmadığı için mi?

 

1974 öncesi milliyetçiliğinin ve taksim politikasının etkisi mi?

 

“Anavatan” kavramından uzaklaşmamak için mi?

 


 

Referanslar

¹: Aydıngün, Ayşegül; Harding, Çiğdem Balım; Hoover, Matthew; Kuznetsov, Igor; Swerdlow, Steve (2006), Meskhetian Turks: An Introduction to their History, Culture, and Resettlement Experiences (PDF), Cultural Orientation Resource (COR) Center

²: Meyerhoff, M. (2006). Introducing sociolinguistics. 2nd ed. London: Routledge.

³: Rajagopalan, K., 2001. The politics of language and the concept of linguistic identity. CAUCE, Revista de Filología y su Didáctica, 24, pp.17-28.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir