Neyi Kutluyoruz ki Biz?

Bir 15 Kasım, bir de 20 Temmuz kutlamaları her yıl kafamda türlü karışıklıklara neden olan cevaplanması oldukça güç sorular sordurur bana. Ülkenin dönüm noktası, oldukça tartışılan ve yıllar geçse dahi popülerliğini yitirmeyen, toplum içerisinde kutuplaşmayı, zıtlaşmayı ve zaman zaman karşı görüşler arası seviyesiz tartışmalara yol açan iki önemli tarih olarak yer alır hayatımızda… Sadece zıt görüşler arası iletişimde değil, gelecek neslin yetişkinleri olacak çocukların da hayatında etkili oluyor bu tip kutlamalar.

 

İnsanın büyüdükçe farkındalığı artıyor ve sorguladığı şeyler de çoğalıyor doğal olarak. Cevabını bulamadığınız şeyler çözümlenmediği için sizi daha fazla rahatsız etmeye başlıyor. Sorular çoğaldıkça çoğalıyor kafamda, yine soruyorum; bu iki tarih tam olarak neyi simgeliyor, neyi kutluyoruz ki? Gerçekten ferah bir gelecek vaat ettiğini düşünerek mi kutluyoruz acaba?

 

35’inci yılı kutlandı KKTC’nin. 45’inci de yılı olacak “kurtarılmamızın” önümüzdeki Temmuz. 35 yaşındaki bu gencin seveni de vardır, sevmeyeni de. Varlığına katlanan da vardır, varlığından yararlanan da. Bir yanda beyaz zemin üzerine iki kırmızı şerit çekilmiş ay yıldızlı bayrağı gururla sallayan, diğer tarafta iki toplum ve tek bayrak hayali kuran bir kesim vardır. Biri diğerine “Rumcu” derken kendinin adanın Güney’ine geçip alışveriş yaptığını, Avrupa ülkelerine gidebilmek için pasaport başvurusu yaptığını unutan da vardır, eşitliği savunurken torpilinden eksik kalmayan “solcu” da vardır.

 

15 Kasım günü, 35’inci yaş günü kutlama yerine çok yakın bir bölgede, Lefkoşa Sanayi Bölgesi’nden izledim geçen savaş uçaklarını. İki tane jet geldi bu sene törene. Biri sağdan geçti, diğeri soldan. Yan yana seyrettikleri de oldu arada. Bir geçişinde torpil, diğer geçişinde ganimeti anımsattı jet. Diğeri geldi hemen arkasına, önce görüntüsüyle, ardına sesiyle. Tıpkı bugün gelen nüfusla olduğu gibi. Önce göründü iyice, sonra yavaşça sesleri yükselmeye başladı. O da asimilasyonu temsil etti. Dönüş turunda da yozlaştırmış oldu iyice. Öyle bir bağladı ki binaların arasından geçip kaybolunca gözüm jeti aramaya başladı. Düşününce çok tanıdık geldi bu hikâye, sanki de benim yaşadığım, Kıbrıslı Türklerin yıllar boyu yaşadığı şeyi özetler nitelikteydi. Kıbrıslı Türkler değil de Kıbrıs Türkü mü demeliydim yoksa?

 

Yine sorgular başladı işte; Neyi kutluyoruz ki? Bağımsızlık sandığımız özgür, hür olduğumuzu düşündüğümüz tutsaklığımızı mı? Torpil kültürümüzü mü, ganimetçiliğimizi mi? Tembelliğimizi mi? Sistemsizliğimizi mi?

 

Bir tezat var: Neyi kutluyoruz ki biz? Kutlama ise neden savaş uçakları geçiyor kulakları sağır eder derecede? Ekonomik külfeti, çevreye, doğaya ve insana verdiği zarar da cabası… Neden savaş çığırtkanlığı yapan şiirler okunuyor? Neden “akan al kan feda olsun”? Neden “uğrunda ölünmeyen vatan, vatan olmuyor”, şehidin “al kanından” bahsediliyor? Üzgün olmak gerekmiyor mu aslında?

 

Vazgeçmeli bu kadar savaş merakından, unutulmamalı: “Uçak geçtiği zaman, sevinmeyen çocuklar var.”[1]

 


 

Kaynakça & Fotoğraf:

[1] Şefik, Y (2014) Hiç Kurusu. Esen Kitap. s. 89.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir