Orhan Pamuk’un Kitaplarında Doğu-Batı Sorunsalı

Kendime bir okuma listesi yaptığımda, Orhan Pamuk’u da listeme eklemem gerektiğini biliyordum. Kendisi okumaya çekindiğim bir yazardı. Çeşitli kaynaklarda cümlelerinin uzunluğunu, Türkçeyi kullanışı yüzünden aldığı eleştirileri, Nobel’i hak etmediğini okumuştum. Ben pek öyle düşünmedim. Okuduğum üç Orhan Pamuk kitabından da çok etkilendim.

 

Listemi yaparken eklediğim kitapları hangi sırayla okuyacağımı hiç düşünmemiştim. Bunun önemli bir unsur olduğunu şimdi fark ediyorum. Orhan Pamuk okumadan hemen önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını okumam büyük bir şansmış. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Doğu-Batı sorunsalını birey üzerinden anlatan, Türk edebiyatının en önemli romanlarından biri olarak kabul edilir. Türk toplumunun yaşadığı geçiş dönemi, kültür karmaşası ve arada kalmışlık hissi en güzel bu kitapta işlenir. Beni de Doğu-Batı sorunsalının edebiyattaki yüzüyle tanıştıran kitap bu kitap olmuştu. Aynı temanın Orhan Pamuk kitaplarında da farklı şekillerde incelendiğini fark ettim.

 

Bahsedeceğim kitaplarda, Doğu-Batı sorunsalı ana konu değil ama ana konunun değişmez bir parçası. Efsanelerin hayatla bağlantısını anlatan kitapta da, kayıp karısını arayan avukatın hikâyesinde de, yetmişli yılların İstanbul’unda geçen aşk hikâyesinde de bir noktada bu sorunsalın karşımıza çıktığını fark ettim. Bu romanlardaki Doğu-Batı sorunsalının işlenişinden alıntılar yardımıyla bahsedeceğim.

 

Orhan Pamuk’un İran’a karşı özel bir ilgisinin olduğunu biliyoruz. Özellikle Kırmızı Saçlı Kadın kitabında yazar, onların Batı kültürü karşısında kimliklerini korumalarının önemli bir şey olduğunu söylüyor. Yine bu kitapta İran’da geçen bölümler var. Kitabın kahramanı İran’a gittiğinde, bu ülke hakkında çekinceleri olduğunu belirtiyor fakat arkadaşı, onu kadınların başlarının açık olduğu, herkesin alkol tükettiği bir “yer altı” partisine götürünce çok şaşırıyor.

 

“Tahran’da laiklik belli ki nicedir Türkiye’de olduğunun aksine, ordunun desteğiyle de olsa var olan ve telaşla korunması gereken değil, hiç var olmayan bir şeydi ve bu onu daha da temel bir ihtiyaç yapıyordu.” – Kırmızı Saçlı Kadın, s. 105.

 

Gelelim en sevdiğim kitaplardan biri olan Masumiyet Müzesi’ne. Sevdiği kadının tüm eşyalarını biriktirerek onlardan bir müze kurmuş bir adamın hikâyesi anlatılıyor. Bunun müzesi mi olurmuş, diyebilirsiniz. Müze deyince bizim aklımıza genellikle resim ve heykel geliyor fakat her şeyin müzesi olabilir. Örneğin Barselona’da cenaze arabaları müzesi, Hollanda’da işkence müzesi var. Bu kitap hakkındaki en güzel şey ise aynı zamanda bir müze kataloğu olması! Kitapta bahsedilen müze 2012 yılında İstanbul Çukurcuma’da Pamuk tarafından kuruldu.

 

“Batılılar gururlanırken, dünyanın büyük çoğunluğu utanç içerisinde yaşıyor. Oysa hayatımızdaki utanç verici şeyler bir müzede sergilenirse, hemen gururlanılacak şeylere dönüşürler.” Masumiyet Müzesi, s. 483.

 

Türk edebiyatı da Türk toplumu gibi batılılaşma evresinden geçti. Birçok Kıbrıslı genç gibi ben de Batılı bir eğitim aldım. Derslerimi İngilizce gördüm, Batı’ya seyahat ettim, Batı’yı merak ettim ve ne Doğu’ya ne de eski kültüre ilgi duydum. Batılılaşmanın bizim için büyük bir şans olduğunu düşünsem de, diğer yanda Doğu’da büyük bir tarih yattığının farkındayım. En son okuduğum Orhan Pamuk kitabı olan Kara Kitap ise Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk eserinden esinlenilmiş bir roman. Kitabı okumadan önce Şeyh Galip’in ismini hiç duymamıştım, hüsn kelimesinin ise “güzellik” demek olduğunu bilmiyordum. Hâlbuki küçüklüğümden beri masalları, fıkraları ve efsaneleri sevmişimdir. Bu hikâyeyi de araştırınca çok sevdim ve yazarın romanı için bu eserden ilham alması fikrini çok yaratıcı buldum.

 

“Köşe yazarı ne Ezop’tur ne de Mevlâna. Hisse hep kıssadan çıkar, kıssa hisseden değil.” – Kara Kitap, s. 87.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir