Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 23-24 Kasım 2018 tarihleri arasında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Kadın ve Demokrasi Derneğinin (KADEM) ortaklaşa düzenledikleri III. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’ne katıldı. Konuşması esnasında her ne kadar “Kültür köklerimizde cinsiyet ayrımcılığı yoktur. Dikkatinizi çektiyse hanımefendiler, beyefendiler diye konuşmaya başladım.” dese de bunun zıttını ima eden bir söylemi kadın ve adalet için organize eden bir zirvede söylemekten de çekinmedi. Erdoğan’ın “Büyük ile küçüğü aynı terazide tartamazsınız, güçlü ile zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. Erkekle bayan 100 metreyi beraber koşsunlar. Bu adalet olur mu? Kadın kadınla, erkek erkekle koşar. Olması gereken budur. Yaradılışa, fıtrata uygun olan budur.”[1] Konuşmasının bir bölümünde kadınlara “hanımefendi”, bir başka bölümünde ise “bayan” olarak hitap etmesi bir yana, kadın ile erkeğin olası eşitsizliğini anlatmak için “büyük ve küçük” analojisini kullanmak ancak Türkiye’de bir kadın olmanın zorluğunu idrak edememekten ve kadınların toplum içinde gördüğü baskı ve olanaksızlıkları göz ardı etmekten geçiyor olabilir. Günün sonunda kadının toplum içinde kendilerine yer edinme, iş bulma ve kariyer yapma uğraşının karşı cins ile karşılaştırılmasının bir 100 metre yarışına indirgenmesi nüfusun yarısını kadınların oluşturduğu bir ülkenin yarısının günlük hayatın her anında yüzleştiği zorlukların (gerektiği kadar) önemsenmediğinin bir göstergesidir.
Peki hükûmetten ilk kez mi böyle bir açıklama geliyor?
Değişen Zamanlar, Değişmeyen Fikirler
Erdoğan 2 sene önce Kadın ve Demokrasi Derneğinin (KADEM) ilk kez düzenlediği Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde “Kadınların hak mücadelesinin eşitlik kavramına takıldığını, adalet duygusunu ıskaladığını” fıtratları farklı olduğundan eşit tutulamayacağını söylemişti.[2] Buna ek olarak Mehmet Şimşek’in Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı iken yaptığı bir basın açıklamasında yükselen işsizliğe kadınların iş arayıp bulmasını sebep göstermesi[3] ve dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’a “Hanımefendi sus, bir kadın olarak sus!”[4] söylemi gibi maalesef birçok örnek verilebilir. Siyasi mecrada yer bulan bu tip söylemler toplumun aynası olmakla birlikte topluma örnek teşkil etmesi gereken insanlar tarafından söylendikçe daha da meşrulaşıp toplumsal bir dogma olmaya başlamıştır. Türkiye gibi çoğunluğunu muhafazakârların oluşturduğu ülkelerde dogmaların sarsılması ve yıkılması liberal toplumlara göre çok daha zordur. Binaenaleyh, kadının haklarını kısıtlayan bir dogma üzerine inşa edilen bir toplumsal görüşün kadınlara olduğu kadar ülkenin geneline de büyük bir zararı var. Kadınlara biçilen “evinin kadını çocuklarının annesi” rolü 20. yüzyıl boyunca süren ve hâlâ daha devam eden global kadın hakları mücadelesi sayesinde muasır medeniyet seviyesindeki ülkelerde artık ortadan kalkmıştır.
Kadınların yaşadıkları zorluklar Tabella’da daha önceden de incelenmişti. Bu bağlamda Sine Özkaraşahin’in kaleminden kadına şiddet, Çağın Nevruz Özsoy tarafından kadın cinayetleri, Halide Kerem tarafından bu tip olayların görsel medyaya yansıması ve kadının toplumsal imajının incelemesini Şenay Gökçebel’in kaleminden okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Ne Yapabiliriz?
Uzun lafın kısası, kadının kadınla erkeğin erkekle koşması sadece spor müsabakalarına mahsus bir şey olduğunu kavrayıp, adaletsizliğin önlenmesi için bu mantığın tersi bir fikre sahip çıkılması gerekmektedir. Spor müsabakaları dışında hayatın herhangi bir yerinde “yaradılış”larını öne sunarak kadın ve erkeklere ayrı kulvarlarda yarışmaları doğrultusunda verilecek herhangi bir direktif veya bunu diretecek herhangi bir yasa Türkiye’de hâlihazırda çok kötü bir durumda olan kadın erkek eşitliğine daha da büyük bir darbe vuracaktır.
Bu haksızlığa sadece kadınlar mı karşı koymalı? Böyle bir davaya erkeklerin de sahip çıkması gerekmektedir. Kadınların kendilerini eşit seviyeye çıkarma mücadelelerinde hepimizin bu davaya ortak olması, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” veya “ben erkeğim beni alakadar etmez” gibi sebeplerin arkasına sığınmayıp hep birlikte mücadele etmemiz gerekmektedir. Günün sonunda kadın-erkek eşitsizliği bütün dünyada var olan ve sırf bunun için bile uğruna savaşmaya değen bir adaletsizliktir çünkü Cicero’nun da söylediği gibi:
“Adaletsizliğin iki türü vardır: Biri zarar verenlerin, diğeri ise başkalarına haksızlık yapılmasına mâni olabilecekken, bunu yapmayanların adaletsizliğidir. Nitekim, başkasına haksız bir şekilde saldıran insan, öfkeyle ya da başka bir zihnî sorunla tahrik edilmiş olsun, neticede bağlaşığına tokat vurmuş görünür. Yine yapabileceği halde birisini savunmayan ya da haksızlığa mâni olmayan insan ailesini, dostlarını ya da ülkesini terk etmiş sayılır.” (Cicero Yükümlülükler Üzerine Book II p.23-4)
Arkadaşına, akranına veya karşı cinse sırtını dönen bir insan adalete de sırtını dönmüştür. Adaletsizliğin her formuna karşı durmak hepimizin kırmızı çizgisi olmalıdır.
Referanslar:
[2] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/11/141124_kadininfitrati_erdogan
[3] http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/simsek-e-bakilirsa-issizlik-kadinlar-yuzunden-artiyor-11240874
[4] http://www.iha.com.tr/haber-arinc-hanimefendi-sus-bir-kadin-olarak-sus-483368/
Fotoğraf için tıklayınız.