Sözün Bittiği Yer

Çoğu zaman haber bültenlerinde banttan yayınlanan cenaze merasimlerinde şu başlığı görürüz, “sözün bittiği yer”. Geçtiğimiz hafta yoğun yağışlar yüzünden meydana gelen sel faciası hepimizin boğazının düğümlenmesine, söyleyecek söz bulamamamıza yol açtı. Çöken yollar, yaprak gibi suyun kudretine kendini kaptırıp sağa sola savrulan arabalar ve hazırlıksız olmanın yaktığı canlar. Yıllardır süre gelen sallapati konut ve yol güvenliği politikaları dört fidanı kopardı hayattan. İşte söz burada bitiyor, vefat eden gençlerin ailelerinin yaşadıkları tasviri mümkün olmayan o acıyla. Bize ölenlerin ailelerine başsağlığı dilemekten başka ne düşer ki?

 

Söyleyecek söz bitmedi, çünkü sözün bittiği yerde medeniyet de biter, karanlık başlar. Söyleyecek söz kalmaması yeni Ahmetlerin, Günayların, Tolgaların ve Gayelerin yüreklerimizi dağlayacak haberlerini işitmek demektir.

 

Gerçekten tesadüfi yaşıyoruz. Her an dere yatağı olmasına rağmen imar izni verilmiş bir evde sular altında kalabilir, Girne ile Lefkoşa arasında geceleri ışıkları (en azından çoğu zaman) yanmayan yollarda refüje çarpabilir, yol veya yaşam güvenliği standartlarına uygun olarak inşa edilmeyen yol veya konutlarda yaralanabilir veya ölebiliriz. 

 

Bu felaketi gerek direkt, gerek dolaylı olarak biz çağırdık. Siyasetçiler sadece bu olayın kapak yüzü. Perde arkasında gölgede bekleyen, işleri çekip çeviren kişiler kim peki? O kişiler bizleriz, Kıbrıs Türk halkı, ve bu kez kan hepimizin elinde. Bu zihniyet değişmediği sürece daha nice krizler ve problemler beklemektedir ülkemizi. Zihniyetimizi değiştirmediğimiz sürece bu gibi olaylarda her zaman en büyük tepkiyi çeken siyasetçiler de değişmeyecektir. Neden değişsinler ki? Halk hesap sormadığı ve kendisini temsil eden siyasetçileri değişime zorlamadığı sürece akşamdan sabaha siyasetçilerin değişmesini beklemek mantıksız olur.

 

Yıllarca bu düzene herkes çanak tuttu. “Tanıdıktır oy vereyim de çocuğumu işe alsın”, “X kişi kazanırsa işimiz olunca erken çözülmesi için ona gideriz”, “Bu kazansın da bizim X bölgedeki araziyi kapsayan yerdeki kat yasağını kaldıracakmış, köşeyi döneriz” gibi faktörlerin oy verme sürecinde oynadığı büyük rol bugün herkesin mutsuz olduğu ve günün sonunda kötü etkilendiği bu kısır döngünün, bu yozlaşmış düzenin temellerini atmıştır. Bir milletvekili adayına vasfı yerine yatırım yapar gibi, kendisine getirebileceği bireysel faydayı hesap ederek verilen her oy hem ahlaki hem de demokratik açıdan affedilebilecek bir durum değildir. Sadece anlık kişisel menfaatleri göz önünde bulundurup hiçbir etik ve demokrasi değerine uymayan bu düşünce değişmediği sürece bu yaşadığımız son travma olmayacak.

 

Gidin ve aynaya bakın. Gerçekten ülkeyi bu hâle getiren insanlar yüksek tepelerdeki malikânelerinde yaşayan zenginler mi, yoksa kendi çıkarlarını düşünen çoğunluk mu? Demokratik düşünme anlayışını kazanmayan ve hakkını aradığı kadar başkalarına yapılan haksızlıklara göğüs geremeyen bir toplum demokrasiyle yönetilse bile muhtaç, mağdur ve bağımlı olmaya mecburdur.

 

Demokrasinin doğru işleyişini koşulsuz bir hakmışçasına oturduğumuz yerden sadece kendi menfaatlerimizin peşinde koşarak sağlayamayız. Kısa vadede size çıkar sağlayacağı için körüklediğiniz alev, siz çocuk sahibi oluncaya kadar parlayıp kontrolden çıkacak ve ateş bacayı saracaktır. Aynı yıllarca sağa sola dağıtılan imar izinleri gibi. Bu olay siyaset üstü bir olay olarak nitelendirilebilir çünkü siyasi parti fark etmeksizin her dönem gerçekleşen ve gerçekleşmeye de devam edecek olan bu illetten kurtulmanın tek yolu sizsiniz. Bakış açınızı değiştirin, geçmişte yaptığınız yanlışları alın karşınıza yüzleşin ve deyin ki “olmuşla ölmüşe çare yok, benim artık yapmam gereken şey demokratik düşünmek”. Gür bir sesle yanlışa yanlış deyin, görevdeki siyasi parti(ler) kim olursa olsun.

 

Son yirmi sene içerisinde toplumun her bireyinin bu “ganimetçi”, kayırıcı ve anti-demokratik sisteme karşı olan sitemi hepimizin mâlumu. Herkes şikâyetçi, herkes mutsuz ama çoğu kişi iş bazı şeyleri değiştirmek için harekete geçmeye gelince ortadan kayboluyor. Bunun sebebi çok açık. X partisine olan bağlılığı ve bağlantılarıyla tanınan bir kişi, iktidara Y partisi geldiğinde sistemden açık açık şikâyet edip başkalarını işaret edip eleştiriyor. Peki sistemi değiştirmek için neden en ufak bir efor sarf etmiyor? Tek başına böyle bir değişime katkı veremeyeceğini düşündüğü için mi? Kesinlikle hayır. X partisinin sempatizanı biliyor ki eninde sonunda Y partisi iktidardan düşecek ve yerine tek başına veya koalisyonla kendisinin savunduğu X partisi gelecek ve yukarıda bahsettiğim kişisel menfaatlerinin hayata geçebilmesi için uygun zemin hazırlanacak. Bu bütün siyasi partiler için geçerlidir. Bu denli büyük bir adaletsizliğin toplumca aktif bir şekilde meşrulaştırılmasında rol oynayan herkes en az siyasetçiler kadar sorumludur ve buna göre hesap vermelidir.

 

Özellikle gençler, kardeşlerim, sizlere seslenmek istiyorum. Bu düzenden hepimiz mutsuzuz, hepimiz öfkeliyiz. Bunu sırf siz bu yazıyı okurken gözlerinizden çıkan alevden bile anlıyorum. Ciklos’ta hayatını kaybeden hayatının baharındaki dört fidandan biri biz de olabilirdik. Yalnız değilsiniz, hepimiz aynı durumdayız. Bu yozlaşmış düzenden, ülkenin seneden seneye kötüleşen sosyal ve ekonomik yapısından ve âdeta parmaklarımızın arasından kayıp giden gelecekten dert yanarak geçirdiğiniz hayatınızı düşünün. Gelecek kuşakların da mı böyle dert ve düşünceler içerisinde büyümesini istiyoruz? Eğer cevabınız “hayır” ise yapılacak tek bir şey var. Toplumsal düşünce yapımızı değiştirmek zorundayız. Ortak paydalar yerine kendi çıkarını düşünen, zıt düşüncelere de kulak vereceğine çevresini sadece kendi fikirlerini paylaşan insanlardan oluşturan ve en önemlisi yaşadığı toplumda gerçekleşen adaletsizlik ve yanlışlara karşı üç maymunu oynayan bireylerin oluşturduğu bir toplum olmaya devam edersek geçmiş kuşakların yarattığı toplumsal dogmanın içinde geleceğimiz ile birlikte boğuluruz.

 

Peki biz gelecek kuşaklara ne bırakacağız?

 

Genç nüfus geçmiş kuşakların bariz hatalarını tarihin tozlu sayfalarına gömme fırsatı olan tek zümredir. Gustave Le Bon’un da söylediği gibi: “Gelenekler olmaksızın medeniyet ve o gelenekler yok edilmedikçe gelişim imkânsızdır.” [1]. Demokratik bir ortamda yaşamak isteyen bireyler olarak anti-demokratik düşüncelerden oluşan bu katı dogmayı yıkıp, herkesin refah seviyesini arttıracak demokratik düşünceleri sahiplenmemiz parlak bir gelecek için bir zorunluluktur. Aksi takdirde bu kısır döngü son bulmamakla birlikte zaman geçtikçe daha da dallanıp budaklanacaktır.

 

Dallanıp budaklandıkça ışığımızı kesecek bu zihniyeti birlikte def etmek dileğiyle…

 

Referanslar

 

 [1]: “Civilisation is impossible without traditions, and progress impossible without the destruction of those traditions.” Le Bon, G. (1896). The Crowd: A Study ofthe Popular Mind (Batoche Books)

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir