Bu sayıda size lise yıllarımdaki günlük Mağusa-Lefkoşa arası yolculuklarımı keyiflendiren ve hatta bir sonraki parçayı da dinlemek için bitmesini istemediğim cazdan bahsetmek istiyorum. Caz, ruhumuzdaki ateşi ve enerjiyi haykırmamızı sağlayan çığlıklardır. Bu sanatı özel kılan şey ise temelinde doğaçlamaya bağlı olmasıdır. Özgürlük haykırışlarını ve çığlıklarını cazın merkezinde görebiliriz.
Caz, 19. yüzyılın sonunda, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyinde, birçok eyalete kıyasla daha eşitlik yanlısı olan New Orleans’ta doğdu. Set davul enstrümanını müzik dünyasına kazandıran caz, kökü blues müziğinde olsa da, çeşitli müzik tarzları üzerindeki etkileri hâlâ daha gözlemlenebilir. Bunlar savaş melodileri, Amerikan folk müziği gibi tınıları da içeriyordu. “Cool” ve “hip” gibi dilimizden düşmeyen kelimelerin cazdan geldiğini biliyor muydunuz? Evet doğru duydunuz. “Hip” lakabı caz çalan müzisyenlere verilirken, “cool” ise doğaçlama içermeyen bir yaklaşım olduğu zaman deniliyordu.
Jelly Roll Morton ve Louis Armstrong gibi önemli isimlerle yola çıkılan bu tarzda, farklı tutumlar birbirini izlemişti. Jelly Roll Morton geleneksel dokuyu izleyip, bütün enstrümanların birlikte parçayı çalmaları ile parçaları yaratırken, Louis Armstrong daha kişisel performansları destekleyen küçük grup ve solo performans yanlısıydı.
1929 yılında ise Swing Dönemi ortaya çıkmıştı. Amerika’daki Büyük Buhran sebebiyle halkın ilgisi kendilerini daha pozitif bir tutuma sokacak ve ayaklarını yerden kesip dans ettirecek bir tarza yönelmişti. Bu dönem gidip gelen, inip çıkan ritimle birlikte Duke Ellington gibi önemli isimler cazı bu akıma adapte etmişti. Bu dönemde 14 enstrümanı içeren, daha büyük grupları da görmek mümkündü.
1940’larda ise Louis Armstrong’un solo isyanı başarılı olur ve cazda Bebop dönemi başlar. Bu dönemde New York’un genç ve entelektüel müzisyenleri, cazı dans edilebilir bir müzik hâlinden çıkarıp, dinlemeye odaklı bir müzik hâline getirir. Solo performanslar, önceden düzenleme içermeyen parçalar ve ses yankılarıyla dolu bir tarza dönüşen caz, artık bir sanat olarak adlandırılmaya başlar. Bu dönemde küçük gruplar var olup sadece saksafon, trompet, piyano, gitar, davul ve kontrbas gibi enstrümanları içerir. Bu dönemin en önemli isimlerinden olan Dizz Gillespie, cesaretli trump çalışmalarıyla sesini duyurur. Dizz Gillespie’yi dinlerken başarılı trompetinin manevralarını duyabilirsiniz.
Gillespie, daha sonra Amerika’ya olan büyük göçle birlikte 1945’te taşınan Afrikalı, İspanyol ve yöresel Latin Amerikalı melodilerinin karışımıyla, repertuvarına bu kombinasyonlardan katar. Küba etkisinin çoğaldığı dönemde ise Cubop gibi caz gruplarıyla bu tınılara eşlik edebilirsiniz. Yeni dönemin bir diğer akımı ise Cool Jazz olup Chet Baker gibi önemli isimlerle karşımıza çıkar. Bu akım daha rahat hissettiren ve özgür tempolar içerir.
Size yağmurlu bir günde, gözlerinizi karartacak kadar âşık olduğunuz bir saniyede, kendinize sıcacık bir kahve yaptığınız dakikalarda, kendi ritminizi özgürce bulabileceğiniz cazı dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
“Hayat caz gibidir, doğaçlama yaptığınızda en iyisini yaşarsınız.” – George Gershwin.
Birkaç favori parçamı sizinle paylaşmak istedim:
İlhan Mimaroğlu Devil Blues
Chet Baker Alone Together
Avalon Jazz Band I love Paris
Fotoğraf: Dennis Stock ©
Caza olan tutkunu bize de aktarmaya çalıştığın için teşekkürler. Ayrıca tarih açısından bilgilendirici bir yazı olmuş.