07.26, Floransa Campo di Marte tren istasyonu.
Günün ilk ışıklarıyla vardığımız şehir, berrak bir gökyüzü ve sert bir soğuk ile karşılıyor bizi. Hostelimize yerleşip kahvaltımızı yaptıktan sonra, Floransa’yı keşfetmek için sokakları adımlamaya başlıyoruz.
İlk durağımız bir yürüyüş turu. “Florence free walking tours” , yani ücretsiz şehir turları, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Turlar öğrencilerin gönüllü rehberliğinde gerçekleşiyor ve sadece tur sonu toplanan bağışlar ile gelir sağlanıyor. Samimi ve bilgili olan rehberimiz sayesinde keyifli bir Floransa sabahı yaşadık. On altıncı yüzyılda şehri yöneten Medici ailesinin hikâyesi ile Rönesans’ın önemli sanatkârları olan Leonardo da Vinci, Michalengelo ve Benvenuto Cellini’ye dair bilgiler ile şehre dair önemli ipuçları öğrendik. Elbette denenmesi gereken yemekler ve güzel restoranlar da bu listeye dahildi.
Önce yemek konusunda iki öneri ile başlayalım. Şahsen sokak yemeklerine bayılırım. O yüzden ilk önerim bu kategoriden olacak. Lampredotto, lezzeti ile bana kokoreci anımsatan bir sandviç. Başka bir yer ararken, sokak arasında denk geldiğimiz bir büfede tatma şansı bulduğumuz bu lezzet, kesinlikle Floransa’ya gelindiğinde denenmesi gereken bir yiyecek. İkinci tavsiyem ise, dondurma ve nefîs sıcak çikolatası olan ve güzel bir yemekten sonra tatlı arayanlar için şahane bir seçenek olabilecek olan Sbrino adlı küçük mekân olacak. Via Santa Monaca’da bulunan bu tatlı mekânın hem ürünleri hem de atmosferi oldukça keyifli. Doğal olarak, soğuk bir ocak akşamında içimizi ısıtan hoş bir durak olarak notlarımızdaki yerini de almış oldu.
Gelelim Medici ailesine… Floransa’nın güçlü ve saygın bir ailesi olan Mediciler özellikle 14. yüzyıl ile 17. yüzyıl arasında etkin bir güç olarak yaşamışlardır. Özellikle, bir dönem papa ve İngiltere kralını da finanse etmeleri ile bilinirler. Hikâyemizin ana kahramanı olan Cosimo de’ Medici 1434 yılında gran maestro olarak Floransa şehir devletinin gayriresmî yöneticisi oldu. Alessandro de’ Medici 1537’de ilk Floransa Dükü unvanını aldı.[1]
Yürüyüş turundaki rehberimizden öğrendiğimize göre, Cosimo ve eşi hükûmet binasını aynı zamanda ikametgâh olarak da kullanmaktaydılar. Ancak, soylu bir İspanyol ailesinden gelen eşi Eleonora için bu ikametgâh yeterli değildi. Rehberimizin anlattığına göre, ikametgâhı bir saray gibi dizayn eden Cosimo, bununla da kalmamış, bir odayı da saray bahçesi gibi dizayn etmekten kaçınmamıştı.
Ancak bu çabalar prensesimize sahici bir saray hissi vermekten uzaktı. O sırada bir saray inşa etmekte olan Pitti ailesi maddi sıkıntıya girince sarayı Medicilere satmak zorunda kalır. Palazzo Pitti olarak bilinen ihtişamlı bina sayesinde, Eleonora en sonunda istediği gibi bir yere kavuşmuştur. Ancak, hükûmet binası olan Vecchio Sarayı ile bu yeni saray arasında ulaşımın nasıl olacağı ailenin yeni sorunu olur. Halkın arasına karışmak istemeyen Cosimo de Medici, işe gidip gelmek için, saray ve hükûmet ofisleri arasına bir koridor yaptırır. Birçok bina ve bir köprü geçen bu koridor, Medicilere rahat ve güvenli bir geçiş imkânı sağlar. Koridorun geçtiği, Ponte Vecchio adlı köprü, kasapları ve balıkçıları ile ünlüdür. Çirkin görüntüsü olan bu yerden geçmek istemeyen Cosimo, derhâl kasaplar ve balıkçıların yerine kuyumcuların oraya taşınmasını emreder. Böylece, âdeta bir kuyumcular çarşısına dönen köprü, bugüne kadar böylece ulaşır.
Üzerinde binaları olması hasebiyle bana oldukça ilginç gelen bu köprü, ilginç olan bu hikâyesi ve güzelliğiyle Floransa’nın tam merkezinde bulunuyor.
Rönesans’ın doğum yeri olarak bilinen şehir, sanat tutkunları için âdeta bir cennet niteliğinde olup, tarihî yapılarının oldukça iyi korunması ile dikkat çekiyor. Aynı zamanda küçük olması sebebiyle, rahatça yürünebilecek bir şehir olan Floransa, hiç şüphesiz ki, keyifli bir hafta sonu için ideal bir destinasyon.
“Gezgin bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.” – Goethe
Referans:
[1] https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Medici_Hanedanı