Şimdi bir hikâye anlatacağım, ama öyle çocukken annemizin babamızın anlattıklarına benzemeyecek. Hani o peri masalları bana artık uyuyayım diye anlatılırdı ya, ben bunu artık uyanalım diye anlatacağım.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zaman 1900’lü yılların başını gösterirken, İstanbul insanları ve köpekleri çok iyi geçinirlermiş. Sokak köpeklerinin isimleri varmış, insanlar sabah köpekleri de günaydınlarmış, aç gözlerle bakan köpeklere bir iki lokma atmadan yemekleri boğazlarından geçmezmiş, köpekler de onlara can dostu olurmuşlar.
O aralar, Avrupa’daki parfüm ve kimya şirketleri ürün ve deneylerinde köpekleri kullanmaya başlamışlar. Bunun üzerine Fransızlar, Osmanlılara sokak köpeklerini satın almayı teklif etmiş. Önce halk buna itiraz etmiş, bunu önlemeye çalışmışlar. Bu defa da Osmanlılar fakir fukaranın eline para tutuşturup bu görevi onlara vermişler. 80 bine yakın köpek Tophane’de toplatılmış.
Köpekler orada bekleyedursunlar, Fransızlardan bir türlü yanıt gelmemiş. Osmanlılar gittikçe köpekleri daha ucuza teklif etmeye başlamışlar, hatta o köpeklerden artık bir an önce kurtulmak için, onları bedava vermeyi bile teklif etmişler. Yanıt hala gelmemiş… Artık köpeklerle ne yapacaklarını bilmeyen Osmanlılar, çözümü köpekleri Sivriada’ya terk etmekte bulmuşlar.
Köpekler ne yapacaklarını bilememişler. Güçlü olanları yüzerek bir şekilde kurtulmuş. Çoğu başaramamış ama. Günlerce havlamışlar, inlemişler, açlıktan birbirlerini parçalayıp yemişler. Acı, hayal kırıklığı, en çok da ihanet duygusu içinde, 80 binden fazla köpek, teker teker can vermiş…
***
Geçen gün rastgele evdeki Tuhaf dergisinin geçen yazın temmuz sayısı ilişti gözüme. Duymuşsunuzdur, yazın sosyal medyada bacakları ve kolları kesilerek öldürülen bir sokak köpeğinin haberi tartışılmıştı günlerce. Tuhaf dergisi de bu olayı kınayarak, o sayısını insanların hayvanlara yaşattığı zulmüne adamıştı.
Yazılan makalelerin arasında İlber Ortaylı da Hayırsız Ada katliamından söz etmişti. Yazının bu kısmı özellikle gözüme çarptı:
“Aç kaldığı için birbirlerini parçalayıp yiyen köpekleri gözünüzün önüne getirin. Yiyecek hiçbir şeyleri yok. Bu bir nevi yamyamlaşmadır. Çünkü köpek kendi etini çok zor yer. Köpeklerin birbirini parçalaması için çok aç kalması lazım.”
***
Son zamanlarda sosyal medya “katil köpek” haberleriyle çalkalanıyor. Trajedisi kelimelere, cümlelere sığmayan bir diğer “katil köpek” haberi de Kayseri’den geldi. Bu, bir grup köpek tarafından saldırılıp öldürülen bir çocuğun haberiydi…
Yitirilen bir insan hayatının acısı kelimelere sığmaz. Çocuklarının yasını tutan, evlat acısı çeken ailesini de aklımıza getirdiğimizde, olayın trajedisi bir o kadar daha derinleşir…
Bu tür olayların bir daha tekrarlanmaması için gerekenin acilen yapılması, belediyenin köpekleri bir an önce kontrol altına alması gerekmektedir.
***
Bununla beraber, Kayseri halkının kalkıp sokak köpeklerini öldürerek “tedbir” aldıklarını düşünmeleri kadar yersiz bir düşünce yapısı gelmiyor aklıma.
Olayın trajedisini hiçbir şekilde azımsamıyorum – evet, önce insan, sonra hayvan. Fakat orada bir köpek soykırımı başlatınca elimize ne geçiyor acaba tam olarak? Önlem mi alınıyor sahiden yoksa intikam mı? Başka masum canlılar katledilince kaybedilen canın geri mi geleceği sanılıyor?
***
Olan saldırının haberinin altında yeni manşetler görüyorum. “Kayseri’de köpekler kendi ırkını yedi” haberi çıkıyor karşıma.
Sonra kafamda İlber Ortaylı’nın cümleleri yankılanıyor: “Çünkü köpek kendi etini çok zor yer. Köpeklerin birbirini parçalaması için çok aç kalması lazım.”
***
Köpekler, Kayseri’de çok aç. Köpekler, başka birçok yerde de çok aç. Fark edilmesi için bu kadar acı ve ekstrem olayların yaşanmasını mı bekleyeceğiz? Yaşansa köpeklere küsüp onları da mı öldüreceğiz?
Ne öldürülen köpeklerin acısının bize ölen çocuğu unutturmasına, ne de ölen/öldürülen çocuğun acısının bize köpek katliamını mazur göstermesine izin vermeliyiz.
Olan olayların bir suçlusu varsa –ki vardır– seneler önce köpekleri evcilleştirip insanlara mahkûm eden atalarımız ve bize yükledikleri sorumluluğu almayıp yemeğimizin bir lokmasını bile hayvanlara layık görmeyen bizleriz.
***
Hayvanları ne düşmanlaştırmalı, ne de oyuncaklaştırmalıyız. Hayırsız Ada katliamının eskide kaldığını sansak da, aynı katliam, daha görünmez bir şekilde, bugün de devam ediyor. Sevgililer Günü’nde sevgilinize, doğum gününde çocuğunuza alıp sonra sokaklara attıklarınız ya sokaklarda ya da barınaklarda teker teker çürüyüp çürüyüp ölüyorlar…
Özellikle köpekler, insanlara tamamen muhtaç hayvanlar. Bunun da sorumlusu biz, daha doğrusu atalarımız olduğuna göre, her sabah kapımıza bir kap su bırakmak, yemeğimizden bir iki lokma da olsun köpeklerle paylaşmak, bu soğuklarda tir tir titreyen bedenlerini sığdırabilecekleri sıcak bir alan yaratmak yapacağımız bir iyilik değil, boynumuzun borcudur. Önce insan sonra hayvan diyoruz ya, hayvan sevmeyen insan da sevmiyor, net söylüyorum.
Referanslar:
[2] İlber Ortaylı, Hayvanlara Eziyetin Tarihi ve Bugünü, Tuhaf, Temmuz 2018
[4] https://www.ensonhaber.com/kayseride-kopekler-kendi-irkini-yedi.html