Geçtiğimiz perşembe akşamı Yakın Doğu Üniversitesi Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi oldukça büyüleyici bir gösteriye ev sahipliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Gaetano Donizetti’nin L’elisir d’amore (Aşk İksiri) operasını sahnelendirdi.
Şef Ali Hoca yönetiminde üçüncü yaşını kutlayan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) ilk kez bir opera ile karşımızdaydı. Geçtiğimiz üç yılda çıkardığı olağanüstü işlere bir yenisini eklerken orada olduğum için kendimi çok şanslı hissettiğimi söylemem gerekir. Ülkemize klasik müziği sevdirme konusunda emin adımlarla ilerleyen CSO, düzenlediği bu opera konseriyle de bize bu alanda çalışmalar yapacağının sinyalini vermiş oldu.
Zengin ve güzel Adina’nın kendisine âşık olan köylü Nemorino’yla olan hikâyesini anlatan Aşk İksiri, ilk kez 1832 yılında Milano’daki prömiyerinden bu yana geçtiğimiz 187 yıl içerisinde yüzlerce kez sergilendi. 10 Ocak Perşembe günkü sergi ise belki de içlerinden en kıymetlilerinden biri oldu. Büyük çoğunluğu ilk kez opera seyreden yüzlerce vatandaşımız YDÜ AKKM’yi hınca hınç doldurdu ve sonunda gösteriyi büyük bir heyecanla ayakta alkışladı. Bu ülkemizde sanata karşı olan açlığı gösteren önemli bir olguydu.
Her zamanki gibi kusursuz olan CSO’ya eşlik eden beş harika opera sanatçısına ve rejisör Figen Ayhan Karakelle’ye ayrı bir parantez açmak gerekir. Gerek vokal, gerekse oyunculuk olarak oldukça üst düzey performanslar sergileyen Sermin Dikmen Töre, Barış Yanç, Arda Aktar, Tuğrul Enver Töre ve Hatice Zeliha Kökçek seyirciye bilmedikleri İtalyanca ile bir hikâye anlatmayı ve duyguyu yansıtmayı başardılar. Özellikle Dulcamara rolündeki bariton Tuğrul Enver Töre ile Nemorino rolündeki tenor Barış Yanç’ın düet yaptığı sahne beni oldukça etkiledi. Gösteri boyunca defa defa “Keşke İtalyanca bilsem de ne söylediklerini anlasam…” diye düşünmekten de kendimi alamadım.
Ertesi gece ise programımızda Atatürk Kültür Merkezi Büyük Konferans Salonu’nda Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenen Robin Hawdon oyunu Perfect Wedding (Şahane Düğün) vardı. 12 Ekim’den beri üç ay boyu sahnelenen oyunun Mülteci Hakları Derneği yararına düzenlenen son gösterimine olan ilgi beklediğimden azdı ancak bu, oyuncularımızın fevkalade performanslarını etkileyecek bir unsur değildi. Her ne kadar senaryoyu çok iç açıcı bulmasam da oyuncularımız bu açığı yetenekleriyle kapatıp bize eğlenceli dakikalar yaşattılar.
İlk başta aralarındaki ilişkiyi hatalı bulsak da oyunun ilerleyen dakikalarında birbirleriyle kavuşmalarını beklediğimiz Bill ve Judy aşkı ile bize alışılmış bir romantik komedi serüveni yaşatan gecenin sürprizi ise Rachel ile Tom arasında oldukça hızlı gelişen olaylar oldu.
Bu iki gecede üç farklı aşkı izlerken aklıma bir başka aşk geldi.
Kıbrıs Türk toplumu ile sanat arasında yarım yamalak bir aşk.
Geçtiğimiz sonbaharda yine Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile Salamis Antik Tiyatro’da bir konser veren dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say şu açıklamayı yapmıştı:
“Öncelikle, Antik Tiyatro’nun tamamını dolduran, hatta taşan, tüm konser büyük bir sessizlikte saygıyla dinleyen, aydın, bilinçli, medeni ve müziksever Kıbrıs halkını içtenlikle kucaklıyorum. Çok güzel bir gece olmasının en büyük özelliği bu güzel kitleydi… Bir konu da; 20 yıldır konser vermeye geldiğim Kıbrıs KKTC’nin büyük ihtiyacı hala güzel bir konser grand piyanosudur. Bu konuda ülkenin önde gelenleri ile ilk adımları attık, bir söz aldım, seneye lütfen bir güzel piyanoları olsun…”
Biz toplum olarak her daim sanata karşı ilgi duymuşuzdur. Mehmetaliler’den Sıla 4’e folk müziğimize her daim önem vermişizdir, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasını asla yalnız bırakmamışızdır, opera dinlemek için salonları dar etmişizdir ama doğru düzgün bir konser salonumuz yoktur, bir konser kuyruklu piyanomuz (concert grand piano) yoktur.
Hemen hemen her okulda bir tiyatro ekibine sahibizdir, her belediyeye bir tiyatro ekibi oluşturmuşuzdur, köylerde dahi amatör tiyatro toplulukları faaliyet göstermektedir ama Devlet Tiyatrolarına bir salon yapmaktan âcizizdir.
Bu ülkede artık sinemanın, operanın, müzikallerin, balenin gelişmesini konuşmamız gerekirken biz hâlâ daha yıllardır gözümüzün önündeki alanlara yaşam mücadelesi verdiriyoruz. Ülke olarak her alanda dünyanın 50 yıl gerisinden gelirken sanatta 100, hatta 200 yıl gerisinden geliyoruz. Hem de bu kadar yetenekli bireylere sahip, ilgili bir halkken.
Bu ülkede kültüre ve sanata artık hak ettiği, halkın talep ettiği değer verilmelidir. Sanata ve sanatçıya teşvikler arttırılmalıdır.
Büyük salonlar yapılmalıdır. Piyanolar alınmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın perşembe gecesi yaptığı konuşmada yer verdiği sözlerini hatırlayalım:
“Efendiler hepiniz milletvekili olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız.”