Ev kavramı size neyi çağrıştırıyor? Belki etrafınızı saran dört duvar, kafanızın üstündeki tavan. Belki de sizi sıkıca kucaklayan iki kol, bir insan… Cevabınız ne olursa olsun, bakış açınızı uzaya taşıdığınızda evrensel bir gerçek beliriyor: Kendi küçük dünyalarımız bir yana, bizim evimiz bu Dünya.
Gezegenimizin 4,6 milyar yıl önce oluşmuş olduğu gerçeğini birkaç dakikalığına göz ardı edin. Hatta Dünya’nın yaşını 46 yıla ölçeklendirelim. İnsanlığın yeryüzünde sadece dört saattir var olduğunu ve sanayi devriminin bir dakika önce başladığını farz edin şimdi de. Bu süreç içerisinde Dünya’daki ormanların yarısını katletmiş olduk (Sutton, 2007). Evet, evet bizler! En vahşi yırtıcının bile ihtiyacından fazla avlanmadığı ve hiçbir bitkinin topraktan gereğinden fazla su almadığı bir düzene mensup bizler!
Zaten bir parçası olduğumuz dengeye rağmen insan neden doğaya karşı? Kendimizi varlığına inandırıldığımız piramidin en tepesine yerleştirecek kadar önemli sandığımızdan mı? Ya da yeni bir denge kurabileceğimize kanmamızdan mı? Öyle ya da böyle, her geçen gün doğanın yetişemediği bir hızda ve geri dönüşü olmayan bir biçimde gezegenin dinamiklerine zarar vererek hem çevremizi hem kendimizi yok ediyoruz. Biz “insanlar” neden diğer hayvanlar gibi yaşayamıyoruz?
Dünya ısınıyor.
Son 650.000 yılda gezegenimizde yedi buzul çağı ve buzularası dönemi yaşanmış ve sonuncu buz devri sonrasında modern iklim çağı ile insan uygarlığı ortaya çıkmıştır (NASA, 2018). Günümüzde küresel ısınma, buz devri sonrası artan sıcaklığın yaklaşık on katı daha fazla (National Research Council, 2006) ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarına göre Dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 19. yüzyıldan beri 1,5 santigrat derece yükseldi. Ayrıca, raporda şu anki sera gazı emisyonunun 2030 ve 2050 yılları arasında yaşanmaz bir düzey olan 3-4 santigrat derecelik bir ısınma yolunda ilerlediği açıklanarak, Paris İklim Anlaşması sonucu yüzyılın sonunda kadar sıcaklık artış limitinin 2 santigratta sınırlandırılması yerine bu hedefin 1,5 santigrat derecenin altına düşürülmesi vurgulandı.
NASA (Gravity Recovery and Climate Experiment) tarafından toplanılan verilere göre 1993-2016 yılları arasında Grönland her yıl ortalama 281, Antarktika ise 119 milyar ton buz kaybetti. Antarktika’daki buz kaybının hızı on yılda üç katına çıktı. Eriyen buzullar, deniz seviyesinin son yüzyılda 8 inç yükselmesine neden olurken, okyanus yüzeyinin (ilk 700 metre) sıcaklığının 1969’dan bugüne 0,4 derece (fahrenhayt) arttığı kaydedildi (Nerem, et al., 2018). Sanayi devriminin başlangıcı ile atmosfere yayılan ve aynı zamanda okyanuslar tarafından emilen karbondioksit gazının miktarının artması, okyanus yüzeyindeki suları %30 daha asidik hâle getirdi (karbondioksit suda karbonik aside dönüşür) (National Oceanic and Atmospheric Administration, 2018). Her yıl okyanus yüzeyi tarafından absorbe edilen bu gazın yaklaşık olarak 2 milyar ton fazlalaştığı da gözlemlendi (Sabine et al., 2004).
Dünya kirleniyor.
Her sekiz insandan biri hava kirliliğinden dolayı hayatını kaybediyor ve dünya popülasyonunun %92’si düşük oksijen ve zehirli olan karbonmonoksit gazının yüksek seviyede olduğu bölgelerde yaşamlarını sürdürüyor (UN Environment, 2018). Buna ilaveten, havadaki azot oksitleri ve uçucu organik bileşikler gibi kirleticilerin güneş ışığında kimyasal reaksiyona girmesiyle oluşan ozon gazı, buğday ve soya gibi temel besin ekinlerinin gelişimini ve dolayısıyla tarımsal verimliliği azaltıyor (EPA, 2018). Her yıl $11 milyara denk gelecek ekinin zarar gördüğü tahmin ediliyor (Young Champions of the Earth, 2018).
Deniz kirliliğinin %80’i karadaki kirlilikten kaynaklanırken (World Summit on Sustainable Development, 2002) okyanuslara her yıl 6,5 milyon ton atık karışmakta ve bunun %50’sini çözünmesi yüzyıllar sürebilen plastikler oluşturuyor (UNEP, 2005). Okyanuslarımızda oksijen ve yaşam olmadığı bilinen 200 “ölü alan” mevcut ve bu sayı 1960’tan itibaren her on yıldır ikiye katlanmakta (World Ocean Network, 2018).
Kalabalıklaştıkça azalıyor.
Yeryüzündeki verimli tarım toprağının yarısı, son 150 yıl içerisinde kaybedildi (World Wildlife,2017) ve gezegendeki toprağın 3’te 1’i alçaltıldı (Food and Agriculture Organization, 2016). Artan insan nüfusunun ihtiyaçlarını giderebilmek için kullanılan suni gübre ve ilaçlamalar gibi zirai ilerlemeler, elde edilen tarım mahsullerini artırırken toprak yapısını değiştiriyor, tuzluluk miktarını etkiliyor ve besin ayrışımı aracılığıyla da toprak verimliliğini azaltıyor. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan uyarıya göre toprak dejenerasyonunun bugünkü hızda devam etmesi ile çiftçiliğe elverişli toprağın ömrünün 60 yıldan fazla olmadığı açıklandı (Scientific American, 2017).
Diğer bir sorun ise orman tahribi. Çiftçilik sebebiyle kesilen ağaçlar her yıl atmosfere 340 milyon ton karbon yayıyor (WWF, 2017). İlaveten, büyükbaş hayvanların otlak alanları Amazon ormanlarındaki kesilmiş arazinin %80’ini kaplıyor (WWF, 2018). Orman vasfını yitirmiş araziler, azalan suyu başarılarından dolayı sellere ve erozyona yol açıyor, ancak verimli topraklar ise kuraklaşma tehdidi ile yüzleşiyor. Bu yıl, 415.000 hektara yakın alanda çölleşme olduğu belirtildi (World Counts, 2019).
Dünya ölüyor.
Son 60 milyon yıla kıyasla en büyük soy tükenmesi tehdidi ile karşı karşıyayız (Earth Day Network, 2019). Normalde yıllık soyu tükenen türlerin sayısı 1 ile 5 arasındayken, bilim insanları bu olayın bugün 1.000 ile 10.000 kat daha hızlı gerçekleştiğini öne sürüyor (Center for Biological Diversity, 2019). Yani her beş dakikada bir tür ve her gün onlarcası yok oluyor. Hem de bazıları daha keşfedilemeden…
Son 28 yılda böcek popülasyonunun %75 azaldığı belirtiliyor (McKirdy, 2017). Bitkilerin yaklaşık %80’inin tozlaşma için arılar ve diğer böceklere ihtiyaç duyduklarını ve kuş türlerinin %60’ının omurgasızlarla beslendiğini göz önünde bulundurduğumuzda, göz ardı edilen bu minik canlıların ekosistem işleyişindeki rollerinin önemi gözler önüne seriliyor. Örneğin, Borneo’daki yağmur ormanlarında termitler, toprağı nemli tutarak daha fazla fidenin filizlenmesine öncülük ettiğinden “ekolojik sigorta” olarak ifade ediliyor ve ormanların iklim değişimiyle baş etmesine büyük ölçüde katkıda bulunuyor (Borunda, 2019).
Daha güncel bir örneklendirme yapacak olursak, arıların soylarının tükenmesinin insanlığı da yok edeceğine dair haberleri muhakkak duymuşsunuzdur. Özellikle Bombus cinsi birçok bitkinin başlıca polinatörleri arasında olmakla, tozlaşmada kilit bir role sahiptir. İnsanların beslenme için çiçekli bitkilere bel bağladığını hesaba kattığımızda, “anahtar tür” olarak adlandırılan arıların denklemden silinmesi, bizlerin yanı sıra bu canlılar ile direkt ekolojik ilişkiye sahip olmayanların üzerinde bile kısıtlanan yaşam alanı bakımından katastrofik etki bırakacaktır. Zincirleme bir biçimde sonun başlangıcı kaçınılmaz olacaktır.
Peki sözde daha çok ilgi çeken ve araştırılmaya değer gösterilen canlıların durumu nasıl?
Evrimsel olarak en yakın akrabalarımız olan maymunlar en ciddi tehlike altındaki türlerden: 504 türden yaklaşık %60’ı soy tükenmesi tehdidi altındayken, türlerin %75’inin sayıları hızla düşmekte (Estrada et al., 2017). 650.000’den fazla balina, yunus ve deniz aslanı gibi deniz memelileri her yıl balıkçılık aktivitelerine kurban gidiyor (Smith, 2014). Büyük kediler familyasından kaplan, leopar ve çitaların yaşam alanlarının insan merkezli faaliyetler tarafından yok edilmesi üzerine soylarının 10 yıl içinde tükeneceği öngörülüyor (Earth Day Network, 2019).
Dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu:
Bunların hiçbiri kendi kendine olmuyor.
Dünya dışındaki yaşam ihtimaline duyduğumuz merak, içinde yaşadığımız Dünya’ya ve diğer bilindik yaşam formlarına gösterdiğimiz saygıdan daha mı fazla?
Açık söylemek gerekirse, bu konu hakkında yazma girişiminde bulunduğumdaki esas gayem belirttiğim sorunların bilimsel yönlerinden detaylıca bahsetmekken, şimdi görüyorum ki karşı karşıya olduklarımızın neden, kimden kaynaklandığını sorgulama gereksinimi daha ağır basıyor. Ayrıca, bu yazıda alternatif olarak yapılabilecekleri tartışmak yerine, sebebi olduklarımızın üzerinde gerçek anlamda farkındalık yaratmanın aciliyetini vurgulamak niyetindeydim. Amacım, sizi yüzdeliklerle bunaltmak değil, aksine rakamların haykırdığı gerçeğe kulaklarınızı açmanıza olabildiğince katkıda bulunmak. Söyleyecek çok şey var… Yapacak daha da çok! Bir şeyleri kabullenmeden harekete geçemeyiz, bir şeyler yapmazsak yok etmeye devam ederiz. Sonunda ise, yok ederek yok olmuş oluruz.
Doğanın dengesini bozma, geleceğin akışıyla oynama! Unutma, ne bu gezegen evrenin merkezi, ne de insanlık varoluşun en yüce ifadesi.
Öldürdüğün tek şey zaman, aldığın tek şey görüntü ve ardında bıraktığın tek şey ayak izin olsun. İzin ver gelecek daha yeşil, daha mavi, Dünya daha yaşanılabilir bir yer olsun.
Referanslar
Borunda, A., (2019), How termites help rainforests survive climate change, National Geographic.
Estrada, A. et al. (2017), Impending extinction crisis of the world’s primates: Why primates matter, Science Advances, Vol. 3.
Sabine, C.N. et al. (2004), The Oceanic Sink for Anthropogenic CO2, Science, Vol. 305, 367-371.
National Research Council (2006), Surface Temperature Reconstructions For the Last 2,000 Years, National Academy Press.
Nerem, R.S., Beckley, B.D., Fasullo, J.T., Hamlington, B.D., Masters, D., Mitchum, G.T. (2018), Climate-change–driven accelerated sea-level rise detected in the altimeter era, PNAS, Vol.115.
Smith, Z. (2014), We’ve waited long enough: The US must act to save whales ana dolphins from dying in foreign fishing gear, Natural Resources Defence Council.
Sutton, P.W. (2007), The Environment: A Sociological Introduction, Polity Press, Chapter 1: Humans in Natural Environments, 24-25.
United States Environmental Protection Agency (2018), Ground-level ozone pollution.
World Summit on Sustainable Development (2002), A guide to Oceans, Coasts and Islands.
World Oceans Network (2005), Marine litter- an analytical overview.
https://www.jpl.nasa.gov/news/news.php?feature=7159
http://www.pmel.noaa.gov/co2/story/Ocean+Acidification
https://edition.cnn.com/2017/10/19/europe/insect-decline-germany/index.html