Venezuela Krizi: Nedir? Neden Bu Duruma Geldi?

Krizler, çatışmalar, sorunlar: 2019’da da son sürat devam ediyorlar. Geçtiğimiz hafta, dünyanın nur topu gibi bir Venezuela krizi olduğu ayyuka çıktı. Uzun zamandır devam eden hiperenflasyon kaynaklı ağır ekonomik kriz sürecinde, ülke dışına çok yoğun bir göç olduğunu gözlemliyorum takip ettiğim haber kaynaklarından. 23 Ocak 2019’da kendisini başkan ilan eden Juan Guaido ile işler daha da karıştı. Çok geçmeden Donald Trump,  Ulusal Meclis başkanı olan Guaido’yu tanıdığını açıkladı. Kanada, Birleşik Krallık, Brezilya, Arjantin, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Guatemala başta olmak üzere neredeyse tüm Latin Amerika ülkeleri de Trump’ın yaptığı gibi Guaido’nun başkanlığını tanıdı. Mevcut başkan Maduro’nun destekçileri ise, Bolivya, Küba gibi geleneksel müttefikleri ile Türkiye, Çin, Rusya ve Nikaragua’dan oluşuyor.

 

Mesele o kadar geniş ki, siyah-beyaz tekdüze bir değerlendirme yapmak pek mümkün değil. O yüzden gelin, bu yazıda tüm açılardan bakmaya çalışalım bu ilginç krize.

 

Venezuela 1960’larda ve 70’lerde Latin Amerika’nın en zengin ülkelerinden biriydi. Kişi başına düşen millî gelir İspanya, İsrail ve Yunanistan’dan, işçi ücretleri de diğer Latin Amerika ülkelerindekinden daha yüksekti. Petrol fiyatları 1980’lerde aniden ve hızla düşmeye başlayınca bu manzara çarpıcı biçimde değişti.[1]

 

Zengin petrol yataklarına sahip olan Venezuela, ekonomik faaliyetlerini çeşitlendirmeyip, sadece petrol satışları ekseninde bir politika izlediği için hayli kırılgan bir ekonomik yapıya sahip. Petrol fiyatları artınca artan gelirler, görece rahatlayan bir ekonomiye sahip olan bu Latin Amerika ülkesi her petrol fiyatları düştüğünde tekrar dar boğaza girmiş. BBC Türkçe’de yer alan bir yazıya göre, Chavez 1999’da iktidara bu gelir dağılımı bozukluğuna ve yaygın yoksulluğa karşı yükselen tepkilerin üzerine geldi. Chavez dönemi (1999-2013), petrol fiyatlarının hızla artma eğilimiyle çakıştı; dünya piyasasında, ham petrolün varil fiyatı 20 dolar düzeyinden 100-120 dolar düzeyine yükseldi.[1]

 

Yazının devamında, “Petrol üretimi Venezuela GSMH’sının yüzde 30’unu ve ihracatın yüzde 95’ini oluşturduğundan, Chavez yönetiminin kasaları hızla dolmaya başladı. Chavez yönetimi bu gelirleri ağırlıklı olarak yoksullukla mücadele, bir eğitim seferberliği projelerinde, Küba’dan binlerce doktor getirerek sağlık sistemini iyileştirmekte, dost ülkelere ucuz fiyatta petrol ihraç ederek jeopolitik etkisini genişletmekte kullandı…” ibareleri kullanılıyor.

 

2013 yılında ölen Chavez’in yerine halefi Maduro başkanlık koltuğuna oturdu. Ancak, bu dönemde yine petrol fiyatları hızla düşmeye başlayınca, ülke yeniden krize girdi. Chavez’in ekonomik çeşitliliği sağlayacak sanayi ve altyapı yatırımlarını ihmal edip gelen parayı salt sosyal yardım programlarına yatırması, deyim yerindeyse eşeği sağlam kazığa bağlamaması, Venezuela’nın bugüne gelmesindeki en önemli etkenlerdendir. Bu durumu T24’teki yazısında “Popülizm kısa vadede yüksek kâr getirebilir ama sürdürülebilir değildir.” şeklinde açıklayan Süreyya Su, Chavez’in uyguladığı sosyal programların elde ettiği sonuçlar hakkında somut örnekler vererek yazısına devam ediyor: “Sosyalist politik programın bir sonucu olarak aşırı yoksulluk 2003’ten itibaren 2010’lu yılların başına kadar yüzde 72 azaltıldı, bebek ölümleri önceki dönemin üçte birinden aşağı düştü…” [2]

 

Venezuela’nın bu geleceği planlamayan popülist hâllerini görünce, üniversitelere gelen öğrencilere bağlı olarak önemli bir ekonomik gelişme kaydeden Kuzey Kıbrıs aklıma geliyor. Emlak sektörü başta olmak üzere kafe, restaurant, market, fırın gibi bir çok küçük işletmeye can suyu olan üniversitelerimizin durumu ne kadar sürdürülebilirdir? Eğitim kalitesine ne kadar önem veriyoruz? Öğrencinin ihtiyacı olan kaliteli, ucuz ulaşım konusunda şimdiye kadar kayda değer bir icraatın yapılmadığı, sadece öğrenci gelsin çarşıya para bıraksın etrafında dönen politikamız ne kadar sürdürülebilirdir?

 

Bu kısa parantezi açıp kapattıktan sonra Venezuela’ya geri dönelim.  Peki bu krizin tek sebebi, kötü yönetim, geleceği planlamamak, gelirleri çeşitlendirmeyip sadece petrol satışlarına bağımlı kalmak mı?

 

Uzun zamandan beri uygulanan Amerikan yaptırımlarının hiç mi payı yok?

 

Geçtiğimiz günlerde yeni bir yaptırım paketi devreye girdi. “Venezuela’da rejim değişikliği için bastıran ABD’den yeni bir adım geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Venezuela hükûmetinin ABD’deki banka hesaplarında bulunan bazı varlıklarının muhalefet tarafından kullanılmasına ve kontrol edilmesine izin vereceğini açıkladı…”[3]

 

Gazete Duvar’da yer alan bir başka yazıda 2017’den beri uygulanan yaptırımlarla ilgili ciddi rakamlar yer alıyor. “Karakas (Venezuela’nın başkenti), 2017’den 2019’a kadar üç defa ABD yaptırımlarına maruz kaldı. Pazartesi ilan edilen dördüncü yaptırım paketinin hedefindeyse Venezuela’nın en büyük petrol şirketi Petroles de Venezuela (PDVSA) var. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’a göre uygulanan yaptırım Venezuela’nın ABD’deki 7 milyar dolarlık varlığını ve 11 milyar doları bulan ihracatını hedef alıyor. Yani yaptırımların bedeli 18 milyar dolar. Yaptırımlar aynı zamanda PDVSA’nın ABD bankalarındaki hesaplarını da donduruyor…”[4]

 

Venezuela’nın petrol ihracatının nasıl etkilendiğini daha detaylı olarak merak edenler, dördüncü referanstan yazıya ulaşabilirler. Biz gelelim işin siyasi kısmına.

 

2015 yılında gerçekleşen meclis seçimlerinden mağlup çıkan Maduro, bir anomali yaratıp, seçimi kazanan yeni meclis göreve başlamadan önce yüksek mahkemeye üye atayarak çoğunluğu tekrardan ele geçirmeye çalıştı. Bundan tam bir ay sonra ise Devlet Başkanı Maduro, yeni bir anayasa yazılması için Kurucu Meclis oluşturulması çağrısında bulundu. 30 Temmuz’da gerçekleşen  seçimlerde Kurucu Meclis seçilerek göreve başladı. Böylece ülkede fiilen iki adet parlamento bulunur hâle geldi.[5]

 

Son yapılan başkanlık seçimlerinden sonra Maduro’nun gayrimeşru olduğunu iddia eden Amerika’nın argümanına karşı Akademisyen Ertan Erol, T24’e verdiği röportajında şöyle diyor:  “Katılımın yüzde 46’da kalması çok büyük bir meşruiyet krizi yaratacak bir oran değil. Yüzde 46 çok da düşük bir oran değil ve anayasal olarak en azından bir meşruiyet problemi yaratmıyor Maduro açısından. Bir de muhalif bir lider de vardı zaten. Falcon da adaydı. O yüzden bir meşruiyet krizi yaratmıyor zaten ABD, başka ülkelerdeki katılım oranına hiçbir şekilde söz söylemediği için bu söylemin üzerine kurduğu argümanlar da çok altı boş argümanlar…”

 

Sonuçtan önce: Demokrasi adına seçilmemiş başkanı desteklemek.

Maduro’nun çok demokrat olduğunu iddia etmiyorum. İki meclis gibi bir anomali yaratması da ülkeyi uçuruma sürükleyen önemli bir etken. Ancak öyle veya böyle, bir seçim sonucu oraya geldi. Peki kendini başkan ilan eden Juan Guaido? Amerika ve taraftarları nasıl seçilmemiş birisini ülkenin başkanı olarak tanır, üstelik ABD’deki devlet hesaplarını kontrolüne verir? Hem de demokrasi adına yapılıyor bunlar. Ortada ilginç bir tezat var. Ancak, söz konusu olan demokrasi, ifade özgürlüğü gibi kavramları kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmeyen Batı dünyası olunca şaşırmamak lazım. Her zaman, Latin Amerika’yı kendi arka bahçesi olarak gören ABD’nin elbette kendini sosyalist olarak tanımlayan bir rejimden memnun olması beklenemez. Bu denkleme, Venezuela’nın sahip olduğu zengin petrol kaynaklarını kontrol kavgasını da eklemeden geçmeyelim.

 

Görünen o ki, Trump yönetimi yangına körükle gitmeye devam edecek. Venezuela’yı pek iyi günler beklemiyor.

 

Sonuç: Tüm yumurtaları aynı sepete koyarsanız kırılır.

Sosyalist bir yönetim olarak başa gel, sonra sadece petrol satarak seneleri geçir ve en büyük müşterin Amerika olsun.  Başka nasıl bir akıbeti olabilirdi ki Venezuela’nın? Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir demişler.

 

Ders almak lazım: Ekonomik faaliyetleri çeşitlendirmek, bir ülkenin kırılganlığını azaltma yönünde atacağı en önemli adımdır. Sürdürülebilir bir düzen ancak bu şekilde elde edilebilir.

 

Türkiye’de emlak eksenli giden betonsal rant ekonomisinin yol açtıklarını bu yaz birebir yaşadık. Kıbrıs’ta öğrenci eksenli giden üniversite ekonomisine bir el atıp, sürdürülebilir hâle sokmaz, dışa bağımlılığımızı azaltmazsak, daha da kötü günler bekliyor bizi.

 

Sadece ülkeler değil, kişiler için de önemli bir ders ve tavsiyedir bence bu.  İyi olduğumuz alanları ne kadar çeşitlendirirsek o kadar iyi, kendimizi ne kadar geliştirirsek o kadar faydalıdır. Sepetleri çoğaltmak lazım. Ne de olsa, tüm yumurtaları aynı sepete koyarsanız, kırılırlar.

 

Sevgiyle kalın.

 


 

Referanslar:

[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47019657

[2] https://t24.com.tr/yazarlar/sureyya-su/venezuela-da-heyulaya-donusen-hayalet,21556

[3] https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/29/abd-venezuelanin-parasini-guaidoya-verecek/

[4] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/30/abdnin-venezuela-yaptirimi-petrol-piyasasi-etkilenir-mi/

[5] https://t24.com.tr/haber/akademisyen-ertan-erol-turkiye-yerine-meksika-ve-uruguay-in-venezuela-ya-destegi-daha-anlamli,805663

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir