Antik Roma İmparatorluğu’nun kadınlara olan bağlantısını incelemek, cinsiyetle ilgili geleneklerimizin şekillenişinin taslağını sunabilir. Ancak, o zamanlardan kalan hikâyeler ve mitler, kadınlara olan algının (şimdiki gibi) kusursuz olmadığını gösteriyor. Bu yazımda üç farklı tanı vererek, Roma ve Batı dünyasının kadınlara olan karmaşık ilişkisini özetlemeyi amaçlıyorum.
Sabin Kadınlarının Kaçırılması (M.Ö. 8. Yüzyıl)
Roma’nın kuruluş döneminde nüfus, soy tükenmesine yol açacak kadar azaldığı için Romalı erkekler kurnaz bir şekilde davranarak, yan şehirde yaşayan Sabin kadınlarını dinî bir festivale davet edip, masum kadınları nüfusu arttırmak amacıyla kaçırarak onlara tecavüz etmişlerdir. Bu olayı anlatan antik kaynaklar her zaman Roma’nın sönmemesi için böyle bir kaçırma işleminin gereklilik olduğunu vurgulayarak, rızası ilk baştan alınmadan kadınları böyle bir amaç için kullanmanın ne kadar sorunlu olduğunu değerlendirmemektedir, belki de bu medyanın güvenilmezliğinin başlangıcıdır. Her ne kadar o zamanın örf ve adetleri farklı olsa da, görülen erkek üstüncülüğünü savunan düşünce gelişmekte olan günümüz ülkelerinde de devam etmektedir. Kenya ve Güney Afrika gibi alanlarda kadınlar hâlâ nesneleştirilmekte ve kendi insan haklarından mahrum bırakılarak, insan üreten makineler olarak görülmektedirler. İlkel tarihin bazı cani taraflarını göz ardı etmektense, kendi kökenimizi anlamak ve aydınlanmak için bu gibi iç karartıcı konular üzerine de bilinçli olmamız gerekmektedir.
Vesta Bakireleri (M.Ö. 7. Yüzyıl)
Kadın bekâretinin bilinçaltımız ve toplumsal boyutta idealleştirilmesi, Vesta rahibelerinin tarikatında açıkça tasvir edilmektedir. Vesta bakireleri, en tanınmış aristokrat ailelerin altı kız çocuğundan oluşan kutsal bir topluluktur. Bu kız çocukları, Vesta tanrıçasına tapmak için seçilmiş olup, en önemli görevleri Vesta’nın ateşini sönmekten korumaktır. Çocukken (6-10 yaş arası) seçilip bu görevi 30 yıl sürdürmek için eğitilirler. Romalılar ateş sönerse şehrin tehlike altında olacağına inandıkları için Vesta kızlarının bekâretini, dinî görevlerini devam ettirirken herhangi bir dış faktörden arınmış olmaları için, zorunluluk olarak kabul etmekteydiler. Plutarch gibi şahsiyetlerin yazılı anlatımlarından gördüğümüz üzere, bu 30 yıl içerisinde bekâreti sorgulanan kızlar zindanda ölüme hapsedilmekteydiler. Böylece kadınların iffeti tamamen toplumun refahıyla özümseniyor. Keşke böyle sorunlu bir ideolojinin kalıntıları günümüzde mevcut değil denilebilse. Lakin, bekâretin kutsallaştırılması, Vesta rahibelerinin zamanında durmayıp, Meryem Ana’nın bekâretinin ikonlaştırılması ile devam edip 21. yüzyılın kızlarının biliçaltlarında bir baskı aracı olarak yer buluyor.
Cloelia (M.Ö. 6. Yüzyıl)
Yukarıdaki iki örnek pek iç açıcı olmayabilir, fakat Roma’nın kadınlara olan anlayışları yalnızca bu cinsiyetçi kanılarla kalmıyor. Cloelia çok ilginç bir istisna olup -o zamanda bu derece bir kahramanlık eril bir eğilim olsa da- esir alınan Romalıları yalnız başına cesurca kurtarmıştır. Roma ve Clusium arasında olan barış antlaşması altında Romalılar, Kral Lars Porsena tarafından rehin alınıyorlardı. Cloelia’nın kendisi gibi rehin olan Romalı grubu özgürlüğe ulaştırdığını duyan Kral Porsena, esir kampına geri gönderilmesini emreder. Fakat Kral, Cloelia’nın cesaretinden etkilenip, ona kalan mahkumlardan yarısını seçerek özgür bırakma şansı sunar. Cloelia, savaşa destek olmaları için genç erkekleri özgür bırakmayı seçerek, kendisinin taktiksel ve kahramanca doğasını bir kez daha vurgular; bu denli özverili olmak her Romalı’dan beklenmekteydi. Bu hikâye çok etkileyici olsa da, olaya modern bir perspektiften bakarsak, Cloelia’nın eril idealleri kadın formunda temsil ederek ve bütün Roma halkına mertliğiyle örnek olduğu için meth edildiğini görmekteyiz. Onun kadınsal bireyselliği değil cinsiyete getirilen kısıtlamaları milleti adına esnetebilmesi, onu kahraman statüsüne yerleştiriyor.
Yukarıda verdiğim örneklerden anlayabileceğiniz üzere, Antik Roma’nın kadınlara olan tutumu, Batı medeniyetlerinin cinsiyetler arası ayrımcılığının temelini oluşturmuş olsa da (örneğin kadının evden çıkmayıp, kendini çocuk bakmaya veya ev işlerine adaması, erkeğin kamu alanlarında aktif olması vs.) sadece bundan ibaret değildir. Kadınlar mazlum ve zoraki pozisyonlara maruz kalmalarına rağmen, onların varlığı Roma’nın refahının omurgasını oluşturmaktaydı. Her vatandaşın toplumsal istikrar için bir rol oynaması takdire şayan bir sosyolojik ülküdür. Bu yüzden zamanımızda bu ve benzeri idealleri değerlendirip/eleştirip onlara daha eşitlikçi bir şekil verebiliriz.