İnsan ve Felsefe

İnsanın kendi ile ilgili kaygıları gözlemlerinden ortaya çıkar. İnsanın bir kişi ilgili düşünceleri ve hisleri sadece gözlem süzgecinden geçince belli olur. Yargı süreci gözlemle başlar. Bir insan başkalarını çok iyi okuyup onları analiz edebilir, potansiyellerini görebilir.

 

Kendi dışında herkes için.

 

Bütün bu vasıflara sahip insanın bütün tezlerine ve gözlemlerine uyarlayamadığı tek varlık kendisidir. İnsan kendini objektif olarak gözlemleyemediğinden, kendi potansiyelini tespit etmekte zorlanır. Kendini daimi bir evrim/döngü içinde bulduğu, sürekli değiştiği, inançları çeliştiği ve kendine başka parçalar kattığı için her gözlemi bir anda bütün geçerliliğini yitirebilir. Bu da insanın kainattaki en büyük korkusunun kalbinin başköşesinde yeşermesine yol açar, bilinmezlik.

 

İnsanlığın tabiatı gereği bilinmez ile her zaman çelişkili bir ilişkisi olmuştur, bilinmezlik her ne kadar korkutucu olsa da belli bir cazibeye sahiptir. Bu insanlığın tabiatta hayatta kalmasını sağlayan savunma mekanizmasının önemli bir parçasıdır. Ancak bu mekanizma sadece “kavga et-kaç tepkisinde” kendini belli etmez, yaşamın her anında bu duygu yanımızdadır. Her kararda, her değişimde ve her yeni deneyimde belirsizlik korkusu otomatik bir koruma mekanizması olarak varlığını en yoğun şekilde hissettirir. İnsan yüzyıllardır her ne kadar davranışsal olarak zamana ayak uydursa da içindeki o vahşi ses dinmedi, değişmedi. Bunun için insan yerli yersiz bir sürü şeyden korkar. Bunların hepsi kişinin kendi güvenliği içindir. Beyin bilinçsiz bir şekilde yoldan sapmaması için belirsizlik korkusunu işleve sokar.

 

Ama insan basit bir canlı değildir. Memelilerin en zekisi, bütün türler içinde zekâsıyla sivrilen tek varlıktır insan. Bunun da en büyük getirilerinden biri diğer bütün türlerin aksine insanın yeri geldiğinde içgüdülerini dizginlemesi, kontrol altına alması ve bastırmasıdır. Zekâsının ona tanımış olduğu bu meziyet sayesinde insan potansiyelini çok yukarı çekmiştir ve sınırlarını aştıkça yeni ufukları keşfetmeye de bir o kadar daha heveslenmiştir. İnsanoğlunun her icadının arkasında bilinmezi çözmek için sabırsızca bekleyen, dinmek bilmeyen bir merak vardır. Her keşif zihnin ile duyguların, pragmatizm ve mantığın içimizdeki o ilkel merak arasındaki pazarlıkları sayesinde ortaya çıkmıştır.

 

Bunun güzel bir tasvirini Aristoteles’ten dinlemek mümkün. Aristoteles’e göre zihnin vücuda hükmü bir efendinin idaresine benzese de zekânın arzulara ve duygulanımlara olan hükmü daha çok bir devlet adamınınkini andırır. Aradaki fark ise zihnin vücut üzerinde mutlak hakimiyete sahip olmasına karşın, zekânın arzular üzerindeki hakimiyetini sadece ikna yoluyla sağlayabilmesidir. (Aristoteles, The Politics, Book I (v) 1254b2)

 

Durum böyleyken insan kendini nasıl daha iyi tanıyabilir?

 

Felsefe sayesinde.

 

Peki felsefe nedir?

 

Felsefe karanlık bir tünelin sonundaki bize vadedilen cazip ve büyüleyici cevapların aracı mıdır? Yoksa felsefe kişinin keşfetme aşkı ve azmiyle çıktığı uzun ve meşakkatli bir yolculuk mu? Benim için felsefenin anlamı bu iki tanımdan çok daha farklı. Felsefe kişinin iç dünyasını bütün berraklığıyla kişinin suratına vuran bir aynadır. Felsefe kişinin kendini tanımasına ve kendiyle barışmasına olanak sağlayan bir araçtır.

 

Fakat felsefe eğlenceli bir yolculuk değildir. Felsefe bir insanı önceden tahayyül edemeyeceği bir bilgi seviyesine yükseltebileceği gibi kişiyi varoluşsal krizlere sürükleyip, sahip olduğu inanç sistemlerini yerle bir edebilir. Bunun sebebi insanın felsefe aracılığıyla sorguladığı temel inançlarının sonucunda kendi yansımasını görmesidir. Bu işlemin sonunda insan kendini iyi veya kötü, merhametli veya acımasız, veya adalet yelpazesinin istemediği yerlerinde görebilir. Bunun sebebi felsefede ön yargı, ayrımcılık ve sınır olmamasıdır. Felsefe her ne kadar iki ucu keskin bir kılıç olsa da bunun sebebi özünde tehlikeli olduğundan değil, istenileni göstermektense gerçeği göstermek üzerine geliştirilmiş bir disiplin olmasıdır. Felsefeye baktığınızda göreceğiniz şey sadece kendinizsiniz. İşte bunun için felsefe insanı temelli değiştirir, çünkü bu yolculukta öğrenilen bilgiler ve varılan sonuçlardan geriye dönüş yoktur. Felsefe öğrenmeye başlarken sahip olduğumuz beyaz sayfa (tabula rasa) bir kez felsefe mürekkebiyle işaretlendi mi üzerinde bıraktığı iz daimi ve silinmezdir.

 

Her su damlasını bilgi zerreciklerinin oluşturduğu engin ve sonsuz bir okyanus olan felsefede herkesin kendine ilgi çekici alanlar bulması mümkün. Bundan dolayı gerek bilgilenmek, gerekse de kendinizi tanımak için elinize bir felsefe kitabı almaktan çekinmeyin. Okuduğunuz her satırı yorumladıkça kendinizi daha iyi tanıyacak ve kendi felsefenizi de derinleştirmeye başlayacaksınız.

 


 

Referanslar

Aristotle and T. A. Sinclair (tr.), The Politics (London: Penguin Classics, 1992).

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir