Bazı zamanlar yaşamak zor bir hâle bürünüyor, her bir gün geceye dönüşürken omuzlarımdaki yüke birkaç kilo daha ekleniyor sanki. Hâliyle, ağır geliyor bazen yaşamak, canımı yakıyor hatta. Sonra aniden yağmur bastırıyor, içimi kaplayan alevler yerini masum bir melteme bırakıyor. Bir sonraki yangına kadar… Sonrasında baharın gelişine bile şahit oluyor, gri benliğimi renk renk diyarlarda dolanırken buluyorum. Lakin, bu sefer de duyduğum tek şey tatlı kuş şakımaları olmuyor. Suçluluk duymaya başlıyorum. Yaşadığımı hissettiğim an, suçluluk dalgaları düzensiz bir biçimde yüzüme çarpıyor. Eşit(siz)lik kavramı düşüyor aklıma. Kendi kendime “Belki de hayat, herkese eşit olmadığı için eşittir” diye mırıldanarak konuyu usulca kafamda toparlama girişiminde bulunuyorum. Kendimce en etkili bulduğum yönteme başvuruyorum. Bilime sığınıyor, mantıklı gerçekleri nadiren de olsa mantık dışına çıkmaya yönelebilen hissiyatlarımı dizginlemek için kullanıyorum. Erwin Schrödinger’in Yaşam Nedir? adlı kitabında sormuş olduğu o soruyu başlangıç noktam olarak seçiyorum:
“Yaşamın karakteristik özelliği nedir?”
Ortalama bir insan vücudu yaklaşık olarak 30 trilyon insan hücresi, 38 trilyon bakteri hücresi olmakla beraber toplam 68 trilyon hücreden oluşur. Yaşamın başlangıcının hücrelerin başlangıcına dayandığını savunan hücre teorisi, çap aralığı 10-100 mikrometre (μm) olan hücreleri (ökaryotlar için) yaşamın en temel birimi olarak kabul eder. Aslında bir hücre, cansız maddelerden oluşan protein esaslı bir “mikro-makine”den fazlası değildir. Yine de çevreye duyarlılık gösterir, besin aracılığıyla kazandığı enerjiyi büyümek ve çoğalmak için kullanır, değişkenlik gösterebilir, evrilebilir ve ölür. Tüm bunlar “yaşam” tanımımıza aşina geldiği için hücre yaşamdır diyebilir miyiz? Biraz daha detaya inersek, her bir hücrede saniyeler içinde milyonlarca kimyasal reaksiyon gerçekleşir. Termodinamiğin ikinci yasasına göre izole bir sistemin entropisi (düzensizlik) asla azalmaz çünkü böyle bir sistem spontane olarak termodinamik dengeye doğru evrimleşir ki bu da maksimum entropi aşamasıdır. Maksimum entropi düzeyini ölüm olarak kabul edersek; yaşam, reaksiyonların toplamının dengesizlik durumunda kaldığı bir sistemden mi ibarettir?
Tüm organizmaların doğal seçilim ile evrilerek en iyi adaptasyon sağlayan genetik bilgiyi kullanarak hayatta kaldıklarını biliyoruz. O zaman hayat, 2 × 1013 metre ile Dünya ve Güneş arasındaki mesafeden (1.5 × 1011 metre) daha uzun olan DNA mıdır? Ancak, bu denli kompleks bir molekülün hücreden çıkarıldığı zaman işlevini yitirmesi nasıl açıklanabilir? Sınırları bulanıklaştıran diğer bir nokta ise hücrenin enerji (ATP) makinesi olan mitokondri. Canlı olmasalar da kendi başlarına çoğalmaya olanak sağlayan DNA’ları mevcuttur. Bunun sebebi ise milyonlarca yıl önce bağımsız olan bakteriler olarak diğer hücrelerle ortak yaşam biçimine geçiş yapmalarından kaynaklanır. Peki bu, genetik kod faydasına yaşamın ölüme evrilebileceğini mi gösteriyor? Bu da hayatın düzenli olarak varoluşu mümkün kılan bilgi aktarımı olduğu anlamına mı geliyor?
Bir noktadan sonra işler daha da karmaşıklaşıyor ama sorular bitmek bilmiyor.
Düşünülenden daha yakın olabileceğimiz evrendeki canlı ve cansızları oluşturan maddelerin aynı olması mümkünse, neyin yaşayıp neyin ölü olduğu arasındaki çizgi bir algı karmaşasından mı meydana geliyor? Peki ya işin özünde geçmiş ve şimdiki zamanda hiç yaşamadığımızdan gelecekte de ölümle karşılaşmayacaksak? Ya da yaşarken canlı olmadığımız için öldüğümüzde de cansız olmayacaksak?
Ben tüm bunları düşünürken, yaşamı ve biraz da yaşayışımı sorgularken, anlamlar ve anlamsızlıklar girdabında boğulmaya yaklaşırken, zaman zaman yaşamayanların yokluğunu yaşayanların varlığından daha çok hissederken ve duygularım mantığıma karışırken bir gün daha solup gidiyor. Yaşama dair tek bir tanımımız olmamasına rağmen onu çeşit çeşit sıfatlarla bağdaştırmak beni düşündürmüyor değil. Gerçi beni bir şeylerin düşündürmemesi de pek mümkün değil…
Mevzu bahis bireysellik olduğundaysa, günün sonunda herkes inandığı şeyi yaşıyor.
Ya da “yaşamaya” gayret ediyor en azından.
Fotoğraf için tıklayınız.