Birkaç hafta önce Venezuela’da son zamanlarda infilak eden ve medyada da genişçe yer bulan olaylar hakkında araştırıyordum. Yazıp yazmamak arasında kalıp yazmamıştım en sonunda, ama gerçekten de içimde kalmış, o yüzden birazcık geriye götüreceğim sizleri.
Mustafa Özbilgehan’ın yazısı olayı oldukça güzel bir şekilde özetliyor aslında. Fakat özetin de özetini çıkarmak gerekirse 2013’te başkanlığa gelen Maduro’nun partisi 2015’teki parlamenter seçimlerden mağlubiyetle ayrılıyor. Bunun üzerine Maduro kendi meclisini kuruyor ve bütün gücü bu meclise veriyor. Ama asıl meclis bunu hâliyle anayasaya aykırı buluyor, Maduro’yu görevden alıyor ve yerine Guaidó’yu geçici başkan olarak atıyor. Anlayacağınız ülkede kelimenin tam anlamıyla bir kaos ortamı var.
Bu da elbette yaz yaz bitmez bir konu, ama farklı ve bizi daha yakından ilgilendiren bir şeyden bahsetmek istiyorum bu yazıda. Maduro’yu onca yaptığına, ülkeyi getirdiği şu anki duruma rağmen başkan olarak tanıyan ülkelere bakalım bir. Çin, Rusya ve Kuzey Kore bu ülkelerden üçü, ve bu ülkeler aynı zamanda dünyanın en antidemokratik seçimlerine ev sahipliği yapan ülkeler. Avrupa’dan Maduro’yu başkan olarak tanıyan tek ülke olan Belarus’un da bu konuda altta kalır pek bir yanı yok.
Sadede gelecek olursam, Türkiye de bu ülkelerden biri ve bu gibi ülkeler arasında yer alması beni hayli derinden üzüyor. Birleşik Krallık, Almanya, Kanada, Avustralya gibi demokrasinin o kadar değer gördüğü yerleri, hele de demokratik bir konuda karşımıza almışsak hâlimiz gerçekten de iç karartıcıdır. Üzücü tarafı ise hep böyle olmaması Türkiye’nin aslında.
1934’te kadınlara oy hakkını Fransa, İtalya ve Belçika gibi ülkelerde bile daha yokken veren bir ülkedir Türkiye. Onca kriz ve arbedeye rağmen yakın zamana kadar göreve gelen politikacıların, çok partili döneme geçildikten sonra, eşit ve adil seçimlerle geldiği bir ülkedir Türkiye. AK Parti bile, beğenelim veya beğenmeyelim, ilk dönemlerinde başörtüsü yasağını kaldırıp Kürtlere verdiği haklarla bireysel özgürlük ve demokrasi adına hatrı sayılır adımlar atmıştır.
Fakat bugünkü durum, yakın zamanda yapılan doğru adımlar hakkında bile iki kez düşünmeye itiyor bizi. Türkiye’nin Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa gibi ülkelerle Kosova’yı bir ülke olarak tanımasını ben de desteklemiştim. Fakat geldiğimiz noktada insan düşünmeden edemiyor; acaba Müslüman çoğunluğu olan ülke Kosova değil de Kosova’nın ayrılmış olduğu ülke olan Sırbistan olsaydı ne olurdu? Veya “Andımız” meselesi. “Andımız”ın olayına katılıp katılmadığınız önemli değil burada. Ama kaldırılış sebebi gerçekten de verilen sebep mi yoksa içindeki bazı sözlerin temsil ettiği ideoloji mi diye kendi kendime düşünüyorum ara sıra. Peki ya siz ne dersiniz?