Yeni Zelanda’da bir camiye girip 49 kişiyi öldüren ve bunu sosyal medyada canlı yayınlayan kişi: Brenton Tarrant.
Saldırmadan önce tam 74 sayfalık bir manifesto yazıp neden ve nasıl saldırısını yapacağını açıkladı. Hatta saldırıdan sadece 9 dakika önce manifestosunu içinde Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’ın da olduğu bir grup politikacıya yolladı.
Bildiğim kadarıyla, video da manifesto da şu an internetten kaldırıldı ve Tarrant’ın sosyal medya hesapları kapatıldı. Kaldırılmadan önce manifestoyu okuma fırsatım oldu, bir dersimin ödevi için ilginç bir konu olabileceğini düşünerek indirip okudum.
Tek bir sayfa atlamadan ve gözümü kırpmadan yazıyı tek seferde bitirdim ve ilk defa “kanım dondu” tabirini tam anlamıyla kullandım.
Giriş kısmında Dylan Thomas’ın ölen babasına yazdığı şiir var.
Yazının başında kendisini “normal, işçi sınıfı bir aileden gelen, sorunsuz bir çocukluk yasayan, sıradan bir beyaz adam” olarak tanımlıyor. Dünyayı gezdiğini, bir spor salonunda çalıştığını, üniversite okumakla hiç ilgilenmediğini, ailesinin İskoç, İrlandalı ve İngiliz kökenli olduğunu sakin sakin, “normal normal” anlatıyor.
Sonra nedenlerine ve inançlarına geçiyor. Müslümanların doğum oranlarını (Vikipedi’yi referans göstererek) ısrarla tekrar ediyor, “ele geçiriliyoruz”, “istilacılar” vb. kelimeler sürekli tekrarlanıyor.
Manifestonun çok büyük bir kısmı soru-cevap şeklinde yazılmış, mesela;
Milliyetçi misin/miydin?
Evet, ağırlıklı olarak etnik milliyetçi (kendi ırkımın sağlığını ve iyiliğini her şeyin üstünde tutuyorum).
Nazi misin/miydin?
Hayır, gerçek Nazi diye bir şey yok. 60 yılı aşkın bir süredir dünyanın hiçbir yerinde politik ya da sosyal bir güç olmadılar.
(“Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben çoktan ölmüş olabilirim” diye düşündüğü için sorularını hem geçmiş hem şimdiki zamanda soruyor.)
Karşı olduğu gruplardan bahsetmesini okurken ve ister istemez “peki ben bu denklemin neresindeyim” diye düşünürken, karşıma “Türkler” sayfası çıktı. Müslümanlardan ayrı, sadece Türklere atanmış bir sayfa. “Boğazın doğusunda yaşayabilirsiniz, ama köprüyü geçtiğiniz anda sizi de öldüreceğiz. Ülkenize dönün. Aya Sofya’nın minarelerini söküp Hristiyanlara geri vereceğiz”. Zaten silahına yazılmış kelimelerin içinde Viyana kuşatmasının da tarihi var. Anlayacağınız özel bir nefret, kaynağı da çok ilginç: Osmanlı İmparatorluğu. Tarrant’ın en büyük ilhamlarından (ve kızgınlıklarından) biri Haçlı seferleri ve Osmanlının İslam’ı yayışı. Tuhaf bir takıntı ile tarihin o dönemini bu dönemine kıyaslıyor, sanki aradan yüzyıllar geçmemiş gibi. Hatta “yeni doğan Tapınak Şövalyeleri” diye bir grubun desteğini aldığını da söylüyor.
Yazı çok normal, günlük bir konuşma diliyle yazılmış, hatta arada espriler bile var (“evet gazeteciler buna bayılacak” gibi). Okurken insan neredeyse yazarın 49 kişiyi öldürdüğünü unutuyor. İlham aldığı Anders Breivik’in çok daha uzun, daha ağır ve teknik bir dille yazılmış manifestosunun aksine yazı çok kolay okunuyor. Ayrıca canlı yayınladığı saldırısının (ki ben izlemedim) âdeta bir video oyunu formatında olduğunu okumuştum.
Bu da maalesef bu yönde ideolojileri ve eğilimleri olan bireylerin iknasını aslında kolaylaştırıyor, ki amacı da bu zaten: “Ben yaptım, siz de yapabilirsiniz” Örnek veriyor, hedef gösteriyor, zor olmadığını ve yapılmasını gerektiğini vurguluyor. Çünkü Batı’daki beyaz erkeklerin erkekliklerini geri alma zamanı geldi (!).