Yıllardır gelen geçen hükûmetlerin en çok politika yapıp üzerinde durduğu noktalardan biri devlet kolejlerinin kapatılması olmuştur. Ne zaman kolej sınavı dönemi gelir herkesin (özellikle kolejlere çocuklarını hazırlayan velilerin) aynı konu üzerinde klasikleşmiş cümlelerle, “çocuklarının ata çevrildiğini” ya da “çocuklarının çok yorulduğundan ve sınav dışında çocukların hiçbir aktiviteye zaman ayıramadığını” söyleyerek yakındığını duyarız. Yıllar içerisinde seçim dönemlerinde hükûmetlerimizin siyasi rant kazanmak amacıyla yaptığı politikalardan dolayı toplumumuzda kolej sınavları konusunda en iyi çözümün devlet kolejlerini kapatmak olacağı algısı oluşmuştur ve bu algı insanlar üzerinde, az da olsa, bugün de bulunmaktadır. Ancak esas uğraş verilmesi gerekilen sorun kolejleri kapatmak değil, kolej sınav sistemini değiştirmek, yani ezbere dayalı ve çocukları yarışmaya iten sınav yapısından kurtulmak olacaktır. Lakin, bu iş öyle bir iki dokunuşla olacak bir iş değildir. Eğer ezbere dayalı sınavdan kurtulmak istiyorsak öncelikle ezbere dayalı olan “eğitim” sistemimizden kurtulmamız gerekmektedir. Hukuksal ifadeyle söylemek gerekirse işin şekline değil esasına inmek gerekmektedir.
Ezbere dayalı olmayan eğitim sistemi nasıl olmalıdır?
Başta eğitimciler olmak üzere toplumdaki kişilerin “Eğitim sistemimiz ezberci.” ifadesinden tamamen kurtularak, sistemi değiştirmeye odaklamaları ve bu sistemi değiştirmek için çaba sarf etmeleri gerekmektedir. Zira inanmak, başarmanın yarısıdır.
Örnek olarak dünyada son dönemde popüler olmuş Finlandiya’daki eğitim sistemine bakacak olursak:
Çocuklar küçük de olsa karda kışta bile her gün en az bir saat dışarı çıkıyorlar, ki kar kış Finlandiya iklimi için sıradan bir durum. Çok sıkı giyiniyorlar ama mutlaka enerjilerini açık havada harcıyorlar, “Aman üşürsün, terlersin.” yok. İlkokul ve sonrasında 45 dakikalık dersler ile 15 dakikalık teneffüslere ek olarak 45 dakikalık teneffüsler var. Çünkü bu 45 dakikalık arada öğrenciler ancak giyinip dışarı çıkıp spor yapıyorlar.
Finlandiya eğitim sistemine büyük başarı kazandıran unsurlardan biri özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilerin ve öğrenme güçlüğü çekenlerin de diğer çocuklarla aynı okulda okuması. Böylece özel çocukları sosyal hayata dahil ediyorlar ve tek bir çocuğu bile kaybetmeyi göze almıyorlar. Okulda tek bir özel çocuk varsa bile sınıf açmak zorundalar, bu sınıflarda en fazla 10 öğrenci ve ihtiyaca göre 2 öğretmen oluyor. Mesela bazı sınıflarda görme sıkıntısı yaşayan öğrenciler için farklı bir bilgisayar konulmuş.
Eğitimde korku değil özgürlük öne çıkıyor. “Yapma.” demek yerine farklı fikirleri ifade etmeleri için öğrencilerini cesaretlendiriyorlar
El becerileri ve gündelik pratik bilgiler çok önemseniyor. Önceden kız öğrenciler ev ekonomisi, erkek öğrenciler ise marangoz atölyesinde çalışırken bu ayrımı ortadan kaldırmışlar ve kızların çok iyi marangoz olduğu anlaşılmış. Erkekler de kurabiye pişiriyor. Üstelik atölyelerde testereler, bıçaklar, tornavida gibi keskin uçlu tamir aletleri ortada geziyor, fakat yine de titizce kullanılıyor ve kazaya yol açmıyor.
Okulu sınırlayan bir bahçe duvarı yok, öğrenciler kendi sorumluluklarını alacak şekilde yetiştiriliyorlar. Dersleri bitince bisikletine binip gidiyorlar, duvar ile öğrenciye sınır çizmiyorlar.
Bizim ülkemizle kıyaslamak mümkün değil. Peki bizim sistemimizden aldığımız verim daha mı fazla? Sanırım bu konu üzerine uzmanların katılacağı ciddi tartışmalar ve gerekirse çalıştaylar yapılması gerekmektedir.
Yeni bir eğitim sistemi hangi temellere dayalı olmalıdır?
Bağımsız düşünme yeteneğine sahip, genel kültürü yüksek, sorgulayan ve eleştiren sosyal çocuklar yetştirmeye dayalı olmalıdır.
Türkiye’nin bu alanda önemli bir profesörünün ifadesi sanırım konuyu özetleyecektir: “Çocuklarımız sınıfa bilgiyi hapsetmeyen, sınıfın ötesinde bilgiye ulaşmaya çalışan bireyler olsunlar.”
Çocuklarda bilgi merakını uyandırmalıyız.
“Bugünün çocuklarını dünün yöntemleri ile eğitirsek yarınlarından çalarız.” – John Dewey
Kaynakça
- CNN Türk
Fotoğraf için tıklayınız.