Yazım boyunca olabildiğince fikir vermemeye çalışacak olsam da, sizin fikirlerinizi duymayı çok isterim. Sitenin yorum bölümünde belirteceğiniz her fikir üzerine tartışmak ve atladığım, farklı bakış açılarını duymak, hem benim bilgimi artırmamda yardımcı olacak, hem de diğer okurlara farklı bakış açılarını tattıracaktır.
Okuduğum bölümün bir kısmı politika. Kıbrıs’a her geldiğimde ise karşılaştığım tepkiler şöyle: “Politikanın da nesini okun be amma okumaya mı gerek var?”, “E be gavvole yalançı olacak başımıza.”
Peki neden böyle bir bakış açımız var? Ülke yönetmek, bilgimiz olmadan yapabileceğimiz bir iş midir? Ayağınız kırılsa tıp okuyan bir insana mı güvenirsiniz yoksa bir avukata mı? Bu seçim bize demokrasi adı altında veriliyor. Bize ayağımızın kırıklarını kime emanet etmeyi tercih ettiğimiz soruluyor. Birçok ülke de demokrasi yüzünden kırılmış ayaklarını avukatların düzeltmesini bekliyor.
Bölümümün bir kısmı ise felsefe. Özel olarak Antik Yunan filozofları çok ilgimi çeker. Zamanlarının çok ilerisinde mi düşünürlerdi, yoksa biz mi sosyal olarak çok az geliştik hep sorarım. En eski filozoflardan Sokrat, arkasından öğrencisi Platon, arkasından onun öğrencisi Aristo -ki Aristo’nun da Büyük İskender’in hocası olduğu söylenir- felsefeyi felsefe yapan insanlardandırlar. Bu üç isim, demokrasi hakkında çok farklı görüş ve fikirlere sahiptirler ve kesinlikle hepsinin görüşü doğrular ve yanlışlarla doludur.
Bana göre en çarpıcı olan fikir, Sokrat’ınki. Üzerine bastığı düşünce “ship of fools”, tam olarak Türkçe karşılığını bulamasam da “aptallar gemisi” olarak tercüme edilebilir. Sokrat’a göre, batmakta olan bir gemide eğer bir kaptan ve mürettebat varsa, sorulan soru, “Bu gemide kim kaptan olmalıdır?” değildir. Cevap çok basit değil mi? Gemiyi bilgisi ve deneyimi olan kaptanın yönetmesi gerekir tabii ki. Sokrat için de öyledir, bu yüzden sorar: “Peki neden halkın gemisini kaptan mı yönetsin yoksa kürekçi mi yönetsin diye oylarız?”
Sokrat burada çok ciddi bir noktaya parmak basar. İşi bu olan, bu doğrultuda eğitim almış, bakış açısını şekillendirmiş, farklı yönetim yöntemleri hakkında bilgisi olan biri yerine, tıp okumuş biri ülkeyi yönetirse, o ülkenin ne kadar gelişme potansiyeli vardır? Ama bu noktadan daha da önemli bir noktaya işaret eder. Neden herkese oy hakkı veririz? Bu soru asırlarca sorulan bir soru olmuştur. 19. yüzyıla kadar da çok uygulanmayan bir sistemdir aslında demokrasi. Gerçekten anlatıldığı kadar var mıdır? Bu kadar iyi ve etkili bir sistem midir? Herkesin oy verecek kadar bilgisi ve doğru oyu verecek kabiliyeti var mıdır? Ülkenin yönetimini doğru insanlar mı belirler?
Platon, bu konuda çok radikal bir görüş belirtir. “Filozoflar kral, krallar filozof olmalıdır.” der. Peki bu doğru bir görüş müdür? Felsefe insanların düşünmesi, insanlığın gelişmesi için vardır. Bu bakış açısından baktığımızda Platon’un nereden bu fikre vardığını anlarız. Platon yazılarında demokrasinin her ne olursa olsun zorba liderlere ve baskıcı devletlere yol açtığını söyler. Burada zamanının ne kadar ilerisini görebildiğini anlayabiliriz. En yakın zamanlardan örnekleri sizin de aklınıza gelmiştir. Biraz kuzeyimize bakarsanız şimdiki zamanın liderlerinde de bu baskı ve zorbalıklara örnekler bulabilirsiniz.
Platon, bu üçlüden demokrasiye en yakın olan filozof gibi görünüyor. Demokrasinin tamamen saçmalık olduğunu düşünmese de, insanların yeterince bilgili ve yetenekli olmadığını düşündüğünden ötürü, kendi zamanında halkın demokrasiye hazır olmadığının aşikâr olduğundan bahsediyor. Bu fikrin de bugün için geçersiz olduğu pek söylenemez. İnsanların dış görünüşlerine, paralarına ve envaiçeşit ülke yönetimiyle alakası olmayan faktörlere bakılması, demokrasiyi amacından sapmış bir sistem gibi gösteriyor. Sizce de öyle değil mi?
Platon’un öğrencisi Aristo, Platon’dan farklı bir çözümü olsa da, demokrasinin mantıklı bir yöntem olmadığına katılır. Onun çözümü, Platon kadar kısıtlayıcı değildir. Aristo, “Polity” diye adlandırdığı, demokrasinin bir parça yer aldığı ama kesinlikle yönetime bilgili insanların geçmesi gerektiğini savunan bir yöntemle karşımıza çıkar. Zengin ve fakir insanlardan oluşan iki kesim, halkı oluşturur. Halkın kontrolü ise bütün halkın verdiği ortak yetkiyle en bilgili ve başarılı olacak insanlara verilir. Bu seçilen insanlar erdemli bir hayat geçirmelidirler. Aristot’un erdemli hayat anlayışı için bu linke bakmanızı tavsiye ederim. Teoride çok iyi duyulabilir, ama günümüzde pek gerçekçi gelmeyen bir uygulamadır.
Demokrasiyi bu kadar taşladığımıza göre şimdi asıl soruyu soralım: Demokrasi olmazsa ne olacak? Yasal yollardan başa gelmelerine rağmen kendi fikirlerini gerek seçimlerle oynayarak gerek insanların beyinlerini yıkayarak uygulayıp, yasa dışı bir şekilde yıllarca başta kalan liderlere dur denilemiyor. Diktatörlüğün, özellikle de ırkçı, aşırı milliyetçi bir diktatörlüğün, işe yaramadığı aşikâr. Kişi veya küçük gruplara çok fazla güç vermek işe yaramıyor. Ama insanların ülkeleri için en iyisini seçme yetenekleri var mıdır? İnsanlar kötü düşünmeyebilir, en iyisini seçtiğini düşünebilir ve hatta emin olabilir, ama cidden en iyisi çoğunluğun seçtiği midir?
Her ne sistem olursa olsun, insanların özgürlükleri savunulmalıdır. İnandıklarımız, hedeflerimiz ve isteklerimiz doğrultusunda savaşmalı, tartışmalı ve değişime açık olmalıyız. İstediğimiz bireyi eleştirebilmeli, istediğimizi savunmalı, istediğimiz her şeye erişebilmeli ve bilgiye olabildiğince kolaylıkla ulaşabilmeliyiz. Kendimizi geliştirdikçe, halkımızı geliştiririz.
Fotoğraf için tıklayınız.