Nükleer. Kimileri için ölümü çağrıştıran bir korku, kimileri için kıyamet senaryosu, kimileri için ise tapınılası bir güç. Çok tehlikesi olmasına karşın, büyük devletler bu kaynağı kullanmaktan geri kalmıyor. Özellikle geçen yüzyıl meydana gelen, şu an Netflix’te dizisi de çekilen Çernobil Nükleer Santrali’ndeki kaza, bu toplumlararası paranoyanın bu noktalara gelmesinin en büyük sebeplerindendir.
Dünya üzerindeki neredeyse herkes, olası bir nükleer kaza durumunda bir felakete sürükleneceğimizden korkuyor. Tabi bu kaza olasılığı bir tek nükleer santralleri kapsamıyor. Nükleer maddeler sadece enerjide kullanılan şeyler değil, tıp alanındaki gibi faydalı kullanımlarının yanında, insanlığın doğasında yer alan vahşilik hâlen nükleer başlık üretmemizin ve bunları saklamamızın önünü açıyor. Özellikle Soğuk Savaş döneminde yaşanan gerginliklerin bugünkü çok kutuplu dünyada yaşanması, bizi on yıllar sürecek bir nükleer kışa götürebilir.
Çin gibi, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin enerji ihtiyaçları her geçen gün inanılmaz bir şekilde artıyor. Bu iki ülkenin 2035 yılında Dünya enerji tüketiminin üçte birini karşılaması bekleniyor.[1] Zaten hâlihazırda bu iki ülke toplam artışın yarısını da oluşturuyor. Diğer gelişmekte olan ülkeler de hesaba katıldığında ortaya inanılmaz bir enerji açlığı ve bu açlığı gidermek için ortaya atılan fikirler çıkıyor.
Bunun yanında geçmişten beridir kömür gibi, petrol gibi kaynakları çoklukla kullanan OECD ülkeleri ve diğer gelişmiş ülkeler var. Bu ülkeler şu an bile çok büyük emisyonlara kaynak oluyor. Fakat bu ülkelerin ayrıca Kyoto Antlaşması, Paris İklim Antlaşması gibi emisyonlarını önemli derecede azaltmaya söz verdikleri uluslararası hedefler var. Peki bu emisyonlar enerji kullanımını azami derecede etkileyecek şekilde nasıl azaltılabilir?
IPCC’nin (Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli) 2014 yılında hazırladığı rapora göre bir enerji kaynağının sürdürülebilir olabilmesi için her kilovat saatlik enerji üretimi için en fazla 100 gram karbondioksitin salınması gerekiyor.[2] Kömür enerjisi kilovat saat başına sınırın 7 kat üstünde ortalama 700-900 gram karbondioksit üretirken, bu doğal gazda 500 g civarı, güneş panellerinde 40-50 g, rüzgâr enerjisinde 10-15 g ve nükleerde ise yine 12 g civarındadır. Yine son teknoloji, filtreli termik kömür ve doğal gaz santrallerinde salınan karbon miktarı yine de 100’ün üzerinde.[3] Bu rakamlar ilk üretimden (maden çıkarma, işleme, inşa etme) son tüketime kadar olan emisyonları kapsıyor.
Yenilenebilir enerji kaynakları sınırın çok altında çevre dostu konumda olduğu için sıkça tercih ediliyor. Fakat bu kaynaklar enerji ihtiyacının tümünün bel bağlayacağı kadar “güvenilir” değil. Geceleri ve kış aylarında güneş olmaz ve üretim düşerken, rüzgârsız günlerde üretim çok az seviyelerde oluyor. Bunlardan elde edilen fazla enerjiyi depolamak şu an için çok pahalı ve verimsiz.
Nükleer, bu açıdan bir çok avantaj sağlıyor. Üretimin istenildiğinde artırılıp azaltılabilmesi, düşük karbon emisyonları ve arz açısından “güvenilir” durumda olması çekici oluyor. Fakat halkın korkuları, ve az tutulması devletlerin var olan üzerinde çalışmalarına ve alternatif aramalarına sebep oluyor.
Eski teknoloji nükleer santraller bir bir piyasadan çekilirken yerlerine eskisinden çok daha güvenlikli ve prosedürlü yeni teknoloji santraller devreye alınıyor. İnşaya başlamadan daha fazla testler ve fizibilite raporları hazırlanıyor. Miadı dolan eski üniteler devreden çıkarılıyor, radyoaktif atıklar için binlerce yıl güvende tutulabilecek depolama alanları (Onkalo Madeni, Finlandiya) yaratılıyor. Hâlen devreden çıkarılmayan ve zar zor ayakta tutulan Metsamor (Ermenistan) gibi santraller, büyük tehlike saçmaya devam ediyor, var olan az popülariteyi daha da azaltıyor.
Nükleer santraller eskiden beri taşıdığı riskler yüzünden hep çevreci grupların haklı olarak hedefinde oldu. Bugüne kadar Nükleer santrallerde ciddi etki diyebileceğimiz 3 kaza oldu. Bunlardan ilki 1979 yılında Amerika’daki “Three Mile Island” tesisinde, ikincisi 1986 yılında Sovyet Ukrayna’sındaki “Çernobil”de ve sonuncusu 2011 yılında Japonya’daki Fukuşima nükleer santralinde oldu.
Bunlardan en bilineni ve popülariteye en çok zarar vereni olan Çernobil, yönetim hatası yüzünden meydana geldi ve politikacıların çıkar hırslarıyla çok ciddi seviyelere ulaştı, aynı hatalar bir daha tekrarlanmamak üzere dersler çıkarıldı (Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği’ne göre 7). Three Mile Island kazası bugüne göre çok daha ilkel teknoloji şartlarında oluşan devre aksaklıkları sonucunda meydana gelirken, sonuncu büyük afet olan Fukuşima Kazası ise büyük bir tsunami afeti sonrasında meydana geldi. Bunların üçü de öyle ya da böyle, önlenebilir şeylerdi.
Bugün dünyanın bir çok ülkesi nükleer kullanmaya devam ediyor, bu kazalar “sağ olsun” eskiye göre çok daha güvenli bir enerji kaynağı. Özellikle gelişmiş ülkelerde, var olan güvenlik prosedürleri ve bakımlar sürekli yenileniyor, güncelleniyor. Mekân seçimi konusunda daha hassas davranılıyor, deprem ve meteorolojik doğal afet bölgelerinden uzak duruluyor, ki yanı başımızdaki Akkuyu inşaatı hakkında tersi yönünde, çeşitli kaynakların resmî kaynaklarca doğrulanmayan iddiaları da mevcut.
Yani diyeceğim, santrallerin bakımı düzgün, yönetimi şeffaf ve liyakat üzerine yapılır, yer seçimi de uygun olursa, gayet düşük riskli ve güvenli bir enerji kaynağıdır nükleer. Aksi takdirde medyanın ve halkın eleştirileri, korkuları sonuna kadar haklıdır. Benim isteğim bu hassas konuda her açıdan azami dikkat gösterilmesi ve uluslararası standartlarda olabilecek en güvenli koşullarda yapılmasıdır. Hele ki enerji ihtiyacının ve açıklığının yüksek olacağı bir gelecekte, yenilenebilir enerjilerin “az güvenilirliği” dikkate alındığında, düşük karbonlu bir gelecek istiyorsak; nükleer kaçınılmazdır.
Sizi bilmem ama, beni düzgün yönetildiği takdirde yüz binde veya belki milyonda bir riski olan nükleer facia senaryolarından çok, neredeyse gerçekleşmesi kesin olan iklim değişikliği felaketleri ve enerji-petrol savaşları daha fazla korkutuyor. Siz de nükleer felaket senaryolarıyla kendinizi daha fazla korkutmayın.
Kaynakça
[1] U.S Energy Information Administration, (2011) International Energy Outlook 2011
International Energy Outlook 2018: https://www.eia.gov/outlooks/ieo/pdf/executive_summary.pdf
[2] Schlömer S., Bruckner T., Fulton L., Hertwich E., McKinnon A., Perczyk D., Roy J., Schaeffer R., Sims R., Smith P., and Wiser R., (2014) Annex III: Technology-specific cost and performance parameters. In: Climate Change 2014: Mitigation of Climate Change. Contribution of Working Group III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.
[3] Pehl, M., Arvesen A., Humpenöder F., Popp A., Hertwich E. G., Luderer G., (2017) Understanding future emissions from low-carbon power systems by integration of life cycle assessment and integrated energy modelling, Nature Energy, doi: 10.1038/s41560-017-0032-9
Fotoğraf için tıklayınız.