Cumartesi günü Amerikan bir arkadaş ile yola çıktık. En sevdiği yerlerden olan Eski Lefkoşa’da dopdolu bir gün geçirmek hedefimizdi. Tam Büyük Han’a doğru giderken kaybolmuş Meksikalı bir turist bize şehir merkezine nasıl gidebileceğini sordu. Lefkoşa’mızın şehir merkezi yoktur ki, her yer kendince bir merkezdir. Dedik ki bize katıl, seni Büyük Han’a götürelim. Yolda Özerlat kahvesinde kahve içtik, ekmek kadayıfı denediler. Büyük Han’a varınca orada Kıbrıslı Türk ve Rumların bir arada olduğu bir ortamda bulduk kendimizi, dükkânları gezdik, ağırlandık, hoşça karşılandık. Aynı zamanda Amerika’dan olan arkadaşımın kameraman aile dostu bize katıldı, birlikte gidip Saraba’da birbirinden güzel Kıbrıs yemeklerini yedik, Kıbrıs tarihi hakkında konuştuk.
4 kişi yolumuza Lefkoşa’nın ara sokaklarını karış karış dolaşarak, Saçaklı Ev’den, Dikili Taş’tan, Girne Kapısı’ndan, her gördüğümüz yerin tarihini ve önemini konuşarak, Zahra Sokak’a kadar devam ettik. Ara bölge hakkında konuştuk. Kameraman arkadaş yıkık evleri, kurşun izlerini, tarihi, yeşil hattı, Birleşmiş Milletler’in nöbet kulesini, sanatçımız Bener Hakkı Hakeri’nin büstünü, oradaki muazzam güzellikte ama bakılmamış, bakılamamış evleri çekti. Hayret ettiler. Bizim bakmamamıza hayret ettiler. Oradan Ledra Palace sınır kapısına gittik, Kıbrıs’ın ilk ve en büyük iki toplumu birleştiren evi Home for Cooperation’da durduk, Kıbrıs’ı konuştuk. Kıbrıs’a bayılmalarından bahsettiler, durumun bu denli kötü olduğunu bilmediklerinden, her yardıma açık olduklarından bahsettiler. Rum polisinin yanına gittik, duvarlardaki propagandaları okuduk. Geri Kuzey tarafına geçerken, rahatsız edici “Turkish Republic of Northern Cyprus FOREVER” levhası dikkatlerini çekti. Biraz daha Kıbrıs’tan bahsettik. Dereboyu’na gittik. Kuzey Kıbrıs’tan, devletimizden, politik sorunlarımızdan bahsettik. Bildiklerini anlattılar, bildiklerimi anlattım. Eski Lefkoşa’ya geri döndük. Lokmacı Kapısı’ndan tam geçiyorken, Rum bir arkadaşım bize seslendi. Kuzey’deydi, birlikte oturmaya davet etti. Kameraman ayrıldı; bir Amerikan, bir Meksikalı, bir Kıbrıslı Türk ve bir Kıbrıslı Rum, bir kafede oturduk. Kıbrıs’tan bahsettik, geleceğimizden bahsettik. Hafif bir rüzgâr eşliğinde, Surlariçi’nin mükemmel atmosferinde, muazzam insanlarıyla çevrili bir işletmede, hayvanlarla iç içe, sadece konuştuk, tartıştık.
Sonra Rum tarafına geçtik. Rum polisi aynı kimliğe sahip olmamıza rağmen, Rum arkadaşıma kimlik sormadı, bana sordu, sıraya girmemi istedi. Amerikan ve Meksikalı ise farklı bir sıraya girdi. Uzun Yol’u yürüdük, Rum arkadaş ayrıldı, biraz gezip başka tanıdıklar eşliğinde yemeğe gittik, daha çok Kıbrıs konuştuk. Yemeğe bayıldılar. Kıbrıs’a bayıldılar. Meksikalı bize çok teşekkür etti, Kıbrıs’a kesinlikle tekrar ve tekrar geleceğini söyledi. Yol sorduğu insanlarla, yerli insanlarla bir gün geçirmenin mutluluğuyla ayrıldı. Biz de dağıldık. Meksikalı bir gezgin ve Amerikalı bir Kıbrıs âşığı ile bütün günü Kıbrıs hakkında konuşarak, Lefkoşa’mızı gezerek, kültürümüzü anlatarak geçirdik. Cennet adamıza ne kadar kötü baktığımızı, değerini anlayamadığımızı gördük. Lefkoşa’nın muazzam yerlerini gördük, mükemmel yemeklerini yedik, ilginç insanlarını tanıdık, hayvanlarını sevdik, havasını soluduk.
Gün içinde en çok duyduğum ve en çok üzerinde durduğumuz kelime neydi söyleyeyim: Potansiyel. Kıbrıs’ımızın potansiyeli, Lefkoşa’mızın potansiyeli, kültürümüzün, mutfağımızın, insanlarımızın potansiyeli. Çünkü dışarıdan bakan insanlar bunu görüyorlar, fark ediyorlar. Biz fark etmiyoruz, edemiyoruz; etsek bile bir şey yapamıyoruz. Yoksa yapamıyor muyuz? Yapabilir miyiz? E, yapanlar yok mu? Var!
Sevgül Uludağ var. Tek başına binlerce kayıp şahsın izini sürerek iyi bir ekiple beraber kimliklerini gün yüzüne çıkaran bir kadınımız. Cennet adamızdan çıkan bir Nobel Ödülü adayı. Hem de Kıbrıs’ımızın en çok ihtiyacı olan Barış dalında. Niyazi Kızılyürek var. Avrupa Parlamentosunda bir Kıbrıslı Türk olarak ilk defa koltuğa hakkıyla oturdu. Çalışmalarının karşılığını layığıyla aldı, çok iyi işler yaptı; bu platform ve olanaklarla daha da yapacağına inanıyorum, inanıyoruz. Kültürümüzü yaşatan ve duyuran belediyelerimiz var, başkanlarımız var. Kâmran Aziz gibi, Bener Hakkı Hakeri gibi üreten, uğraşan sanatçılarımız var. Dünyanın en büyük şirketlerinden birkaçını kurup yıllarca Kıbrıs’a yatırım yapan Asil Nadir var. Halkı için cebinden veren, kendinden veren Dr. Fazıl Küçük var.
Daha niceleri var adamız için; bizim için çalışan, potansiyeli görebilen ve bu potansiyel uğruna bir şeyler yapan. Peki sen ne yapıyorsun? Sen neden bu insanlardan biri olmayasın?
Fotoğraf: William McKnight.