Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişiminin üstünden 3 yıl geçmesi ile birlikte ülke tarihinin darbe ve muhtıralarla lekelenmiş yüz senelik tarihine yeni bir anekdot eklendiğini söylemek pek de yanlış olmaz. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan genç nüfus için “darbe” konsepti artık anne babalarımızdan duyduğumuz hikâye ve anılardan ibaret olmayıp, hepimizin birinci şahıstan gözlemleyebildiği bir hadise hâline geldi 2016 yılı itibariyle.
15 Temmuz günü her ne kadar önümüzdeki günlerde üçüncü kez “Demokrasi ve Millî Beraberlik” Bayramı olarak kutlanacak olsa da biz Kıbrıslılar için 15 Temmuz’un anlamı ve önemi başkadır. Bir Türk’e göre demokratik bir direnişin yıl dönümüdür 15 Temmuz, ama gerek Rum gerek Türk Kıbrıslı için Kıbrıs’taki barışın ölümünü perçinleyen Yunan destekli 15 Temmuz darbesinin 45. yıl dönümüdür.
Bir Türk için demokrasi ve millî beraberliği temsil edebilse de 15 Temmuz günü, biz Kıbrıslıların hafızasında ülkemizin ve insanlarımızın fiziksel ve şimdilik kalıcı olarak ikiye bölüneceği 20 Temmuz-14 Ağustos 1974 sürecinin başlamasındaki son büyük hadise olarak tarihe geçti.
Bir Türk için ülkenin bağımsızlığına uzatılan elin kırılması olarak anılabilir 15 Temmuz. Ama Kıbrıslıların gerek Türk gerek Rum, gerek EOKA’cı gerek TMT’ci o gün hep bir ağızdan, Jül Sezar’ın Roma Senatosu’na baş kaldırarak ordusuyla Rubicon nehrini geçip Roma’ya girerken sarf ettiği şu sözleri söylediği gündür 15 Temmuz günü:
Alea iacta est.
Zar atıldı.
Antik Roma döneminde İtalya sınırlarının dışındaki vilayetlerin başındaki veya sefere çıkmış olan generallerin Roma İmparatorluğu’na döndükten sonra ordularını Kuzey İtalya’da bulunan Rubicon nehrinin Kuzeyinde bırakmaları bir mecburiyetti. Roma Senatosu, ordusunu nehrin güneyine geçiren bir generalin ayaklanma, vatana ihanet ve savaş ilanı girişimi içinde olduğunu bu şekilde değerlendirirdi. M.Ö. 49 yılında Galya seferinden dönen Jül Sezar’ın On Üçüncü Lejyonu ile Rubicon nehrini geçerken de “alea iacta est” cümlesini kurduğu söylenir. Bunun anlamı da geri dönüşü olmayan bir yola girildiğini belirtmektir.
2016 yılının 16 Temmuz günü darbeci askerlerin dağıtılmasıyla Türkiye derin bir “oh” çektiyse de, Kıbrıs tam 45 yıl önce, 16 Temmuz 1974 sabahına; Başkanlık Sarayı’nda tanklar, Yunanistan destekli bir darbe, firarda bir Makarios ve ülkenin başına atanmış nam-ı değer “Türk katili” (Camp, 1980, 57)* Nikos Sampson ile uyandı. Zar bu sefer gerçekten de atılmış, Soğuk Savaş’ın pençesindeki Akdeniz bölgesi ve özellikle Kıbrıs geri dönüşü olmayan bir yola girmişti.
Söz konusu Kıbrıs ve özellikle Kıbrıs Sorunu olunca birçok olay gelir aklımıza; 63 olayları, 67 olayları, 20 Temmuz, 16 Ağustos, Annan Planı vs… Lâkin gerek akademik literatür gerek toplum hafızasında bu bahsettiğim olaylar kadar önemli olmasına karşın onlar kadar yer tutmayan bir olaydır 15 Temmuz darbesi. Bu nedenle darbeden kısaca bahsetmenin faydası çoktur, çünkü günün sonunda ileriki günlerde 45. yıl dönümünün kutlanılacağı 20 Temmuz müdahalesinin gerçekleşmesindeki kuşkusuz en önemli unsur Yoannidis rejiminin düzenlediği 15 Temmuz 1974 darbesidir.
Sizleri Makarios ve Yunan Cuntacıları’nın aralarındaki gerginlikler, askerî unsurlar veya bu olayların 20 Temmuz Harekâtı’na nasıl ön ayak olduğuna dair detaylara boğmayacağım. Bu tarihi anekdotlar zaten derinlemesine bir şekilde gerek Türkçe gerek İngilizce olarak derlenmiş bulunmaktadır. Yazının sonunda birkaç kaynak tavsiyesinde bulunacağım.
Kıbrıs’taki Yunan Darbesi, kökü Yunan irredantizminde olan Yunan milliyetçiliği ve Kızılyürek’in de dediği gibi, buna tepki olarak ve diyalektik bir biçimde gelişen Kıbrıs Türk milliyetçiliğinin (Kızılyürek, 1998) 1958-1974 yılları arasındaki çarpışmasından bize kalan bir miras. Bu miras da bölünmüş bir ülke, ayrılmış ve kutuplaşmış iki toplum ve kapanmak bilmeyen bir yara.
Sözün kısası, 15 Temmuz günü her ne kadar Türkiye’deki darbe girişimine direniş olarak hatırlansa ve Kıbrıs toplumunun aklında her ne kadar unutulsa da kara bir leke olarak yerini korumaya devam edecektir. 45. yıl dönümünü üzüntüyle geçirdiğimiz bugünde geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarıp geçmişimizle yüzleşmemiz geleceğimiz için büyük bir önem teşkil etmektedir.
Günün sonunda zar atıldı mı beraberinde neler getireceğini tahmin etmek çok güç. Jül Sezar’ın Rubicon’u geçişi Roma’yı dört yıllık bir sivil savaşa, Yoannidis destekli Yunan Darbesi de Kıbrıs’ı bölünmeye sürükledi.
*Sampson bu lakabı 1963 olayları esnasında EOKA bünyesinde Türk köylerine yapılan saldırılarda gösterdiği Türk nefreti ve gaddarlığıyla aldı.
Referanslar
Glen D. Camp, “Greek-Turkish Conflict over Cyprus”. (1980). 95(1), Political Science Quarterly, 43.
Niyazi Kizilyurek, “The Politics of Separation and the Denial of Interdependence”. (1998). 10(2), The Cyprus Review, 33.
Yunan Darbesi’nden 16 Ağustos’a kadar olan zaman dilimi için aşağıdaki kitapları şiddetle tavsiye ederim:
Birand M. A., 30 Sıcak Gün (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1975).
Drusiotis M., Cyprus 1974: Greek Coup and the Turkish Invasion (Mannheim; Mohnesse: Bibliopolis, 2006).
Fotoğraf için tıklayınız.