Liberalizm: Bir Özet

“Sağda da solda da uzun süre paylaşıldığı söylenebilir bu imgenin: Liberalizm fazla serin, heyecansız, biraz tuzu kuru, yukarıdan bakan bir tavrın ifadesi ve bir nevi lâkaydı [ilgisizlik] addedilir.”

-Tanıl Bora, Cereyanlar, İletişim Yayınları, 2017, s.519.

 

Bu cümle Tanıl Bora’nın Türkiye’deki siyasi düşüncelerin tarihini anlatırken, liberalizmin tarihine başladığı bölümün ikinci cümlesi. İlki Erbakan’ın liberalizme “renksiz görüş” sıfatını yakıştırması.

 

Bu yazıda ise ben, Sevgili Mert Yücel’in kendi görüşü anarşizmi anlattığı yazının formatını takiben, kendi gözümden liberalizmi anlatacağım.

 

***

 

Liberalizmin “başlangıcı” olarak 17. yüzyılda John Locke’un kaleme aldığı “Two Treatises of Government” çalışmaları liberallerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilir. Bu çalışmalarda Locke benim bahsedeceğim iki önemli konseptin önünü açar: İnsan hakları ve hoşgörü.

 

İnsan hakları ne kadar kendi başına bir hukuk alanı olsa da liberalizmin temel taşlarından biridir. Liberal görüşte insan hakları her bir bireyin bireysel özgürlüğünü temel alarak tasarlanmış haklardır ve yasaların temelini oluşturur. Locke, bu hakların “doğal haklar” olduklarını, yani insanların bu haklara basitçe rasyonel bir birey oldukları için doğal olarak sahip olduklarını düşünür, ancak bu hakların korunmasının yasalarla sağlandığından bahseder; hürriyet (liberty) ile yasaların kısıtlayıcı yapısı arasındaki ilk bakışta göze çarpan çelişkiyi ise şöyle açıklar:

“Yasa yapma ehli olan her yaratılışın herhangi bir vaziyetinde eğer yasa yoksa, hürriyet de yoktur. Zira hürriyet başkalarının baskı ve şiddetinden hür olmaktır. Yasa yoksa, bu olunamaz. Ancak hürriyet, söylendiği gibi, her ferdin keyfine göre davranması değildir (zaten kim hür olabilir ki, her ferdin keyfi bir başkasında hâkimiyet kurabilirken?). Hürriyet bireyin yasalar dâhilinde istediği gibi kişiliğini, kararlarını, eşyalarını ve bütün mal varlığını düzene sokup bozabilmesidir; böylece bir başkasının keyfî iradesine bağımlı olmadan, özgürce kendi iradesiyle yaşamasıdır.”

-John Locke, Second Treatise of Government, VI. Bölüm, 57.*

 

Peki “bireysel özgürlük” nedir? Bir toplumu oluşturan en temel ünite olan bireyin özgürlüğünü temel almaktır. Burada belki görüş ayrılığı yaşayabilecek liberaller olabileceğinden, benim görüşüm özgürlüğün bireysel özerklik ile ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Özerklikten kasıt, bireyin kendi kararlarını, elindeki imkânları da kullanarak, kendi hedefleri doğrultusunda alıp, kararların sonuçlarından da kendinin sorumlu olmasıdır. Böylece bireysel özgürlükten anlaşılan, tıpkı Locke’un dediği gibi, bireyin kendi iradesiyle yaşayabilmesidir.

 

Hoşgörünün önemi bu bireysel özgürlüğü tanımak ile ilgilidir. Bir şahsın sizden aksi veya farklı bir görüşe, dine, millete, renge veya dile mensup olmasının o şahsın bireysel özgürlüğü çerçevesine girdiğini, bu çerçeve dâhilinde baskılardan ve dışlanmaktan hukuken korunduğunu bilmek ve her şeyden öte bunu kabul etmektir. Burada ayrıca parantez açmak istiyorum ki “saygı” zorunlu bir şekilde hoşgörü ile beraber hissedilmesi gereken bir duygu değildir. Kimse kimsenin görüşüne saygı göstermek zorunluluğu olmamakla birlikte herkes herkesi eleştirme özgürlüğüne de sahiptir. Çizilen sınır, yine tekrarlayacağım, bu farklılıkları kabul etmek ve hukuken bu farklılığın muhafaza edilebileceğini bilmektir.

 

Hukuktan bu kadar bahsetmişken konuyu açmakta fayda var. Liberalizmde hukukun üstünlüğü ideoloji içerisinde en sorgulanamayacak ögedir. Zira yukarıda bahsettiğimiz insan hakları yasaların verdiği güç ile hukuk tarafından savunulur. Hukukun zayıf bir yapıya sahip olması veya kolayca gözden çıkarılması bireyin hürriyetini de bir o kadar savunmasız hâle getirir. Bu açıdan “hukuk devleti” kavramı ayrıca liberal bir kavramdır.

 

Yasaların gücünden bahsetmek, yasaların nasıl oluşacağını da anlatmayı gerekli kılar. Bireysel özgürlük temelinde yaratılan yasalar, bu yasalara tabi bireyler arasındaki görüşlere bakmaksızın tarafsızlık ve eşitlik prensiplerine uymalıdır. Tarafsız, çünkü herkesin kendi özgürlüğü gereği iradesiyle seçtiği tarafına veya tarafsızlığına bakılmaksızın yargılanması lazımdır. Eşit, çünkü bir görüş bir diğerinden daha doğru, yanlış, üstün veya değersiz olduğuna hukukun evvela iddiası olmaması lazımdır.

 

Bu mantığı takip ederek vardığımız sonuç temel olarak devletin tarafsız ve eşit olmasıdır. Mamafih, sınırlı da olması. Sınırlı devletten kast edilen aslında liberalizm çerçevesinde esnek bir kavramdır. Tek önemli ve asgari müşterek unsur bireysel özgürlüklere zeval getirmeyecek şekilde devletin tasarlanmasıdır. Tam da bu noktada, çoğunlukla klasik liberalizme ve “kesinlikle” neoliberalizme aykırı kabul edilen bir unsur olmasına rağmen, kendi fikirlerime dayanarak devletin “refah devleti” olabilme özelliğinin aslında liberal bir devlet için müsait bir özellik olduğunu söylemek isterim. Kanımca “fırsat eşitliği” prensibine dayanarak refah programlarının geliştirilmesi ve bu doğrultuda devletin vergi ve kaynak özgürlüklerini kısıtlayarak bireysel kalkınma özgürlüğü yaratması mümkündür.

 

Son olarak açıklık getirmek istediğim açı liberalizmin ekonomik tarafıdır. Aslına bakılırsa bugün liberalizm kelimesi piyasa ekonomisi ile neredeyse eş anlamlı hâle gelmiştir. Bu esasta doğru bir yaklaşımdır, ancak yanlış olarak değerlendirdiğim yaklaşım ise liberalizmin sadece ekonomik bir hadise olarak, münhasır bir şekilde görülmesidir. Bu yüzdendir ki “TRT’yi de satacağız” gibi özelleştirme odaklı lakırtıların teorik olarak liberal duyulsa da sadece bundan ibaret olduğunu düşünmek aslında Türkiye siyasetinde sık şekilde görülen, hem de savunucuları olduğunu iddia eden kişilerce, liberalizmin yanlış veya eksik anlaşılmasıdır**. Sadece piyasa ekonomisi yaratarak liberalizmin başarılı olacağını düşünmek saflıktır. Yukarıda bahsettiğim temeller bir ülkede inşa edilmediği hâlde piyasa ekonomisi yaratılmaya çalışılmasının (her zaman olmasa da) genellikle belli bir zümrenin nemalanacağı, devletin gölgesinde yeşeren bir yolsuzluk düzenine yöneleceği ihtimalinin yüksek olacağının öngörülmesi zor değildir. Bu cümleyi de “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” manasında düşünürseniz, bu sizin bireysel özgürlüğünüz kapsamına girecektir.

 

Piyasa ekonomisi, özünde liberal bir düzenin muhafızıdır. Hukuk düzeni, devletin sınırlılığı ve bireysel özgürlükler tehdit altında olduğunda, bireylere kendi haklarını korumaları için yeterli kaynakları edinmeleri için en önemli araç olarak görülebilir. Kısaca demek istediğim, piyasa ekonomisi, sadece refah ve huzur açısından yarattığı getirimler değil, ayrıca sistem içerisinde bir nevi “yangın alarmı” duyulunca gelmesi beklenen “itfaiye” olarak da görev görecektir.

 

Liberalizm pek çok, bizim çevremizdekiler dâhil, politikacının bahsettiği gibi tadı tuzu olmayan bir ideolojiden daha uzak olamazdı. Yanlış bir biçimde çağdaşlık veya batıcılık ile ilişkilendirilmesi, yani çağdaşlaşmanın veya batılılaşmanın doğal bir gereksinimi olarak görülmesi bu tarz yaklaşımların belki de önemli bir ölçüsünü oluşturur. Oysa liberalizm çağdaşlığın ön koşulu değildir, zaten çağdaşlığın tanımı sadece liberalleşmek ile eş değer değildir. Bu yüzden bu yazı itibariyle temennim liberalizmi sadece batının bir ideolojisi olarak değil (öyle olduğunu inkâr etmiyorum), ayrıca insan odaklı ve bugün bireye en fazla önem ve özgürlük yükleyen düşünce tarzı olarak görülmesidir.

 

***

 

Kuzey Kıbrıs’ın kısa tarihi boyunca ideolojik bakımdan donanımlı bir liberal siyasi oluşum görülmemiştir. KTTO, KTSO gibi oluşumlar olmasına rağmen sadece ekonomik kanattan bakış açısının yetersizliğini yukarıda da bahsettim. Bu açıdan kendi jenerasyonum ve yeni nesle zaten siyasi olarak daha aktif olmalarını sürekli bir şekilde yinelesem de bu yazı ile, belki liberalizm olmasa bile, ideolojik bakımdan sadece kulaktan dolma bilgiler ışığında düşüncelerini şekillendirmemelerini talep ediyorum. Savunmak istediğiniz fikri, ne olursa olsun, bilerek ama en önemlisi bildiklerinizi de şüpheyle savunun.

 


 

*İngilizceden kendi çevirimdir.

 

**Sayın Berke Dağlı ile bu konunun gırgırını sıkça yaptığımız gerçeğini göz önüne alarak beni ve liberalizmi savunduğu, Sevgili Mustafa ile ortak yapımı “Look at the Tabella – Tabella Özel” programına buradan selam ediyorum.

 

Notlar

Resim: Eugène Delacroix, 1830, Halka Yol Gösteren Özgürlük

Türkiye’nin siyasi düşünce tarihine ilgili olan arkadaşlar kendi görüşlerinin veya merak ettikleri düşüncelerin tarihini irdelemek isterlerse İletişim Yayınları’nın “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” serisine göz atmalarını tavsiye ediyorum.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir