“Sinemanın Ruhu İçin Yapılan Savaş” ve Netflix Filmlerinin Akademi Ödüllerindeki Yükselişi

Son zamanlarda sayıları hızla artan çevrimiçi yayın platformlarının en büyüğü, belki de en önemlisi olan ve yakın bir zamana kadar insanların hayatını kolaylaştıran değersiz bir olanaktan fazlası olarak görülmeyen Netflix’in; gerçekleştirdiği büyük bir atılımla üretilmesine olanak sağlayıp kendi platformunda yayımladığı filmlerin başta Akademi Ödülleri olmak üzere dünyadaki birçok prestijli ödül töreninden ödüllerle dönmeye başlaması, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu tartışmalar, bazı çevrelerce “Sinemanın Ruhu İçin Yapılan Savaş” olarak adlandırıldı.

 

Yakın zamana kadar, insanların ellerinde patlamış mısırlarıyla evlerindeki rahat koltuklarında yayılıp film izlemelerini sağlamaktan daha ulvi bir amaç gütmeden seri üretim halinde filmler üreten Netflix’in yayın stratejisinde; son birkaç yıl içerisinde büyük ve köklü bir değişim gerçekleşti. Bu, benim nezdimde; Netflix yöneticilerinin Netflix’in sadece izleyiciye değil, üreticiye de olanak sağlamaya elverişli bir platform olduğunu görmesiyle oldu. Netflix’in ufak çaplı, büyük kitlelere ulaşamayan ancak sanat çevreleri tarafından değer gören bağımsız filmlerle yaptığı küçük denemelerden sonra ilk ciddi hamlesi, 2017 yılında Dee Rees’in çektiği Mudbound adlı filmle oldu. Mudbound, o yıl Akademi Ödüllerinden hiçbirini kazanamasa da 4 adaylıkla ayrıldı. Esas patlama ise Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron’un Roma adlı filmiyle oldu. İlk başta sinema salonlarını pas geçerek direkt olarak Netflix’te yayımlanan Roma; hem Netflix’in en çok izlenen orijinal filmlerinden biri oldu, hem de film eleştirmenleri tarafından bir başyapıt olarak nitelendirildi ve 2019 Akademi Ödüllerinde En İyi Film dahil 10 dalda adaylık alıp 3 ödülle evine döndü. Netflix’in bu gururlu yükselişi, sinema çevrelerinde ciddi tartışmaların da patlak vermesine sebep oldu. Avrupalı sinema sahipleri, Roma’nın Akademi Ödül Töreni’nden 3 ödülle ayrılmasının Akademi Ödül Töreni’ni itibarsızlaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmediği yönünde açıklamalar yaptı.  Gerekçe olarak da Roma’nın sinema salonlarında kayda değer bir gösterimi yapılmadığından dolayı bir televizyon filmi olduğu sunuldu ve Akademiye adaylık verilirken uyulan kuralları yeniden düzenlemesi için çağrı yapıldı.

 

Bu tartışmaya dünyanın en prestijli yönetmenlerinden Steven Spielberg de katılarak Netflix karşıtı tarafta yer aldı. Spielberg, Akademi’deki pozisyonunu kullanarak Akademi yöneticileriyle görüşme düzenledi ve onlardan adaylık kurallarını değiştirip Netflix tarzı yayın platformlarına Oscar gibi ödül törenlerinden adaylık alabilmeleri için sinema salonlarında gösterilme koşulu getirilmesini talep etti. Bunlara karşıt olarak, Netflix’in dünya sinema pazarının çeşitlenmesine ve bağımsız-deneysel filmlerin dünyanın ücra köşelerindeki büyük kitlelere ulaşmasına olanak sağladığı görüşünde birleşenler de vardı.

 

“Sinema’nın Ruhu İçin Yapılan Savaş” hakkında düşündüğümde, iki tarafın da son derece haklı argümanlara sahip olduğunu görüyorum. Evet; film, bir sinema salonunun kendine has atmosferinde deneyimlenmelidir; aynı zamanda evet, filmler herkes tarafından ulaşılabilir olmalıdır. Bu kararsızlığıma rağmen; Spielberg’in başını çektiği Netflix karşıtı tarafın savunduğu argüman, sinemanın benim de hayranı olduğum kutsallığının korunması yolunda onurlu bir mücadele olsa da çok önemli bir gerçeği göz ardı ederek benim için ağır basan taraf olma ihtimalini kaybediyor, o gerçek de şudur: Devir değişti. Sinema, artık insanların çok az para ödeyerek topluca yaşayabildikleri bir deneyim ve sayıları az olan hevesli üreticilerin kolayca icra edebildikleri bir sanat formu değil. Sinema artık, büyük sinema salonu zincirlerinin giderek yükselen fiyatlarla film gösterdikleri ve büyük film stüdyolarının sayıları fazla olan hevesli üreticilerin küçük bir azınlığına ancak para kazandırması olası filmleri çektirdiği bir sanat formudur. Roma, Mudbound gibi filmler, belki de çoğu sinema salonunda garanti bir gişe getirisine sahip olmadıkları için gösterilmeye değer görülmeyecek ve dünya çapındaki sinemaseverlerle buluşamayacaklardı; eğer Netflix olmasaydı. Bir film, yayımlandığı ortamdan bağımsız olarak filmdir ve filmler, izlenmek için vardır. Çözüm, Netflix gibi yayın platformlarının üretilmesine olanak sağlayıp yayımladığı filmleri itibarsızlaştırmak değil, Netflix gibi yayın organlarına baştan ihtiyaç kalmamasını sağlamaktır.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir