Protokol ve Hala Sultan’ın Ötesindekiler

Bugünlerde herkes protokolü ve Hala Sultan maddelerini tartışırken herkesin göz ardı ettiği ve etkilerinin Hala Sultan maddesinden daha derin olan konular vardır. Ancak bu Hala Sultan maddesinin önemini küçültmez. Fakat, o maddenin bazı şeylerin üstünü örtmek veya dikkat dağıtmak için bilinçli bir şekilde konmuş bir madde olduğunun inancındayım. Peki, bu maddenin ötesine gittiğimizde bizleri ne beklemektedir?

 

Aslında protokolün geneli incelendiğinde, şaşırmamak elde değildir. Buna sebep olarak ise IMF’nin 2000’li yılların başında, Türkiye’ye uyguladığı yapısal dönüşüm reformlarının, Türkiye tarafından Kıbrıs’ın kuzeyine uygulanmaya çalışılmasıdır. Daha önce görüştüğüm ve konuştuğum birçok Türkiye’deki yetkili bana “Biz, zamanında IMF’nin oyunlarına geldik, fakat artık devletin ve devlet olanaklarının farkına vardık. O yüzden artık bir daha böyle programların peşinden koşmayacağız.” demiştir. Fakat gelin görün ki, aynı yapısal dönüşüm programları bizlere uygulanmak istenmektedir.

 

Bu protokol, bütünü ile tamamen neoliberal ve neo-emperyalist bir projedir. Aslında, bu protokoldeki maddeler, ekonomi analiz metotları, felsefesi ve entelektüel teorilerine tamamen aykırı bir durumdadır. Öncelikle, şunu belirtmek zorundayım ki, günümüz koşulları ve varsayımları göz önüne alındığında, KKTC devletinin bütçesini dengelemekten başka bir çaresi yoktur, çünkü bu devlet bağımsız bir para birimi kullanmamaktadır. Bu yüzden, Godley’in sektörler dengesi çerçevesine baktığımızda, ticari/cari açığı bulunan bir ülkenin, finansal anlamda bir çekim gücü yoksa, mali bütçesini dengelemek zorundadır. Bu da özel ve reel sektörlerdeki para akışının devlet sektörüne yönelmesiyle bir resesyon yaratması demektir. Kısacası, bu içinden çıkılmayan bir döngüye dönüşmektedir. KKTC ekonomisi, tam anlamı ile kısır döngü yaşamaya mahkûm edilmek istenmektedir.

 

Bizde mali dengenin sağlanabilmesi için devlet gelirlerinin devlet giderlerine oranla daha fazla olması gerekmektedir. Fakat, devlete gelir sağlayan elektrik, telekomünikasyon vb. devlet yönetiminde olan birçok işletme özelleştirilmek istenmektedir. Peki, bu işletmelerden gelen para akışının kesilmesi ile mali dengenin sağlanması nasıl hedeflenmektedir? Bu yaptırım aslında kendi felsefesine aykırıdır. Ama mali dengenin sağlanması konusunda hiçbir şüpheniz olmasın, çünkü devlet gelirleri kesilecektir ama devletin giderleri de kesilmektedir. O yüzden protokolün öngördüğü mali denge aslında ekonominin küçülmesiyle ve resesyonla sağlanmak istenmektedir. Devlet giderlerinin azaltılması ise, kamu maaşlarındaki ve hayat pahalılığından yapılmak istenen kesintilerle sağlanmak istenmektedir. Bu da, protokolü yazan kişilerin, işçi ve çalışan kesime karşı olan tutumunu sergilemektedir. Bir başka çelişkili konusu ise, eğitimde, devlet okullarının kalitesini, eğitim seviyesini, altyapısını ve lojistiğini geliştirmek yerine özel eğitime daha fazla kaynak aktarılmasıdır. Bu, tam anlamıyla, işlevsizliğin diğer ülkelerde de kanıtlanmış neoklasik ve neoliberal bir yöntemidir. Serbest piyasa ekonomisi adı altında, eğitimde özelleşmenin önünü açıp aslında eğitimde devletin sunduğu laik ve kemalist eğitim yerine, farklı maksatları bulunan eğitim kuruluşlarına ön ayak olmaktadır. Yine, buna benzer, kültürel kalemlerde, KKTC’nin tanınmasından sonra ayrılan en büyük ikinci kalem, dinî hizmetlerin geliştirilmesi ve katkı projelerine ayrılmıştır. Bu kalemin, sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine ayrılan kalemden çok daha fazla olması da dikkatimizi çekmesi gereken diğer husustur.

 

Son olarak, global ekonomideki gelişim hikâyelerine ve tarihçelerine bakıldığı zaman görülmektedir ki ekonomik ve finansal anlamda gelişmenin en önemli koşulu, üretim, servis ve araştırma/eğitim sektörlerinin makro ekonomideki kapladığı yüzdelerin büyük olmasıdır. Bu trend ile bağlantılı olarak, katma değeri yüksek üretim yapılması, enerji ve yemek anlamında dışa bağımsız olunması, teknoloji ve bilişim konusunda yapılan inovasyonun reel geliri yükseltmesi için kullanılması çok önemlidir. Fakat, protokolde yer alan maddelerin, bizi tamamen tarıma ve turizme dayalı bir ülke hâline getirmesi ve bu sektörlerdeki üretime yapılan girdilerin ve ham maddelerin tamamen dışa bağımlı olarak sunulması, bizim gelişim merdivenindeki ilk basamakları çıkmamızı bile engellemektedir. İşin aslı, enerji, yemek ve su konusunda dışa bağımlılığımız göz önünde bulunduğunda, bu şartlar altında turizm ve tarım yapmak bile ekonomide küçülmeye ve reel üretimin azalmasına sebep verebilir.

 

Sonuç olarak, KKTC’nin Türkiye’ye olan ticaret/cari açığı, senelik 1,5 milyar dolar civarındadır. Bu da, bu ülkeden Türkiye’ye net para ve kapital akışının olduğunu sinyal etmektedir. Yani, günün sonunda bütçe dengelense de, mali reformlar hayata geçse de, tarım ve turizm alanında istenen rakamlar tutturulsa da, yani kısacası protokolde öngörülen her şey hayata geçse de, bu şartlar altında KKTC ekonomisi Türkiye için bir pazar hâline gelmiştir ve buraya ne kadar mali ve finansal yardim gönderilirse gönderilsin, bu para ve kapital misli ile Türkiye ekonomisine geri dönmektedir.

 

Herkesin Hala Sultan ile takıntı kurduğu bir noktada bilinmelidir ki, Hala Sultan meselesinin gündemi değiştirip, dikkat bozmasına izin vermemek bizim elimizdedir. Unutmayınız ki, modern dünyada artık savaşlar veya işgaller ordularla, tanklarla veya tüfeklerle olmamaktadır. Globalleşen bu dünyada, bir ülkenin ekonomik ve finansal bağımsızlığı ordularından, tanklarından, tüfeklerinden çok daha fazla önemlidir. Bu yüzden, protokolün tamamı ve hatta saklı maddeleri de çok fazla önem arz etmektedir.

 

Toplum olarak din, dil, ırk ayrımı yapmadan geçmişteki hatalardan ders çıkarmalı, ülkedeki siyasi vizyonsuzluğu ve eksik dinamizimi tamamlamak için hep beraber hareket etmeli, var olan düzende ciddi değişimler ve gelişmeler sağlayabilmek için birlik olarak çalışmalıyız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir