“Patron” Devlet ve “Sakıncalı” Sanat

Sanatın özünde eleştiri var mıdır? Tiyatro doğal olarak hayatı eleştirir mi? Bu soruların cevabını aramak bu yazının görevi olmayacak. Mert Yücel’in yazısında savunduğu “Sanat, sanatçı içindir.” görüşünü benimseyerek, bu yazıda sanatın kendisini değil, gerçekleştiği platformu düşüneceğim.

 

Konu nedir peki? Konumuz Yaşar Ersoy’un yazdığı “Yangın Yerinde Kabare” oyununun oynanmasının Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu Edebi Kurulu tarafından sakıncalı bulunması.[1]

 

Bu yazı yayımlandığında muhtemelen bu konu iyi veya kötü bir sonuca bağlanacak, bağlanmasa bile gündemdeki yerini koruyamayacak veya yerinde sayacaktır. Ancak bu vuku bulan olayın yarattığı algıyı değiştirmeyecek, o algı da devletin bir tiyatro oyununu “sakıncalı” bulduğu gerekçesi ile oynanmasına izin vermemesi; namıdiğer sansür. Peki bu oluşan algıyı devleti temsil eden kişiler nasıl karşıladı?

 

***

 

Öncelikle olayı başlatan ve “sanatı kısıtlayan” sıfatını üstlenen, çiçeği burnunda atanmış Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Müdürü Erdinç Akgür ile başlamak gerek bu incelemeye. Olayın haber olması üzerine yaptığı açıklamada Sayın Akgür ortada bir “sansür” olmadığını savundu ve ekledi: “Yasalara uygun bir şekilde edebi kurul tarafından uygun bulunmamıştır.”[2]

 

Yasaya uygun olduğuna göre bu algının basit bir şekilde yok olması gerekirdi, sonuçta yasada her şeyin açık ve net olduğunun ima edildiği ortada. O zaman yasayı incelemekte fayda var ki tıpkı benim gibi önceden 10/1990 sayılı “Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları (Kuruluş, Görev Ve Çalışma Esasları) Yasası”nı bilmeyenler de ayrıca öğrenmiş olurlar, müdürün yasal bir görevi olduğundan onun sadece görevini yaptığını anlayabilirler. Elbette öyle olmalı, aksi hâlde anayasayı incelememiz gerekecektir.[3]

 

Müdür’ün konu ile alakalı ve karar verme merci olarak bir “edebi kurul”dan bahsetmesi bu kurulun yasadaki tanımını incelememizi gerektiriyor. İlginç bir şekilde Edebi Kurulun yasada açıkça bir tanımı yapılmamış olması ile birlikte oluşumu “Müdür’ün başkanlığında edebi kişiliği olan iki Bakanlık temsilcisi ile bir dramaturgdan oluşur.” ile anlatılmış. Mamafih, görev tanımında “eserleri edebi yönden incelemek, değerlendirmek ve onaylamaktır” geçmektedir. Günümüz hukuk anlayışında “edebi kişilik” sahibi olmanın neyi teşkil ettiğini en içten samimiyetimle merak etmekteyim. Herhangi resmî veya kurumsal bir sözlükte tanımına rastlamadığım gibi bu kişilerin edebî çabaları olsa dahi hangi hukuki düşünce üzerine yasal olarak başka edebî çabaları inceleyip onaylayıcı güce sahip olabileceği düşünülmüştür?

 

Özetle yasa hangi eserin onaylanacağı veya reddedileceği konusunda açık değildir. Bu durumda Sayın Akgür “yasalara uygun” diyerek bize yeterli bilgiyi vermemektedir. Hangi standardı takip ediyor incelemeler? Bu standart uluslararası hukuka uygun mudur? Herhangi bir eserin onaylanmaması bütün gerekçeleri ile açıklanıyor mu?

 

Yine de nasıl yapılmış olduğunu bilmediğimiz bu incelemenin neye uygun olarak yapılmış olduğunu biliyoruz. Hiçbir yasanın anayasa ile çakışmaması gerektiğini bilmek sağduyu olduğu kadar, çakıştığı taktirde anayasa uygun olarak hareket edilmesi gerektiğini de aynı şekilde söylemek doğrudur.

 

Anayasa’nın 24. maddesi “Düşünce, Söz ve Anlatım Özgürlüğü” kısmıdır. Bu maddenin 3. fıkrası ise hangi koşullarda bu özgürlüklere kısıtlama getirilebileceğini anlatır. Fıkra, “ulusal güvenlik, anayasal düzen, kamu güvenliği, kamu düzeni, genel sağlık, genel ahlak yararı”na zeval getireceği düşünülen konularda yasa ile kısıtlama getirilebileceğini söylemektedir.[4] Anayasa’nın yorumunun sadece Anayasa Mahkemesine ait olduğunu da not edersek, Sayın Akgür ve Kurul bu konular arasında hangisine zeval geleceğine inanmış ve Yaşar Ersoy’un eserini “sakıncalı” bulmuştur?

 

***

 

Sayın Akgür bu konuda açıklama yapma hissi duyan tek devlet temsilcimiz olmamıştır. Başbakan Ersin Tatar da konuda görüşlerini dile getirmiş, konunun “abartılmaması” gerektiğine vurgu yaparak devletin sözleşmeli olduğu kişilere görüş verebileceğini eklemiştir. Ancak en dikkat çeken nokta ise enteresan bir gözlemde bulunmasıdır: “Patron devlet ise devlet buna bakar.”[5]

 

“Patron devlet” tanımı, Anayasa’yı incelediğimizde, nereden bakarsanız bakın, sakıncalı bir tanımdır. Egemenliğin halkın elinde olması, devletin temel insan haklarına saygı göstermesi gerektiği gibi anayasal hakları sorguya çeker. Devlet kendi istihdam ettiği kişiler üzerinde “patron” gücünde değildir. Devletin kendi tiyatrolarında oynanacak oyunların incelemesinde yasada açıkça belirtilmeyen bir yöntem ile karar vermesi ise bu sakıncalı tanıma itibar verir. Hukukun üstün ve herkese eşit olduğu bir ülkede devletin “patron” olması, bunu da yürütme organı başının söylemesi ise, en azından benim için, ciddi bir endişe unsurudur.

 

Sayın Tatar’ın esprili kişiliğini göz ardı ederek bu gözlemi yapmak belki çeşitli kesimlerce benim açımdan bir “yanlış anlama” veya “abartma”nın olduğu görüşünü doğuracaktır. Kesinlikle, Sayın Tatar’ın bu kişiliği gergin bir ortamı yumuşatmada üstün bir başarı sergileyebilmektedir. Ancak bir başbakan olarak “yasak”, “sansür”, “sakıncalı eser”, gibi tanımların uçuştuğu bir gündemde yapacağı yorumun ağırlığının bilincinde olmasını varsaymak yanlış olmamalıdır. Konuşma hürriyetinin üzerindeki baskıların örnek aldığımız çevre ülkelerde de arttığını gördüğümüz bu dönemde yurttaşın anayasal hakları hakkındaki bilincini arttırmak yerine abartmayalım demek; özgür konuşmanın ve ifadenin tanınmış bir hak olduğunun savunmasını yapmak yerine “patron devlet” tanımını kullanmak, en hafif bir tanım ile tatsız bir espridir.

 

***

 

Pekâlâ devleti temsil eden kişiler sadece buraya kadar incelediğim kişilerle sınırlı değil. Konu üzerine yorum yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay konuşma hürriyetini savunan ve kararı desteklemeyen açıklamalarda bulundular. Devlet ötesinde ise sayısız sivil toplum örgütü, siyasi partiler ve dernekler de bu konuda kararı kınadıklarını bildiren açıklamalarda bulundular. Konunun sadece Yaşar Ersoy’un eseri ile ilgili değil, direkt olarak sanata yapılan bir “yasak” olarak algılanması ise bu yazımın kaleme alınmasındaki unsurun zaten ta kendisidir.

 

Hatta biraz daha öteye giderek, tamamen kişisel bir tahminde bulunarak, bu kararın ne bir “yasak” ne de bir “sansür” ciddiyetiyle alınmadığını savunabilirim. Belki de çok gündelik bir olay gibi gelip geçmesi lazımken bir anda büyük bir hararetle gündeme gelmesi ise Sayın Akgür için “büyük bir talihsizlik” durumudur. Konuyu kapatmak için sakinleştirmeyi tercih eden Başbakan’ın açıklaması bu tahminimi yerleşik hâle geçirmiştir. Toplum içerisindeki değer yargılarının bu kadar özensiz bir devlet davranışı ile karşılık görmesi başlı başına düşünülmesi gereken bir başka meseledir.

 

***

 

Günün sonunda ortada bir “sansür” veya “yasal engel” olup olmadığı, bunun ölçeği ve gerekçeleri, gerçeklerin yerine algıların mücadelesi olarak devam edecek ve bir şekilde gündemden düşecektir. Daha belirsiz bir yasal düzenleme kapsamında sanata olan hoşgörünün eriyebileceğine inanan bürokratlar, aslında idari yapılaşmada bu hoşgörünün ne kadar içselleştirilmediğinin somut bir örneğini oluştururlar.

 

“Edebi kişilik” sahibi olmanın edebî bir otorite sağlamadığını, “patron devlet”in günümüzde oksimoron seviyesinde bir tanım olduğunu ve belirsiz bir biçimde “yasaya uygun” diyerek konuşma hürriyetine yapılan engellemelerin meşru olamayacağını öğrendiğimiz zaman daha seviyeli bir tartışma ortamına girebiliriz. Aksi hâlde, tıpkı sanata ve sanatçıya vermediğimiz itibar gibi, kendimizi özne olarak görmediğimizi itiraf edebiliriz.

 


 

Referanslar

[1]Devlet Tiyatrosu’nda ‘sansür ve yasak’!”, Yenidüzen; Erişim: 15 Ağustos 2019

[2]Akgür: Edebi Kurul Oyunu Oynanmaya Uygun Bulmadı”, BRT Haber; Erişim: 17 Ağustos 2019

[3] Yasanın tam metni için tıklayınız. Kaynak: mahkemeler.net; Erişim: 17 Ağustos 2019

[4] 3. fıkranın tam metni: “Söz ve anlatım özgürlüklerinin kullanılması, yalnız ulusal güvenlik, anayasal düzen, kamu güvenliği, kamu düzeni, genel sağlık, genel ahlak yararı için veya başkalarının şöhret veya haklarının korunması veya bir sırrın açıklanmasının önlenmesi veya yargının otorite veya tarafsızlığının sürdürülmesi için gerekli ve yasanın koyduğu yöntemlere, koşullara, sınırlamalara veya cezalara bağlı tutulabilir.”

[5] “Tatar: Devlet Adına Oynanacaksa, İçeriğe Bakar”, Yenidüzen; Erişim: 17 Ağustos 2019

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir