Ülkesine Yüreğini Postalayanlar İçin

Bir süredir bakmamıştım Demirağ’ın şiir kitaplarına…

 

Gençlik Kongresi için ülkenin dört bir yanını dolaştığımız, farklı projeler içerisinde bir de yazın keyfini sürmeye çalıştığım bu günlerde uzak düşmüştüm şiirden.

 

Oysaki mühimdir bende bu şairin yeri, nitekim ki Tabella’daki ilk yazımı başlatırken de kendisinin dizeleridir kullandığım. Geçenlerde güzelim Lefke’sine gitmek depreştirdi bende tekrardan bu ihtiyacı.

 

1985 yılında yazdığı “Ülkene Yüreğini Postala” şiirinden dizeler takıldı bu sefer belleğime:

“Ülkene mektuplar yaz

gittiğin bütün adreslerden;

acılarını, hüzünlerini telle

kırlangıçlara selam et

kumruları, serçeleri unutma,

yüreğini sınanmanın

kaynar sularında beklet,

acılarını umutlarla eğit,

oralardaki dağbaşlarından

buralardaki şafak vaktini kokla

 

Vardığın bütün adreslerden

yüreğini sık sık postala

 

Önce köklerinden batar insan,

bir ağaç gibi köklerinden

çürümeye başlar önce;

oralarda ülken için

yurdun için oralarda

bir umudun sahibi ol,

güzel bir sabah vaktine

yüreğini hazır et, bekle”

 

***

 

Bu ülkenin bir genci olmak ne demektir?

 

Doğduğumuz andan itibaren kendimizi bulduğumuz bu “normal dışılık” serüveninde, girdiğimiz sarmallar, yaşadığımız paradokslar, her toplumda gençliğin başa sardığı nefret-sevgi ilişkisinin bu topluma özgü sancılarıyla hepimizin çözmeye çalıştığı, hepimizin farklı cevaplar ürettiği bir sorudur bu.

 

Hele biraz da akademik bir tipseniz, karıştırdığınız kitaplardan çözmeye çalışırsanız bu ülkenin gençlerinin geçmişte sahip olduğu heyecanları ve hezeyanları, sizleri iyice bir sarmala sürükleyebilir bu soru…

 

Bazen öykünüyorum İngiltere’deki dostlarıma. Tıp fakültesinde olmamdan da olsa gerek, seçim olduğu gün bunun farkında olmayıp sandığa gitmek için yazılmamış olanlarla dolu orada etrafım… Nasıl bir histir acaba? Elbette ki onların da davaları ve kavgaları var, onların da çok ciddi eşitsizlikleri, sorunları var; ama nasıl bir histir ki bir genç olarak hiçbir şey yapmasa dahi kendi ülkesinin sağlıktan eğitime işleyen kurumlarıyla, bağımsız sanat hayatıyla, belli bir çerçeve içerisinde var olacağından emin olmak?

 

Öykünüyorum bazen, ama Demirağ’ın bu dizelerini okudukça da fark ediyorum ki, bu durumun beni sevk ettiği bu sarmaldan da mutluyum. Sahi, tattıktan sonra insan acılarını umutlarla eğitmenin tadını, bir umudun sahibi olmanın heyecanını, bir sabah vaktinin nöbetini tutmayı, ne tutabilir bunun yerini?

 

***

 

Bir Gençlik Kongresi’dir son günlerde beni meşgul eden, evet…

 

En mutlu edeni de tam anlamıyla bu ülkenin dört bir yanından, benzer umutlarla, görüşü ne olursa olsun bu ada ülkesinin karakterindeki demokrasi anlayışını iyice sindirmiş gençlerin heyecanlandığını görmek…

 

Fikirlerdir umudu yaşatan, şafağın fikri olmasa çekilmez olur gece.

 

Öyleyse bu tarihî kongrenin arifesinde, umut sahibi olan yol arkadaşlarıma ve tüm gençlere adansın bu yazı da.

 

Kongrenin ve Tabella’nın fikrini ortaya atan, ama sadece bunların fikrini değil, tahayyülümüzdeki şafağın fikrini de aslında dimağımızda filizlendiren, vaktinden ve çok daha fazlasından hiç anılmayan fedakârlıklar yapan, bu yaşta futbol federasyonumuza uluslararası bir üyelik kazandırmış ve tamamen kendi emeğiyle Avrupa Futsal Federasyonu Yönetim Kuruluna girmeyi başarmış sevgili Mustafa’ya mesela…

 

Tabella sitesinin bir gerçekliğe dönüşmesindeki rolüyle şüphesiz ki “Olmasaydın, olmazdık.” dedirten, ama sadece bu değil, bin çeşit farklı projede uğraşarak biz eski ruhluları 21. yüzyıla taşıyan, bu sıralarda ihtiyaçlı çocuklara programlama dersi düzenlemek için yoğun bir mesai harcayan sevgili İlkut’a da…

 

Tabella ekibimizde nice geceler tek başına yayınımızı sürüklemiş, nice hafta paylaşımlarımızı arkamızdan toparlamış ama bunu hiç de serzenişle yüzümüze vurmamış sevgili Mert’e; sorgulayıcı vicdanı, çalışma etiğiyle beraber şu sıralar kitap fuarı organizasyonumuz için mesai yapan sevgili Senalp’a; ülkesine dair sevdası ve önü alınamaz merağıyla yetmiş yaş yaşlanıp lisans tezine doktora tezi bibliyografyası yerleştirmiş sevgili Doruk’a; aramıza yeni katılsa da gecenin bir yarısı da yayınımızı sürüklemede ciddi rol oynayan sevgili Fuat’a; Instagram hesabında yenilikçi yaklaşımları ve nasıl yaptıklarını pek anlayamasam da efsanevi tasarımlarıyla fark yaratan sevgili Ece ve Fatma’ya…

 

Amsterdam’da geçirmiş olduğu, nasıl altından kaltığını hâlen anlamlandıramadığımız ama bir şekilde bizleri gururlandırdığı bir yılın ardından yaz tatilinde yan gelip yatarak rahatlamak varken şu sıralar Spor Festivali için uğraşan sevgili Selin’e de…

 

Bu ülkenin gururu olan bir projedeki işinden arttırdığı vaktiyle kongreden çocukların kodlama eğitimine, her anlamda bizleri ileriye taşımak için yorulmaksızın uğraşan sevgili Kemal’a da…

 

Sadece bir fikirden filizlenen bir süreçte keskin bir iradeyle süreci sürükleyip, türlü zorluğa karşın Mağusa’da geçtiğimiz gün son derece başarılı bir çevre için farkındalık sergisi (“İnsan Egemenliğini İzleri”) düzenlenmesinin lokomotifi olan sevgili Gülşen’e de…

 

Kendi tecrübemden bildiğim son derece yoğun bir süreç olan tıp fakültesi sınavlarına hazırlık döneminde olsa da çevre aktivizminden kongreye geniş bir yelpazeye vakit ayırmakla kalmayıp ayrıca sıkça Tabella’ya yazılar yazan sevgili Fatma’ya da…

 

Farklı uğraşları kendisini Avrupa’nın dört bir köşesine sürüklese de Tabella’dan Lefkoşa Gençlik Derneğine çok sayıda uğraşta hayati rol oynayan sevgili Adil’e de…

 

Yoğun akademik hayatının molasında stajdan Spor Festivaline, çevre projelerinden daha şu an yazarken aklımdan çıkan nice faaliyete yetişmeyi bir şekilde başaran sevgili Şenay’a da…

 

Muhtelif uğraşlar için olan fedakârlığıyla Geçitkale-Lefkoşa yolunun piri olmuş sevgili Sedat’a da…

 

Son derece yoğun olduğu bir dönemde kütüphaneden vakit ayırıp ani bir aramayla Mağusa’ya gitmeye gönüllü olacak kadar fedakâr sevgili Direnç’e de…

 

Ve şu an gecenin bu vaktinde yazmaktan yorulduğum bir anda kalemimin yetmediği için sonsuz özür dileyeceğim, ama onlarsız asla yapamayacağımız diğer arkadaşlara, ve tanıdığım-tanımadığım, kendini geliştirip güzel bir sabah vaktine hazırlanmakla meşgul olan nice arkadaşlara…

 

***

 

Ne mutludur şafak vaktini sizlerle koklamak…

 

Artık Kıbrıs’a nispeten daha az dönebileceğim bir döneme girerken filizlenmiş olanlara bakıyorum, ve ne mutlu diyorum, ne mutludur umut sahibi olan…

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir