Uzaylı Desek Daha Kolay Olurdu…

Düşünün ki bir internet sitesine kayıt olma aşamasındasınız. Kayıt sırasında size sorulan çeşitli sorular arasında nerede yaşadığınız da soruluyor. Ne yapardınız? Şahsım adına konuşmam gerekirse ilk her ne kadar “Kıbrıs”ı seçmeye yeltensem de “Mόνο ενενήντα εννέα ευρώ!” diye bağıran reklamlar çıkması olasılığından ikinci bir defa düşünürdüm. Her ne kadar anlık “Türkiye”yi seçmeye karar versem de bu defa yaşadığım şehir sorulduğunda çıldırırdım. “KKTC” de hepimizin bildiği nedenlerden olmayacağına göre 10 dakikamı rahatlıkla sadece nereli olduğuma karar vermek için afiyetle yerdim. Bağlayacak olursam, yaşadığı ülkeyi bile rahatlıkla seçemeyen bir toplumda elbette ki bu soru kaçınılmazdır: “Biz neyin nesiyik be gardaş?”

 

Burada “neyin nesi”nden kastım kendimizi hangi kara parçasına ait gördüğümüzden çok uyruğumuzu, tabiiyetimizi nasıl tanımladığımızdır. Yukarıdaki sorunsaldan biraz daha farklı olsa da soru hâlâ geçerlidir; çünkü biz gerçekten neyin nesiyiz? Bu soruya, “Ben uzaylıyım.” tarzı marjinal cevapları bir kenarda tutarsak, 3 farklı cevap vardır elimizde: Kıbrıslı, Türk ve Kıbrıslı Türk.

 

Bu düşüncelerin her birinin kendine has, hatırı sayılır sebepleri, geçmişleri vardır. Kendini Kıbrıslı olarak gören biri adanın güneyindekilerle inkâr edilemez bir kültürel bağı olduğunu, bundan dolayı da onlarla farklı bir uyruğa sahip olmadığını düşünebilir. Aynı şekilde kendini Türk olarak gören biri o kültürel bağın artık kalmadığını ve Anadolu’ya uzanan bağlarımızın yadsınılamaz olduğunu düşünebilir. Kendini Kıbrıslı Türk olarak gören biri bu iki tezin ikisinin de bazı noktalarına katılıp bazılarına katılmayabilir.

 

Ben kendini Kıbrıslı Türk olarak tanımlamayı seçenlerdenim. Fakat, bunun nedenleri başlı başına bir yazı tutacaktır, ki değinmek istediğim ana nokta kendimizi nereli görüp, nereli görmememiz gerektiği değildir. Bu işe bir konsept olarak bakmak istiyorum daha çok. Nedir bu uyruk, tabiiyet denen şeyler de böyle farklı sonuçlar doğuruyor? Biraz üstüne düşündüğümde tamamen insan yapımı gibi geliyor bana.

 

Kendi gözlemlerimden bir örnek ile kendimi anlatayım. Mesela 1960’lı yıllarda yaşayan nesil çoğunlukla kendini Türk olarak tanımlarken şimdiki nesil kendini daha fazla Kıbrıslı diye tanımlamaya başladı. Buna neden ararken konunun üstüne uzunca düşündüm, ve durumun böyle olması en sonunda çok da mantıklı geldi aslında. O yıllarda Türkiye bir yardım eli, bir güvence gibi görünürken Kıbrıslı Rumlarla bir olay ötekisini takip ediyor, toplumlar ayrıştıkça ayrışıyordu. Üstüne üstlük, daha “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye bağımsızlığını ilan etmiş bir ülkenin var olmadığı zamanları gördü bu nesil. O yüzden bu insanların doğduklarında daha teknik olarak var olmamış bir uyruğa tabii olmasını zaten nasıl bekleyebiliriz ki? Lakin, aynı şekilde devam edersek -kuzeydekinin meşruiyeti tartışılsa da- adamızda şu an iki farklı cumhuriyet ve Türkiye’nin göz ardı edilemeyecek dayatma politikaları var. Kimliğini, pasaportunu buradan almış, vatanı olarak bu toprakları benimsemiş birine de bir şey diyemeyiz.

 

Elbette ki bu bahsettiğim politikaları beğenip -ya da hatta beğenmeyip- kendini Türk olarak görenler de olacaktır. Fakat bahsettiğim de tam olarak budur! Bahsettiğim bu aidiyet meselesi gerçekten de tamamen kişisel, toplumsal tecrübelerimize; nasıl bir sosyal, siyasi iklimde büyüdüğümüze bağlıdır. O yüzden birbirimizle bu aidiyet meselesini tartışmak, ötekileştirmek ve ayrıştırıcı ucuz siyaset yapmak yerine enerjimizi bu ülkenin kalkınmasına harcamak yapılabilecek en akıl kârı iştir. Kendini Türk olarak gören birine “ırkçı” demek düpedüz yanlış olacağı gibi kendini Kıbrıslı olarak gören birine “bölücü” demek farklı olmayacak, bizi bir yere ulaştırmayacaktır. O yüzden gelin bütün bunları bir kenara koyalım, bu ülkeyi nasıl geliştireceğimizi, insanları nasıl birleştireceğimizi, nasıl beraber yürüyeceğimizi konuşalım…

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir