Hafife Almanın Yükü

Yağmur damlacıklarının pencereme çarptığı ve üvez ağaçlarının hışırtsının uğuldayan rüzgâra karıştığı bir ekim gecesinden…

 

Farklı hayatların, aynı hayatlardaki bariz farklılıkların bedeli olduğu söylenir hep. Peki birbirimizi hafife almanın bedeli ne?

 

Bana soracak olursanız biz insanlar birbirimizi hafife alıyoruz. Birbirimizin üzerinde yaratabileceğimiz etkinin boyutunu ve kimden, ne derece ilham alabileceğimizi tam göremiyoruz. Kelimelerin gücünü, küçük şeyler zannetiklerimizin değerini ve hatta içimizdeki potansiyeli hafife aldığımız gibi. Hayatımıza yeni giren bir avuç insanın bakış açımıza katabileceklerini, kendimizi tanıtırken varlığımızın sınırlarını bir kez daha keşfetmenin önemini göz ardı ediyoruz. Sıradanlaştırıyoruz birçok şeyi, en çok da kendimizi. Her birimizin kendine mahsusluğuna rağmen hem de…

 

Yanlış kavramlar üzerinde odaklanıyoruz ya da doğru olanları yanlış yerlerde arıyoruz. Biz insanlar neye doğru gidiyoruz? Karanlıktaymışçasına ışığı bulma ümidiyle yürüyoruz, aydınlığın yegâne kaynağının kendimiz ve çevremizdekiler olduğundan bihaber bir şekilde.

 

“İnsan neyle yaşar?” diye sorsalar tereddütsüz tek bir cevap gelir aklıma.

 

Diğer insanların kattığı parçalarla.

 

Her konuştuğumuz, her gülümsediğimiz, her dokunduğumuz insanda kendimizden bir parça bırakıyoruz. Ancak, olduğumuz kişiden tek bir zerre dahi eksilmiyoruz, aksine, yenileri ekleniyor benliğimize. Bir döngüye dâhil tüm yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız. Azalan ya da eksilen bir şey yok aslında. Herhangi bir eksikliğin olmamasına rağmen yine de “tamamlanıyormuşuz” gibi geliyor bana.

 

Tekrar soruyorum; birbirimizi hafife almanın yükünü taşıyabilir miyiz? Diğer her şey bir yana, birbirimiz olmadan ne denli yaşayabiliriz?

 

Ya da yaşayabilir miyiz?

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir