Varlığımı Küçülten, Fakat Değerlendiren Felsefeler

Her birimizin dünyanın tarihçesinde olan anlamını, anlamsızlığını sorgulayan felsefeleri incelemeyi insanoğlunun varlığını perspektife yerleştirmek için önemli bulmuşumdur. Değerlendireceğim bazı filozoflar bizi yaşantımızın kendini tekrarlayan bir hiçlik olduğu gerçekliğiyle yüzleştirirken, diğerleriyse kötü dönem ve deneyimlerimizin küçüklüğünü, evrenin büyüklüğüyle karşılaştırarak hatırlatmaktadır. Felsefe biliminin iskeletini oluşturan Antik Yunanlardan başlayıp, dünya savaşlarının arttırdırdığı yaratılışımızın maksadı hakkında sorulara kadar ilerleyip, belirli Batı filozoflarının hayata dair oluşturdukları bakış açılarını özetleyeceğim.

 

Mutçuluk: Eski Yunanca adıyla, eudaimonia, özellikle Aristoteles’in üzerinde durduğu, hayatı “tatminiyet”e erişmeye ilişkin bir kavramdır. Antik Yunanlar hayat felsefemizin mutluluk yerine tatminiyet hissiyatı üzerine kurulu olması gerektiğine inanmaktaydılar. Mutluluğun geçici yapısı varken, yani yüksek bir sevince ulaşıp sonrasında düşüşe geçme potansiyeli barındırırken, tatminiyet, insanı sürdürülebilir bir ermişliğe ulaştırabilir. Tatminiyet ve mutluluğu ayıran özellikse ilkinin acı ve türbülanslara karşı dayanıklı olmasıdır. Yaşamımızın çetin zikzaklarında hedeflerimizi kovalarken, bizi sınayacak zorluklar karşısında bile bulunduğumuz pozisyondan tatminiyet bulabiliriz. Buna nazaran mutluluk gerçeklik üzerine kurulu olmayan bir ütopik düştür. Eğer, durmadan kıvanç dolu olsaydık, bizi o hissiyattan çıkarıp çalkalayacak ve onun değerini fark ettirecek savaşlar olmasaydı, mutlu olduğumuzun farkına bile varmazdık. Fakat, hayatlarımızın doğrusal bir çizgi olmadığını kavrayıp, çizelgemizde inişler ve çıkışlar olacağını kabul edersek, yolumuza çıkan herhangi bir duruma memnuniyetle yaklaşabiliriz. Fakat, Aristoteles’in zamanından şimdiye, bu denkleme yeni bir faktör eklenmiştir, sosyal medya. Dolayısıyla, mutçuluk felsefesiyle geliştirilecek tatminin bakış açısı ve onun illüzyon olan sosyal medya tatmin olmak imajı arasında ayrışım yapılması gerek. Biri kişinin iç dünyasında geliştirilebileceği bir zihniyetken, diğeri dijital olarak biçimlendirilen dış dünyaya yansıtmak istediğimiz bir makettir.

 

“Krallar ve filozoflar da sıçar.”: 16. yüzyıl Fransız filozofu Montaigne’nin dobra sözünün ilk okunduğunda yarattığı şoku atlattıktan sonra manidar tabakaları keşfedilebiliyor. Bu apaçık ifade, gözümüzü korkutan otorite sahibi figürlerin bizden biyolojik bir farklarının olmadığını belirtmekte. Yani, kapitalist hiyerarşinin yüksek kademeleri ilahlaştırma işleminden bizi kısa bir cümleyle çıkartıp, hor görebileceğimiz “düşük kademede” olan insanlarla, toplumu şekillendiren krallar ve filozofların aynı yapıdan oluştuğunu hatırlatıyor. Montaigne’nin söyleyişinin değerlendirmediği, modern düşüncelerimizle hizalı bir katman daha eklemek istiyorum. Bu ifadenin amacıyla -bütün insanlığı fizyolojik açıdan birbirine eşitlemekle- kalmayıp, insan ve hayvan kavramlarının eşit mertebelerde tutmayı amaçlamalıyız. Dünyayı paylaştığımız hayvanların “kralları” veya bize nasıl faydalı olacakları kanısını veren “filozofları” gibi davranmayı bırakıp, onlarla paylaştığımız en büyük benzerliğimiz -evimiz- üzerine odaklanma zamanı gelmiştir.

 

“Sub specie aeternitatis.”: 17. yüzyılda yaşamış Hollandalı Spinoza, felsefe biliminin bize kazandırabileceği en büyük vazifenin hayatımıza “sonsuzluğun bakışının altında” bakmayı öğretebileceği olduğunu düşünüyordu. Bizi yücelten “büyük” başarılardan veya bizi yıkan “büyük” dertlerimizi, dünyayı inceleyen bir yıldızın perspektifinden değerlendirirsek, bu kafa yorduğumuz durumların çok ufak bir cüz olduğunu fark ederiz. Galileo’nun aynı zamanda ürettiği teleskopik çalışmaları, evrenin büyüklüğünü daha da fark ettirirken, bu kavranılamayacak astrolojik derinliğin karşısında insanoğlunun mevcudiyeti küçük kalıyordu. Nitekim, evrensel konumumuz üzerine bilgiler genişledikçe egosantrik ve antroposantrik perspektifimiz sarsılmıştır. Karşımıza çıkanlar tarafından sarsılmamak veya kibirlenmemek için olabildiğince insan egosundan soyulmuş bir evrensel objektikflik takınmaya çalışmalıyız. Hayata ve getirilerine, bizim büyüttüğümüz durumlardan hiç etkilenmeyecek, milyonlarca yıldır yaşayan bir yıldızın “bakışının altında” bakmalıyız.

 

“Sisifos Söyleni”: Yunan mitolojisinde, Sisifos ebediyen iri bir kayayı bir tepenin doruğuna yuvarlayarak çıkarmak ve her doruğa ulaştığında taşın geri aşağı yuvarlanmasıyla lanetliydi. Yani sonsuza dek basit bir görevi tekrarlıyordu. 1942’de yayınladığı, mitle aynı ismi taşıyan kitabında, filozof Camus, Sisifos’un lanetini insanoğlununu kaçınılmaz döngüsüne bağlamıştır. Camus önceden yazılmış belirli bir kaderimizin olmadığına inanıp, bir çok varoluşçular gibi, belirli rutinler içinde yaşayan biyolojik maddeden fazla olmadığımızı sorguluyordu. Hayatın kutsal bir anlamı yok, sadece yaşam boyu kendini tekrarlayan iniş çıkışlar var. Sisifos gibi oluşumumuzun dağlarına tırmanıp iniyoruz, ta ki yorgun düşene kadar. Fakat filozof, bu “absürt” anlamsızlığın içinde yüzerken, nasıl haz alabileceğimize dair ipucu vermekte. Ona göre, anlamsızlığımızda kaybolmamak için hayatın sunabileceği küçük ayrıntılardan (spor, dostluk, doğa vb.) zevk almayı öğrenmeliyiz.

 

21. yüzyılın küresel sorunlarla kaynayan ve teknoloji hâkimiyetinde olan karmaşasını kavramaya çalışırken, Batı zihniyetini oluşturan geçmiş düşünceleri bilmek kritik bir nokta. Fakat geçmiş kadar geleceğin felsefesini ve planını yapmamız da gerekmekte. Artık kişisel tatminiyet arayışlarının felsefi diskurların egemenliğini yapabileceği bir pozisyonda değiliz. Cevaplamamız gereken en büyük soru insani durumları aşmakta: Bencilken yarattığımız küresel sorunları nasıl toparlarız? İçimizde gezegenimizin ekolojik geleceği için kolektif ve koordinasyonlu çalışabilecek ihtiraslı bir doğa var mı? Yeni felsefi varoluşsal krizleri aşmalı ve gelecekte var olmamız için aktif olarak çalışmalı. Daha geniş düşünmeliyiz, eğer düşünmeye ve insanlığa devam etmek istiyorsak.

 


 

İlham ve bilgi kaynağım olan, The School of Life’ın “Western Philosophy” kitapçığına buradan ulaşabilirsiniz.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir