İklim Krizi Bir Sağlık Krizidir, Kıbrıs Etkilenmeye Başladı Bile

Geçtiğimiz günlerde Cambridge’in Addenbrooke’s Hastanesi’ni ziyaret eden Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson’ı nahoş bir sürpriz bekliyordu.

 

Dikkatle planlanmış ve Johnson’ın sağlığa dair hassasiyetini göstermeyi amaçlayan bu gezide, hastane çıkışında altıncı sınıf tıp öğrencisi Julia Simons tüm bu şovu yerle bir etti, sesimiz oldu.

 

Cesaretiyle hepimizi gururlandıran Simons’ın Başbakan’a yönelttiği sorular arasında, İngiltere’de sağlık hizmetlerine yapılan kesintilere dair artık maalesef alışıldık olan veryansının ötesinde çok önemli bir nokta vardı:

“Hükûmetinizin devamına izin verdiği iklim krizinin önüne nasıl geçeceksiniz? IPCC raporunu okudunuz mu?”

 

***

 

İlk bakışta, bu hassasiyetin sağlıkla ilgili diğer hassasiyetlerle alakasız olduğu düşünülebilir. İklim krizi ve sağlık ne alaka?

 

Ancak bu hassasiyet tek bir öğrenciye özgü değil. Britanya’nın dört bir yanındaki tıp öğrencileri, küresel iklim eylemleri çerçevesinde geleceğin sağlıkçılarının sesini duyurmak için örgütleniyor, sokağa dökülüyor ve dertlerini anlatıyor.

 

Bu kapsamda üniversitelerde iklim krizi başta olmak üzere çevre sorunlarının sağlıkla ilgisini vurgulayan topluluklar kuruluyor, veya benim de içerisinde buluduğum Küresel Sağlık Topluluğu (Students for Global Health) gibi topluluklar faaliyetlerinde iklim krizini ön plana çıkarıyor.

 

Neden?

 

Çünkü elimizdeki kanıtlar gösteriyor ki iklim krizi önemli bir sağlık krizidir.

 

Ve bu kriz öyle soyut, uzaklarda bir kriz değil. Hâlihazırda Kıbrıs’ta hayatımızı etkileyen, ve hatta canlar alan bir kriz.

 

En önemlisi de, bir Kıbrıslı Türk olarak gözlemliyorum ki bu hiç mi hiç hazır olduğumuz bir kriz değil.

 

***

 

Konunun küresel boyutuyla ilgili söylenecek çok fazla söz var ve bu başka bir yazının konusu. Kısaca, Dünya Sağlık Örgütü tahminlerine göre iklim krizi 2030-2050 yılları arasında her yıl 250.000 insanın ölümüne yol açacak. Bu sebeplerin arasında sıcak çarpması, kıtlık ve besin yetmezliği, sıtma ve ishal yer alıyor. Daha fazla bilgi almak isteyenleri ilgili Dünya Sağlık Örgütü sayfasına yönlendirelim, Kıbrıs’a odaklanalım.

 

İklim krizini önlemek için yapılabilecekler ise bambaşka bir yazı dizisinin konusu. Elbette ki hayati öneme sahip bir konu olmakla beraber bu yazının kapsamının dışında tutuyorum.

 

Neler yaşayabileceğimize ve ne kadar hazırlıksız olduğumuza bakalım.

 

***

 

Maalesef Kuzey Kıbrıs’ta iklim değişikliğinin etkilerinin tahminiyle ilgili herhangi bir çalışma yapılmış, herhangi bir risk değerlendirmesi veya eylem planı hazırlanmış değil.

 

Medyamızda çıkan haberler ise genelde “Sular yükselecek! Ada üçe bölünecek!” kıvamında.

 

Adanın güneyinde ise Avrupa Birliği zorunlulukları doğrultusunda konuyla ilgili son derece detaylı bir rapor hazırlanmış durumda.

 

Ne mutlu ki bu raporda özenle hazırlanmış modellemeler adanın kuzeyini de kapsıyor. Bir inceleyelim.

 

***

 

Şaşırtıcı olmayacak şekilde, iklim kriziyle ilgili en büyük risk raporda aşırı sıcakların artışı ve bunun getireceği ölümler olarak tahmin edilmekte. 2050 yılına dek artan sıcak dalgalarıyla beraber aşırı sıcak günlerde, günde 10 kişiye dek fazladan ölüm olabileceği raporda ön görülmüş.

 

Bu riskin en yüksek olduğu yerler arasında hepimizin sıcağıyla bildiği Lefkoşa ve Mesarya Ovası yer almakta.

 

Raporun tavsiyeleri arasında şehirlerdeki sıcaklığın yoğunluğunu azaltmak için özellikle Lefkoşa’ya yeni şehir parklarının yapılması, sıcak dalgalarında halkın daha kolay bilinçlendirilmesi için uyarı sistemlerinin kurulması ve özellikle çok sıcak günlerde yürürlüğe konulabilecek bir acil durum sisteminin tesis edilmesi yer almakta.

 

***

 

Bir diğer mesele ise, sel felaketlerinde artış şeklinde görebileceğimiz, iklim değişikliğinin getireceği ekstrem hava olaylarındaki artış.

 

Her ne kadar mevcut veri güneyde dahi metodolojik sıkıntılardan dolayı yetersizse de bu alanda bir artış olacağı ve buna hazırlıklı olunması gerektiği küresel trendler doğrultusunda son derece makul bir varsayım. Rapora göre yükselen sel riskinin özellikle etkileyeceği bölgeler arasında Girne ve Girne Dağları yer alıyor.

 

Bu durumda, geçtiğimiz yıl son derece istisnai yoğunluktaki yağışın ardından Ciklos’ta yaşanan sel felaketi ve yitirdiğimiz canlar hepimizin aklına gelecektir. Bunu bu trendin parçası olarak görmek makul olur, ki bu noktaya İnşaat Mühendisleri Odası raporu dâhil o dönemler dikkat çekilmişti.

 

Mühendislikten şehir planlamasına, harekete geçmezsek maalesef özellikle Girne bölgesinde ciddiyeti artan felaketlerle karşılaşacağımız üzücü bir gerçektir.

 

Girne’de son yaşanan su baskınları da bu konuda hepimiz için itici bir güç olmalıdır.

 

***

 

Raporda dikkat çekilen bir diğer önemli nokta heyelan riski.

 

Çok ilginçtir ki raporda heyelan riski nispeten düşük olarak değerlendirilirken, bunun sebebi heyelan riskinin en yüksek olduğu bölgenin kuzeyde yer alması. Lapta bölgesindeki dağlık bölgeler, özellikle Kozanköy bölgesi Kıbrıs’taki en yüksek heyelan riskine sahip.

 

Bu durumun iklim değişikliğinin etkisiyle kötüleşmesi bekleniyor.

 

Bu sefer de önlem almak için felaketi mi bekleyeceğiz?

 

***

 

Çok önemli bir diğer nokta, bir astım hastası olarak doğrudan hissettiğim, hava kalitesiyle ilgili mesele.

 

Hava sıcaklıklarının artması ozon gibi havayı kirleten moleküllerin daha fazla açığa çıkmasına ve partikül yoğunluğunun artmasına sebep oluyor.

 

Bunun yanı sıra, raporun yayımlandığı tarihten beri özellikle gündemimize gelen, Afrika’dan geldi mi gitmek bilmeyen, uzunluğu son yıllarda artan toz fırtınalarının solunum yolları hastalarına olan etkileri asla atlamamamız gereken bir nokta. Bu konunun da iklim değişikliğiyle artan çölleşmeyle olan bağlantısı bilimsel çalışmalarla ortaya konmuş durumda.

 

Ne yapacağız? “Tozdur gelir, biz bir şey yapamayız” deyip geçecek miyiz?

 

Astımlı bir birey olarak buna cevabım “Asla!” olacaktır.

 

Toz fırtınalarının etkisini azaltacak ağaçlandırma çalışmalarına hız vereceğiz.

 

Ancak daha da önemlisi, bunun sağlığımıza ve sağlık sistemimize olan etkisini azaltmak için halk sağlığı seviyesinde çalışacağız.

 

Güney Kıbrıs’ta ve Girit’te AB desteğiyle çok sayıda üniversitenin yürüttüğü LIFE-MEDEA projesi “maruz kalmayı azaltma” stratejisi noktasında çok önemli bir ışık tutuyor bize.

 

Eğitim kurumlarımız ve devlet birimlerimizin bu ışığı takip etmesi, bilimi uygulayıp bilim üretmesi, hepimizin sağlıklı yaşaması için zaruri.

 

Çünkü küresel eşitsizliklerin olduğu bir dünyada, kimse sizlerin iklim değişikliğine adapte olmanız için gerekli bilimi sizler için üretmeyebilir.

 

***

 

İklim değişiyor!

 

Değişmesini engellemeye çalışalım, ama hazırlanalım da.

 

Vakit harekete geçme vaktidir!

 


 

Referanslar:

Söz konusu rapor: http://uest.ntua.gr/cypadapt/wp-content/uploads/DELIVERABLE3.4.pdf

LIFE-MEDEA projesi: https://www.life-medea.eu/objectives-vision.html

Küresel etkilerle ilgili Dünya Sağlık Örgütü bilgi sayfası: https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/climate-change-and-health

 

Kapak görseli için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir