Müptezel Demokrasi

Karşı durmak, sorumlu tutmak ve iktidarın hangi zeminde meşruiyet kazandığını sorgulayıp o zemini sahiplenemediğinde depremleri çağırmak ve özlemek her halkın ve insanın direniş damarının bir parçasıdır.

 

İnsanlığımız hep bir karşı duruşla ve asilikle kendini evrimleştirip gelişmiş. Devrimlerin sorumluluğunu üstlenmiş ve belli noktalarda statükoyla eşleşmiş ve birleşmiş olan iktidarı ve hükümdarı “devirmiş”.

 

Her iktidar ise, belli ölçülerde “sağlıklı” ve en azından asgari düzeyde sandık demokrasisini yaşatabilen toplumlarda, sorumluluğunu ve meşruiyetini oy topladığı halkından almıştır. Düz bir mantıkla biz, yani halk, kendi hükümdarlarımızı seçerken onların neleri temsil edeceğini ve neleri değiştirebileceğini bireysel ölçeğimizde ilgilendiğimiz konular ve öncül ilkeler aracılığıyla zaten belirliyoruz. Seçim dönemlerindeki kısırlık da buradan kaynaklanıyor, bireysel çıkarlar her dönemde toplumsal çıkarların önüne çıkabiliyor; fakat bireysel çıkarların kümesinin kovalanmasının, tek ve özneleştirilmiş ve tüzel kimliğe bürünebilecek nitelikte olan toplumsal çıkarın kovalanmasından çok daha zor olması bize günümüzde ucube yapılaşmalar, ucube kurumlar ve ucube siyaset aracılığıyla karşılaştığımız ve acısını çektiğimiz bir gerçek olarak yansıyor. Bu durum bize “Uyanın!” diye haykırıyor.

 

İktidar devirip yine bir devrim yapabilirsiniz, farklı yakışıklı veya güzel bir hükümdarı prensleştirip/prensesleştirip ona temiz çatal bıçak verebilir, ilgi ve özenle onu seçilmiş ilkelerle süsleyebilir ve her defasında tekrardan başka bir hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Meşruiyetini halkından alan, kullandığı enstrümanlar ve ilkeler o halka yabancı olduğu sürece halkına dönmeye ve benzeşmeye mahkumdur. Kendine ayna tutmayı öğrenmemiş halk da kendisiyle yüzleşmeye alışık olmadığı, buna hazırlanmadığı ve kendini beğenmemesinden dolayı hayal kırıklığına mahkûmdur.

 

Devrimi iktidarda aramak bu ülkede kısırlaşmış bir döngü ve kurak bir çöldür. Devrim toplumdan ve bireylerden gelecektir. Mevcut yapıyı ve çıkar çarkını yol edebiyatı aracılığıyla demagoji yaparak değiştiremezsiniz. Mevcut yapıyı radikal bir şekilde kurumları tekrar yapılandırarak ve çıkar çarkını ters yüz ederek, herkesin cebine az çok dokunarak ve kimseyi tamamen memnun etmeden rahatsızlık getirerek kırabilirsiniz.

 

İşte bu müptezel demokraside her geçen gün doğru soruları sormanın vakti biraz daha gecikmişken biz iktidar ve yol demagojisinde vakit kaybetmeye devam ediyoruz.

 

Amaç nedir, nesne nedir ve ulaşılmak istenen hayaller nedir? Şeytanlaştırılan her iktidarı başka süslenmiş ilkelerle değiştirmek mi istiyoruz yoksa kendimizi ve tekabülünde bizim içinde yaşadığımız sistemi mi?

 

İktidarlar halka gelir ve halkla gider. En azından bu ucube yapıya sahipken sorumluluğu bireyler kendinde bulmayı öğrenmelidir. Bunu öğrenmedikçe her süslenmiş kurtarıcı bir gün şeytan olacaktır. Halk devrimi kendinde aramaya başlamalıdır çünkü toplumsal ve bireysel olarak nelerle ilgilendiğini seçimlerden öncesi ve sonrasına ve ne kurtarabildiğine göre belirlediği sürece ucube yapısını tekrar tekrar yaşatacaktır.

 

Anayasaya, kazanılmış haklara, kurumların personel sayısına, sosyal yardımlara vs. dokumadan hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Bu sistemi ayakta tutan da halkın ta kendisidir, çünkü bireysel çıkarlarında yıkanırken kendi iktidarını seçen ve tekrar tekrar yaşatan da halktır. Kendi ucube makyajına ayna tutmadan ne yol ne bilim kalkındırabilirsiniz, sadece daha farklı markalarla yüzünüzdeki çukurları daha iyi kapatabilirsiniz. Gördüğünüz yollar halkın bir yansımasıdır. Biraz uzakta olan ve o yüzden çok da önemsemediğimiz, bize çok dokunmayan ve altına elimizi koymaktan çekindiğimiz taşlar da bize yarın başka depremlerle yaklaşacak ve irademizi, kimliğimizi daha da ezecektir.

 

Kendi iktidarını bugün yaratabilen halk düzelmediği sürece kendi iktidarını bile yaratamayacak konumda olabilir. Kimse bizim irademizi satmıyor, biz kendi irademizi iktidar demagojisi ve mastürbasyonu yaparak her sene biraz daha ucuzdan satıyoruz.

 

Kıbrıs Türkü bunu mu hak eder?

 

Yok olmak kader değil bir seçimdir.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir