Sudan Çıkmış Balığın Kaygıları

Yazacak tonlarca şey biriktirmeme rağmen ruhumda, yetersiz kalmasıydı kelimelerin suskunluğumun sebebi. İçimdeki boşluğun tarifinin olmamasıydı. İnsan olmanın getirdiği varoluşsal sancılardan kaynaklanan ve asla içi doldurulamayan bir boşluktu benimkisi. Ne yaptıysam, ne denediysem bir türlü dolduramadım. BoJack Horseman* serisindeki Diane karakteri gibi ben de “güzel şeylerin içine düştüğü bir çukur” olarak buldum bir anda kendimi. Dünya üzerinde nerede olursam olayım, bu durum umduğumun aksine aslında aynı kaldı hep, hiç değişmedi.

 

Acımasız bir dünyada toplumumuzdan gelen karakteristik norm ya da beklentiler içerisinde peri masalları ile masum Kıbrıslı bir kız çocuğu olarak büyümek, Ankara gibi kurt ve tilkilerin dolaştığı bir şehirde sudan çıkmış balık gibi dolanmış olmamın en büyük sebebidir. Yüzyüzeyken Konuşuruz grubunun “Bir Sinema Filmine Bilet Almışım”** şarkısının bu kısmının o durumumu ne kadar güzel açıkladığını bir görseniz nasıl da hayret edersiniz:

“Haklıyım, balık gibi
Tutulmuş daha yeni
Denizinden uzaklaşmış kovadayım, kovadayım…”

 

Bu güzel şarkıyı dinlemediyseniz dinlemenizi öneririm. Bana Ankara’daki günlerimi hatırlatır fakat tekrar Ankara’dan bahsetmek belki de biraz manasız artık. Böyle aniden kesip atmak istemezdim, ama Ankara’yı Ankara’da bırakmak lazım gelir. Ben şu an, işte tam da şu dakikada başka bir hikâye anlatmak isterim sizlere, tabii sizler de arzu eder ve dinlemek isterseniz.

 

Henüz daha küçük bir çocukken aklımdan geçenleri hatırlıyorum şu sıralar; henüz daha küçük bir çocukken, insan doğasına dair bir türlü anlamlandıramadıklarımı. Aklımda bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen “Neden?” sorusu, bir türlü cevabını bulamadığım. Dört sene boyunca felsefe okumam ve cevabının aslında olmadığını anlamamla sonuçlanan, aklımı ve yüreğimi sonsuza kadar meşgul edecek bu soru, büyüdükçe yerini “Nasıl?” sorusuna bırakmaya başlamıştı:

 

Nasıl arkadaş edinecektim gittiğim yeni yerlerde? Nasıl iş bulacaktım kendimi bulduğum yeni bir ülkede? Nasıl pişirecektim bugünkü öğlen yemeğini? Nasıl aşacaktım insan olmanın getirdiği varoluşsal krizleri? Her hikâyenin bir sonu var iseydi, benim hikâyemin nasıl olacaktı sonu?

 

Henüz daha küçük bir çocukken düşünemediklerim meşgul etmeye başlamıştı artık aklımı zaman ilerledikçe. “Neden?” sorusunun cevabı olmayışı gibi, bu sorunun da yoktu hâlbuki cevabı. Gördüğünüz üzere, ben yine yanılmış ve boş ümitlerin peşinden hiç düşünmeden tam gaz koşmuştum. Geri dönmek istedim, heyhat. “Tekrar çocuk olmak istediğinde yetişkin olursun.” demişti bir keresinde annem. Ama ben yine de çocukluğuma geri dönmek istedim. Tıpkı yukarıda bahsettiğim soruların çıkar yolu olmadığı gibi, bu dileğimin de çıkar yolu yoktu hâlbuki. Geçmiş, geri dönüşü olmayan bir şekilde geçmişti. Ve ben, bir şiirimde de bahsettiğim gibi tıpkı, elimde geçmişin kirlileri ve ayrıyeten, gelecek kaygılarıyla kalakalmıştım, işte tam da bulunduğumuz şu anda. İçinde bir türlü barınamadığım şu anda. Ya geçmişteydim ben hep ya da henüz gerçekleşmemiş ve belki de gerçekleşmesi mümkün olmayan gelecekler içinde sürüklenmekteydim öylece. “Fakat anlamam uzun sürmedi” demek isterim fakat aksini söylemem gerekir. Anladım ama, er ya da geç. Ne kadar pişmanlık duyarsanız duyun geçmişi ve ne kadar kaygı duyarsanız duyun geleceği değiştiremeyeceğinizi anladım. Esasen sahip olduğumuz tek şeyin şu an olduğunu anladım. Bir yerlerde okumuştum hatta bu son bahsettiklerimi, inanın ki nerede, hatırlayamadım.

 

Kusuruma bakmayın ne olur, söylediklerim biraz absürt gelmişse sizlere. Haklısınız düşündüklerinizde, elbette ki haklısınız. Hayat ne güzel bir lütuftu ve benim dert edinecek neyim vardı ki? İçimde barındırdığım filozof şair bir türlü yıkayamıyordu geçmişin kirlilerini, buydu belki de derdim, öyle mi dersiniz? Belki de çağımızdaki insanların da içinde yaşamakta bulunduğu ve benim de zaman zaman yaşamakta olduğum kaygı adasında bir yaz evimin olmasından ötürüydü bu “sözde” derdim. “Sözde” tabii ya, çünkü başka kim dert edinirdi kendine insan olmayı? Güzel bir şeydi olmak; insan olmak, var olmak. Değerliydi, hem de nasıl, nasıl da çok. Neden zor ve sancılı olsundu ki? Geleceğin getirdiği belirsizlikler neden korkutsundu ki gözümü? Hep böyle değil miydi hayat ve savaşmaktan ibaret değil miydi zaten? Belirli kaygıları vardı herkesin, fakat durup da bu kaygıların içinde boğulmak apayrı bir meseleydi başlı başına, çoğu insanın vakti olmadığı kaygılar. Ve son olarak söylemek isterim ki, lütfen geçirmeyin aklınızdan, “Aman ne yazık, bozuk bir saat gibi saçma gürültüler yapmakta bu zavallı!”. Herkesin illa ki birilerinin anlam veremeyeceği ya da empati kuramayacağı, bilmediğiniz bir hikâyesi vardır. Bu yazıyı, hâlâ kendini bulma sancısında olan biri olarak, bu sancıyı hangi yaşta olursa olsun paylaşanlara adamak isterim bu nedenden ötürü. Paylaşmak, saklamadan ve dürüstçe paylaşmak, bizleri güçlendiren en kuvvetli ilaç bana sorarsanız. Tüm kalbim ve iyi niyetimle, geçmiş ve gelecek ikileminin siyah lekeler damlattığı şu an içinde, tüm bunları paylaşmak istedim sizlerle yalnızca. Bireysel olarak yürüdüğümüz bu çetrefilli yolda, şu an dediğimiz zaman diliminin değerini tam anlamıyla kavrayabilmemiz dileği ve sevgilerle uğurlamak isterim sizleri.

 

Geçmişten edindiğimiz tecrübelerle geleceğimiz için ölesiye bir çaba ve kaygı sarf ederken elimizden kayıp giden “şimdi”, değeri paha biçilemez olan şu an. Sizlerin de farkındalığına bu konuda ışık tutmak istedim. Lütfen durun, telefonunuzu bir kenara bırakın, açık havada derin bir nefes alın ve içinde yaşadığınız anı takdir edin, hayatta olmanın getirdiği o tatlı duygunun tadını çıkarın. Bir anlığına da olsa, ara verin pişmanlıklarınıza, kaygılarınıza, dertlerinize, koşuşturmalarınıza ve daha nicesine. Ara verin. Bir daha asla geri alamayacağınız bu anı en güzel şekli ile değerlendirin. Yaşamak, gerçekten yaşamak, aslında bu değil miydi? Carpe Diem. Ölü Ozanlar Derneği*** adlı çok sevdiğim bir filmde geçen ve ruhumuza kazınan o ünlü replik. Belki de şimdi açıp bu mükemmel filmi izlemeliyim. Elimizde olan ve sadece hakikaten sahip olduğumuz bu anın değerini bir kez daha kavrayabilmek için.

 


 

İleri okumalar:

* BoJack Horseman için Ekşi Sözlük başlığı.

** Bir Sinema Filmine Bilet Almışım için Ekşi Sözlük başlığı.

*** Ölü Ozanlar Derneği için Ekşi Sözlük başlığı.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir