Sinoptikonun, henüz sonuna “-izm” eklenerek kavramsallaştırılabilecek kadar köklü bir derinliğe ve akademik olgunluğa sahip olup olmadığı konusunda oldukça endişeliyim lakin yazının başlığından da tahmin edebileceğiniz üzere, bu deneme doğrudan sinoptikon üzerinden serpilecek ve bu düşünceyi aşındırarak bir derinlik bulma çabası içerisine girecektir. Ayrıca bu düşüncenin geçerliliğine ithafen yazım boyunca sinoptikondan kavram olarak söz edeceğim. Bu bağlamda, sinoptikonun etimolojik dayanak noktası olan Yunanca synoptikos, anlamı gereği “herhangi bir şey hakkında sunulan genel bir görünüm” olarak ifade edilebilir.
Bu kökenden türeyen sinoptikon ise “çoğunluğun azınlığı izlemesi ya da gözetlemesi” olarak nitelendirilir. Aslında, Bentham ve Foucault ekseninde gelişip kavramlaşan panoptisizmin bir devamı niteliğinde olan sinoptikon, günümüzde sürdürülebilir bir iktidar modelinin yaratılması açısından önemli bir rol üstlenir. Panoptikona nispeten oldukça genç sayılan sinoptikon ilk kez 1997 yılında Norveçli sosyolog T. Mathiesen tarafından ileri sürülmüş ve işlevsellik bazında panoptik mekanizmanın tam tersi bir yöntemle fakat yine de birey ve toplum düzleminde aynı işlevi görecek şekilde açıklanmıştır. Bu bağlamda, panoptisizm hakkında daha detaylı bilgi edinmek için, yine bu platformda kaleme aldığım ve bu serinin ilk kısmını oluşturan yazımı da okuyabilirsiniz.
İletişim alanının teknoloji tarafından ele geçirilmesi ile birlikte geleneksel iletişim metotları yerini teknolojinin hızına ve görsellik üstünlüğüne bırakmıştır. Böylece, gelişen teknolojinin sosyokültürel etkileri arasında insanların bilgi edinme yöntemleri ve meseleleri değerlendirme gelenekleri de köklü bir değişime uğramıştır. Söz konusu değişim, televizyon ve diğer görsel medya unsurlarının hayatlarımızın her alanını nispeten daha renkli ve eğlenceli hâle getirmesiyle gerçekleşmektedir. Görsellik ve imaj nosyonlarına bağlanan algı ve yorum biçimlerimiz sayesinde artık bir fikre ya da söz gelimi bir “şey”e inanmanın en temel koşulu okumak değil görmek olmuştur. Bu değişime verilebilecek en bariz örneklerden biri günümüz siyaset sahnesidir. Zira günümüz politikacılarının kitle iletişim araçlarınca yansıtılan görünümü, beden dili ve hitabet biçimi, siyasal alanda savundukları düşüncelerinden ve vaatlerinden çok daha etkilidir. Böylece günümüz siyaseti artık ideolojiler ve kavramların yetki alanı olmaktan çıkmış ve neredeyse bütünüyle imajların hükmüne girmiştir.
Tüm bu bahsettiğimiz teknolojik ve medyatik gelişmeler ışığında sinoptikon kavramı günden güne meşruiyet kazanmaktadır çünkü teknoloji gündelik hayatlarımıza ne derece dâhil olmaktaysa, denetim ve gözetim de aynı ölçekte dâhil olmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağda artık birey dediğimiz şey yalnız bırakılamayacak kadar tehlike arz etmektedir. Ancak söz konusu denetim ve gözetim de iletişim gibi bir dizi evrime veya boyutsal bir genişlemeye maruz kalmak zorundadır. İşte tam da bu noktada devreye giren sinoptikon, iktidar mekanizmalarının bürokratik aygıtları (MOBESE) ve özneleri (polis) tarafından gerçekleştirilen gözetim ve denetim eylemini bir dizi sembole bağlayarak gerçekleştirir. Böylece, sembollere bağlanan kontrol, toplumun söz konusu sembollerle kurduğu ilişki sonucunda uygulanır. Bahsettiğimiz semboller, iktidar tarafından bir dizi filtreden geçirilerek belirlenir ve kitle iletişim araçlarınca topluma sunulur. Topluma sunulan bu sembollere verebileceğimiz örneklerin başında: Film yıldızları, televizyon programcıları ve sosyal medya fenomenleri bulunmaktadır. Bu sembollerin vermekte olduğu mesaj, ülke çapında varlık gösteren çeşitli yaş, sınıf ve geniş kültürel arka plana sahip kitlelerin tümüne verilmekte ve yarattığı kanıksama edimi sayesinde kitlesel bir tek tipleşmeye neden olmaktadır.
Açıkçası, günümüzde panoptikon ve sinoptikon üstlendikleri görevi âdeta bir iş bölümü yapar gibi beraber gerçekleştirmektedirler. Öyle ki, panoptikon denetimini polis ve MOBESE aracılığı ile uygularken, sinoptikon ise kitle iletişim araçları sayesinde uygulamaktadır. Az önce sözünü ettiğimiz kitlesel tek tipleşme, tam olarak iktidarın ürettiği ve kitlelere sunduğu birtakım gerçek veya kurgusal materyallerin kitleler tarafından ortak sindirimiyle hayat bulur. Bu materyaller genel olarak insanları gündelik hayatın gerçekliğinden koparıp sanal bir “hipergerçekliğe” mahkûm etmektedir; dolayısıyla kitleler çevrelerinde gerçekleşen tüm olayları iktidar tarafından yeniden üretilen bir lens aracılığı ile izlemektedirler ve sorun tam olarak burada yatmaktadır, zira bireylerin televizyon karşısında olabildiğince fazla vakit geçirmesini amaçlayan sinoptikon kitleleri seyirciye indirgemektedir. Bunun sonucu olarak, en temel özelliklerinden biri olan sorgulama yeteneğini yitiren insanlar, iktidarın hiçbir eylemini durduramaz hâle gelir ve böylece insanların elinden oldukça değerli bir şeyin çalındığını görürüz: İnsanların eyleme geçme potansiyeli!
Peki yazının başlığında değindiğimiz “biçimsel disiplin” nasıl gerçekleştiriliyor?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, panoptikonda bireyin gözetimi mekânsal bir sıkışıklık içerisinde, bir kapatılma aracılığı ile yapılıyordu. Nitekim sinoptikonda farklı bir kapatılma söz konusudur: Bireyin fiziksel olarak bir hücreye kapatılması değil, evindeki televizyona, elindeki telefona ve sokaklardaki reklam panolarına kapatılması söz konusudur. Üstelik sinoptikonda bireylerin zorla değil, kendi rızalarıyla bu denetimin bir parçası hâline gelmeleri söz konusudur çünkü panoptiğin aksine, bireyler artık gözetlenen özneler değil, önlerine sunulan materyalleri gözetleyen kimseler durumundadır. Kısacası panoptikonun seyredileni, hiçbir baskı ve koşul olmaksızın seyreden olma rolünü üstlenmiştir. İşte biçimsel disiplin dediğimiz şey bu noktada gerçekleştirilir: “Seyreden çoğunluk” bundan böyle “seyredilen azınlık” tarafından verilen, belirlenmiş ve etkisiz bir yaşam tarzını benimsemeye itilir. Buna göre, birtakım meselelerde “seyreden çoğunluk”, “seyredilen azınlık” tarafından yaratılan imrenme edimine maruz bırakılmaktadır, lakin bu durum bir zorunluluk esasına başvurmamaktadır; çünkü artık seyretme ediminin hazzına varan kitleler bu durumdan şikayetçi olmadıkları/olamadıkları için üzerlerinde bir baskı yönetimi kurmaya ihtiyaç yoktur. Esasen panoptikonda toplumu gözetlemek ve ayrıştırmak için kullanılan “optik göz” deyimi, sinoptikonda toplumun kullanımına sunularak, kitlelerin önlerine serilen medyatik ve iletişimsel materyalleri kanıksayıp içselleştirmeleri sağlanmış olur.
Sonuç olarak yaşadığımız dünyanın görsellik ve imaj nosyonları tarafından kuşatıldığını ele aldığımızda karşımıza siyasal ideolojiler kadar etkili yeni bir düşünce biçimi çıkmaktadır; bu da pekâlâ içerisinde hiçbir sınır ve monotonluk barındırmayan, toplumun tüm kitlelerine hitap eden, renklerle kuşanmış “eğlence ideolojisidir”. Günümüzde en temel insan ve dünya sorunlarına bir çözüm bulmaktan aciz ideolojiler artık yerlerini bir tuş aracılığı ile başvurulan ve çalışmaya başladığı andan itibaren insanları hayatın ve dünyanın tüm dertlerinden ve gerçekliğinden koparan bir ideolojiye bırakmaktadır: İşte tam da bu noktada “eğlence” artık tek gerçeklik ve yönetimsel anlamda gücüne başvurulacak tek aygıt konumundadır.
Bahse konu “eğlence ideolojisi” ile sinoptisizmin güçlü bir bağlantısı bulunmaktadır. Söz gelimi, insanların sahip oldukları iletişimsel aygıtlar aracılığı ile gerçekleştirdikleri bu gözlem işlemi, bulundukları mekândan koparılmalarını gerektirmez çünkü nerede olurlarsa olsunlar kullanımlarına durmaksızın açık olan teknolojik aygıtlar sayesinde siber medyatik mekâna her an ve her yerde erişebilmekte ve iktidar tarafından üretilmiş sembollere özenmeye devam edebilmektedirler. Öyleyse, her an ve her yerde erişilebilir olması bize sinoptisizmin küresellik esasına bağlandığını gösterir. Gerçekten de sinoptikon için esas olan, küresel bir popülarite ile sürekli izlenilecek olanın üretilmesidir. Öyle ki, bu evrensellik esası sayesinde panoptiğin ötesine geçen sinoptikon, kitle iletişim araçlarınca üretilen yeni ve evrensel bir gözetim mekanizmasıdır.
Aslında sinoptikonda gözetim ve denetim süreçlerine katılımın toplumsal bir isteğe dayanması, bu isteğin sürekli olarak yinelenmesi ve yeniden üretilmesini gerektirmektedir. Panoptikonun insanları zorlayıcı bir şekilde özne olarak ele alıp kullanması, bir yeniden üretim süreci gerektirmezken, sinoptikonda bireylerin gönüllülük esasına dayalı olan katılımının yeniden üretilmesi şarttır. Bu bağlamda bahse konu tüm bu üretimsel süreçler, iktidar mekanizmalarının işleyişine ve birtakım medyatik ve toplumsal üretim endüstrisinin işlevine tekabül etmektedir. Kapitalist düzeni çeviren temel çarklardan birini oluşturan bu endüstri, bir kurgulanış ve çarpıtma eylemi sonucu sürekli olarak parçalara böldüğü, didiklediği ve bir kurgu etrafında yeniden birleştirdiği izleyici kitlelerini, kitle iletişim araçlarınca durmaksızın yeniden üretebiliyor. Bahsettiğimiz tüm bu sürecin, mecburen bir üretime bağlandığını görmekteyiz, çünkü, sözünü ettiğimiz bu üretim, sadece izleyici kitlelerinin yeniden yaratılmasından sorumlu değildir, aynı zamanda hâlihazırda üretilmiş olan bu kitlelerin ihtiyaca göre dağıtımının da üretilmesi ve son olarak üretilip dağıtılan bu kitlelerin tüketiminin de üretilmesi gerekmektedir…
Sonuç olarak başta değindiğimiz gibi panopsizm ile sinoptisizmin ortak bir işlevsellik ürettiklerini günün sonunda bireyden aldıkları eylem gücünü ve iradeyi iktidar mekanizmasına teslim etmelerinden çıkarabiliyoruz. Panoptisizm bunu bireyleri dolaysız yoldan kontrolü altına alarak, merkezi ve konsantre bir otoritenin aygıtı olarak gerçekleştirirken, sinoptisizm ise bunu toplumun var olan rızasına başvurarak elde ettiği kitlesel iradeyi topluma sezdirmeden, dolaylı yoldan iktidara teslim ederek gerçekleştirir.
Lakin unutmayın ki her durumda:
Büyük Birader sizi izliyor, siz de onu!
Kaynakça
McLuhan, Foucault, Chomsky, Baudrillard, Postman, Lacan, Žižek, Kadife Karanlık.
Michel Foucault, Discipline and Punish.
Louis Althusser, Devletin İdeolojik Aygıtları.
Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon.
Fotoğraf için tıklayınız.