15 Ocak 2020 günü, sayıları 500 ila 2.000 arasında gösterilen bir kalabalık, Küçük Kaymaklı’daki Şehitler Anıtı’nın önünde toplandı.
Eylemin organize edilişine yol açan faktörler, aslında tam bir “kusursuz fırtına” oluşturmaktaydı. Yoksullaşma, zamlar, verginin karşılığının hissedilmemesi gibi ekonomik faktörlere, trafik ölümleri şeklinde vücut bulan bir can güvenliği faktörü eklenmişti.
38.000 kişilik bir sosyal medya grubunda örgütlenen eylemciler, demokratik yöntemlerle belirledikleri sloganlarda ve açık mikrofon aracılığıyla yapılan konuşmalarda “halk”ı kurulu düzenin temsilcileri olarak gördükleri özelde hükûmet, geneldeyse siyasi partiler, sendikalar, her türlü örgütle karşılaştırdılar.
“Biz halkız!” dediler.
Eylemden sonra yapılan yorumlar, katılan kişi sayısına dair tahminlerden daha da çeşitliydi. Bazı yorumcular eylemi bir halk uyanışı, başarılı bir irade tezahürü olarak değerlendirirken, bazı yorumcular eylemin ses getiremediğini ifade etti, grubun katılımcı sayısına kıyasla eylemci sayısının düşüklüğüne işaret etti.
Kurulu partilerin, örgütlerin, örgütlenme modellerini, iç yapılarını gözden geçirmelerini isteyenler de oldu, doğrudan demokrasi veya milletvekili sayısının düşürülmesi çağrısı yapan da.
Bu düşünce ortamını nasıl değerlendirmek gerekir?
Kıbrıs Yetenekleri sayfası: Seyrüsefer eyleminin öncülü
Döviz krizi dün yaşanmadı, yoksullaşma yavaşça devam eden bir süreç, seyrüsefer zammı devamlı yaşanan bir durum, trafik ölümleri kronik bir sorunumuz olmakla beraber özel bir artış göstermemekte. Peki bu eylem neden şimdi yaşandı?
Seyrüsefer eylemi, ülkemizdeki halk hareketlerinin sosyal medyanın sınırları kaldıran ortamının etkisiyle geldiği son noktayı temsil ediyor.
Koordinayon Ofisi anlaşmasına karşı şekillenen Reddediyoruz hareketi, yine sosyal medyadaki tepkiler üzerinden şekillense de, çok sayıda örgütün oluşturduğu bir platform aracılığıyla eyleme dökülmüş, kazanımlar elde etmişti. Afrika gazetesinin taşlanması sonrası düzenlenen gösterinin bağlamının bu eylemlerle kıyas kabul etmediğini düşündüğümden pek değinmeyeceğim.
O günden bugüne üç buçuk yıl geçti.
Bugün örgütsüz bir hareketin sonucunda meydanlara çıkılmışsa bu spontane olarak gerçekleşmedi. Üç buçuk yıl boyunca sosyal medyanın sanal meydanlarında insanların bir araya gelip aracısız olarak tepkilerini göstermesi buna zemin hazırladı.
Bu süreçte esasen halk hareketleri açısından çok önemli gelişmeler yaşansa da, bunlar her daim sokağa dökülmediği için konunun analizlerinde ihmal edildiğini gözlemlemekteyim. Bu aslında bir protesto hareketinin mekânsal odağını geleneksel olduğu üzere sokakta aramaktan vazgeçmeyen, vazgeçemeyen bir anlayışın ürünü.
Özellikle Arap Baharı ile 2010’ların başında literatürde görülmeye başlayan ve sosyal medyada halkı bir araya getiren mecraları tanımlayan “sanal meydan” kavramı toplumumuzda var olsa da düşünce dünyamızda karşılık bulamadığını, aksi gibi hâlen bazı kesimlerde doğrudan değişim mekanizması olarak sokağa çıkma kadar etkili olmasa da, buna zemin hazırlayan bu fenomenin “sosyal medya kahramanlığı” olarak küçümsendiğini görmekteyim.
Bu üç buçuk yıldaki gelişmelerden belki de en önemlisi ve “Yol Yoksa Seyrüsefer de Yok” hareketinin aslında zeminini hazırlayan, tam bir sanal meydan hâline gelen “Kıbrıs Yetenekleri” sayfasıdır.
Çok feci bir linç ve karalama kültürünü yansıtarak toplumumuzun en karanlık yönlerine ayna tutan bu sayfa, çok geniş kesimlerin yanı sıra bakanların ve devlet kurumlarının da takibini ve tepkisini kazanmıştır. Tolga Atakan’ın sayfayı takip ettiği sayfada defalarca vurgulanmış, sayfadan yayımlanan Ercan’daki darp videosu kayda değer sonuçlar getirmiştir.
Esasen sayfayı kitlelere çekici kılan ise, “kurulu düzen”in temsilcilerine, yani “patronlara”, siyasetçilere, devlet kurumlarına, hatta genel olarak örgütlü her türlü yapıya karşı “halkın” destekçisi olduğu iddiası ve bu doğrultuda gelen şikâyet ne olursa olsun anonim ve sansürsüz bir şekilde yayımlamasıdır.
Bu özelliğiyle sayfa kurumsallaşmış kanallardan çok daha etkili bir ifade ve buluşma ortamı sağlamış, “dezavantajlı” halk kitlelerine aslında seslerinin ne kadar cılız duyulduğunu göstermiş, seslerinin duyulduğu alternatif bir düzenin hayalini kurmalarına imkân vermiştir. Seyrüsefer eylemine bu sosyal bağlam zemin yaratmıştır. Bu bakış açısıyla seyrüsefer eylemi ne başarılıdır ne de başarısızdır aslında, toplumdaki eğilimlerin doğal bir yansımasıdır ve seyrüsefer özelinde olmasa dahi önemli değişiklikler yaşamadığımız sürece bu tür eylemler yükselecek, daha da ses getirecektir.
Bu örnekte olduğu, ve siyaset bilimci Yascha Mounk’un “tekno iyimser” olarak tanımladığı Thomas Friedman’ın ön gördüğü gibi, bu hareketlerin belirgin ideolojik çizgiler takip etmektense çok farklı kesimleri ortak paydada buluşturucu, genel bir yön çizen tavırlar alma olasılığı vardır.
Ancak uzun vadede bu konuda iyimserlikte veya kötümserlikte ölçülü olmak lazımdır. Dünyada bu gibi hareketler demokratikleşme ve yaşam standartları açısından kazanımlar getirebildiği gibi, kutuplaşma ve kaos da getirebilmektedir.
Kıbrıs Yetenekleri sayfasının bir linç platformuna dönmüş olması ise, siyaset kurumumuz çağın gereklerine ayak uyduramazsa gidebileceğimiz tehlikeli yöne dair çok net bir uyarıdır.
Doğrudan demokrasi derken dikkatli olmak
Ülkemizde doğrudan demokrasi, halk meclisleri çağrısında bulunanlar, Brexit referandumu sürecinde net olarak göründüğü gibi bu gibi süreçlerin dezenformasyona olan açıklığını, İsviçre’de referandumla minare yasaklanması veya on yıllarca kadınlara oy hakkının tanınamaması örneğinde olduğu gibi bireysel hak ve özgürlüklere nasıl set çekebileceğini, ülkemizde Kıbrıs Yetenekleri sayfasında da olduğu gibi agresif bir linç kültürüyle nasıl el ele gidebileceklerini değerlendirmemektedirler.
Bu “halka olan güvensizlik” değildir. Özellikle Brexit referandumundaki önemli bir eleştiri, Avrupa Birliğinin son derece teknik ve bürokratik olarak işleyişinin halka anlatılamamış olmasıydı. Ancak esasen bu bir noktada da günümüz toplumunun bir gereğidir. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir bilgi dağarcığına sahip insanlıkta, her teknik konuya herkesin hâkim olamaması son derece doğaldır ve bunun sağlıklı çözümlenebilmesinin yolu siyasetten bağımsız, ama halk kitleleriyle iletişim içerisinde hareket edecek bir bürokrat kitlesidir.
***
“Buraya nasıl geldik?” ve “Eylem başarılı mıdır?” sorularını biraz “büyük resme” bakarak cevaplama çalıştım. Çözüm önerilerine değinmeye başladım ama yazı da epeyi uzadı.
Değinemediğim çok konu var: Milletvekilleriyle halkın iletişimsizliği, “örgütsüz örgütlenme” fenomeni, her görüşten insana aynı çatıda yer verme meselesi…
Bunlar da nitekim başka yazıların konularıdır.
Son olarak not düşmek istediğim, bu eylemin kendine seçtiği toplanma alanının, toplum siyasetindeki paradigmaları bugüne dek belirleyen Sarayönü-İnönü Meydanı ikilisinin dışında olmasıdır. Bu asla bir rastlantı değildir.
Okuma tavsiyeleri:
Thomas Friedman’ın yukarıda değinilen yazıları için: 1. kısım ve 2. kısım.
“Liberalizm” ve “demokrasi” tanımları tartışmalı olsa da konuyu küresel bir bağlama oturtabilmek açısından tavsiyem: Mounk, Y. (2019). The People vs. Democracy: Why Our Freedom is in Danger and How to Save It. Harvard University Press.
Eyleme dair yazıda atıf bulunulan perspektiflere iki örnek olarak: Kıbrıs Gazetesi‘nin 16 Ocak tarihli baş yazısı ve Mertkan Hamit’in Gazeddakıbrıs‘ta yayımlanan “Uyandık” başlıklı yazısı.
Fotoğraf için tıklayınız.