Münih’te Bir Kenyalı

Sınavlarımı tamamladıktan sonra üç haftalık bir tatilim oldu. Bu fırsatı biraz seyahat ederek değerlendirmeye karar verdim. Yaşadığım şehre dönmeden önceki son durağım olan Münih’e vardım. Kalacağım hostele sabah erken saatlerde vardığım için kalacağım odaya girmek henüz mümkün değildi. Odaya girebilmek için beş saat daha beklemem lazımdı. Önceki gece yolda geçtiği için neredeyse hiç uyuyamamıştım. Münih’te de o gün dışarıda sağanak yağmur yağdığı için, benim için en uygun seçeneğin ilk olarak kafamı hosteldeki bekleme odasındaki masaya yaslayıp belki birkaç saat uyumak olduğu kanısına varmıştım.

 

Masanın diğer ucunda bilgisayarıyla meşgul olan bir kadın, odanın köşesinde ise sandalyede çantasına sarılmış vaziyette oturan siyahi bir genç vardı. Bir müddet uyuduktan sonra uyandım ve telefonumdaki bildirimlere göz atmaya başladım. Odanın köşesinden “Instagram’ın var mı?” diye bir ses geldi. “Noluyoruz?” diye kendi kendime sorduktan sonra “Yok.” diye cevap verdim. Siyahi genç bu sefer de “İndirebilir misin?” diye sordu. Durumun içinde kaybolduğum bakışlarımdan belli olsa ki, “Kız kardeşime Münih’e vardığımı bildirmek isterim fakat telefonum bozuldu.” diye bir açıklama yaptı. Telefonumu ona ödünç verdiğimde bu “kız kardeşe haber verme” olayının biraz uzun sürdüğünü fark ettim. Telefonum ile sokağın fotoğrafını çektiğinde ise olup bitene gerçekten anlam veremedim ve doğrusunu söylemek gerekirse de hafif tedirgin hissettim.

 

Ona “Nasıl gidiyor, her şey yolunda mı?” gibisinden seslendim. “Evet, evet” deyip telefonumu geri verdi ve teşekkür etti. “Bu eleman şimdi ne yaptı yani?” sorusu aklımı biraz kurcalamıştı açıkçası. Onunla biraz muhabbet etmeye karar verdim. “Nasılsın?”, “Nerelisin?”, “Münih’te ne yapan?” gibi soruları birbirimize sorup biraz muhabbet ettikten sonra bana cüzdanında yalnızca 40€ olduğunu, bu sebeple iki gün içinde bir iş ve kalacak bir yer bulması gerektiğini söyledi. Münih gibi bir şehirde bunun aslında çok zor olduğunun bilincindeydim. Aklımdan, arkadaşın bir süre evsiz ve aç kalma ihtimalinin yüksek olduğunu geçirdim. Sonuçta Afrika’dan gelip ilk defa ayak bastığı bir kıtada doğru adımları atabilmek onun için bir hayli zor olacaktı. Yağmurun şiddeti azalmıştı, “Dışarıya çıkıp biraz yürümek ister misin?” diye bana sordu. Münih merkezî tren istasyonunun yakınlarında yürümeye başladık.

 

Yürürken bana yolculuğundan bahsetti. Yunanistan üstünden bir uçuş yaptığını ve beş gün boyunca havaalanında kalıp aktarma yapacağı uçağı beklediğini söyledi. Hazır yolculuktan konuşurken aklıma aniden bir Afrika ülkesinden Almanya için vize almanın hiç kolay olmayacağı geldi.  “Sormamda bir sakınca yoksa, vize alman zor olmadı mı?” diye sordum. Bana Alman pasaportu olduğunu söyledi ve montunun cebini aralayıp bir pasaport gösterdi. İşler epeyi ilginçleşmişti. İlk defa Avrupa’ya adımını atan, bir kelime Almanca konuşamayan birisinin nasıl olur da Alman pasaportu olabilirdi ki? Bana 1999 yılında henüz bir yaşındayken Kenya’da Alman bir adam tarafından evlatlık alındığını, daha sonra ise adamın ortadan kaybolduğunu anlattı. Olaya ilk başta biraz kuşkulu yaklaştım; “Acaba ülkeye kaçak mı geldi?” diye aklımdan geçirmedim desem de yalan olur. Fakat havaalanından geçip ülkeye girebildiğine göre pasaportunun gerçek olması da gayet olasıydı. Alman pasaportunun olması işleri onun için bir nebze olsun kolaylaştıracaktı. Ona ilk başta özel hayatıyla ilgili sorular sormaktan çekinmeme rağmen onun anlatmaya ve içini dökmeye gönüllü olduğunu fark ettim. Annesinin birkaç sene önce vefat ettiğini ve Kenya’da iki kardeşi ile birlikte yaşadığını anlattı. Tabii Kenya’daki yaşam standartları da malum. Yani anladığım kadarıyla kaybedecek pek bir şeyi yoktu.

 

Ayrıyeten, kendisini evlatlık alan adamın bir de Almanya’da terk ettiği, şu an 15 yaşında olan bir kızı vardı: Siyahi gencin üvey kardeşi. Birbirlerini gerçek hayatta hiç görmediklerini fakat arada sırada internetten konuştuklarını anlattı. Daha sonra anladım ki ilk tanıştığımızda telefonumdan sokağın fotoğrafını çekip birilerine atmasının sebebi üvey kız kardeşine Almanya’ya geldiğini kanıtlamak istemesiydi. Ondan bir şekilde yardım etmesini bekliyordu. Fakat 15 yaşında, kimsesizler yurdunda yaşayan biri bu durum karşısında ne yapacağını normal olarak kestirememişti. Aklıma Almanya’da iş arayan kişilere yardım eden Jobcenter ve barınacak yer arayan kişilere yardım eden Amt für Wohnen und Migration adındaki kurumlara gitmekten başka bir seçenek gelmemişti. Böyle bir durum karşısında ne yapılması gerektiğini benden daha iyi bileceğini düşündüğüm birkaç kişiye mesaj atıp tavsiye istedim. Bu arada zaman kaybetmemek adına Jobcenter ve Amt für Wohnen und Migration‘a gittik. Konuştuğumuz bütün yetkililer durumu biraz şaşkınlıkla karşılayıp, istisnasız hepsi pasaportun geçerli olup olmadığını ya sistemden kontrol ediyor ya da bunu bir yerleri arayıp sorguluyordu. O gün, Kenyalı arkadaşım dolambaçlı ve karmaşık Alman bürokrasisi ile ilk defa tanışmıştı. Nereye gitsek bize doldurmamız için formlar veriliyordu ve bekletiliyorduk, ardından da başka bir adrese yönlendiriliyorduk.

 

Yetkililere birkaç gün içinde barınma ve yiyecek başta olmak üzere sosyal yardım bulmamızın mümkün olup olmadığını ve bize bir alternatif sunup sunamayacaklarını sorduğumda ise “Maalesef bilgim yok, size yazdığım adreste size yardımcı olabilirler.” cevabını alıyorduk. Saatlerce bir adresten diğerine gittikten sonra daha önce mesaj attığım bir arkadaşım bana “Caritas” adındaki bir yardım kuruluşuna gitmemizi önerdi. Çok yakınımızda bir şubeleri olduğu için oraya uğramanın mantıklı olabileceğini düşündük. Yine aynı hikâyeyle karşılaşmıştık. “Şu adrese gitmelisiniz.” Umutsuzluğa düşmeye başlamıştık. Sıradaki adresteki yetkiliye sabahın erken saatlerinden beri yürüdüğümüzü fakat tek yaptıklarının bizi başka bir adrese yönlendirmek olduğunu ve zamanımızın kısıtlı olduğunu anlatıp, bu durum karşısında önerisi olup olmadığını sordum. Bana sıradaki adreste direkt kalacak bir yer bulabilmemizin mümkün olduğunu söyledi. Yetkilinin biraz samimi olduğunu fark etmiştim fakat bu cevap önceki adreslerde aldığımız cevaptan çok da farklı olmadığı için bizi çok heyecanlandırmamıştı. Saat öğlene yaklaşmıştı. Arkadaşım, hostele dönüp alternatif olarak belirlediğimiz “iki gün içinde iş bulup para kazanma” planını uygulamaya sokmanın iyi bir fikir olabileceğini düşündüğünü söyledi. Almanca konuşamaması bu fikri daha da zorlaştırıyordu fakat denemekten başka seçenek yok gibiydi. Bize verilen adrese gidip şansımızı son bir defa denedikten sonra alternatif fikrimize yönelebileceğimize karar verdik.

 

Burada bize yarım saat sonraya bir randevu verildi. Daha sonra bir odaya çağrıldık. Ben de arkadaşımın yanında gittiğimde buradaki yetkili neden iki kişi odaya geliyorsunuz diye sordu. Arkadaşımın Almanca konuşamadığını ve çeviride yardımcı olacağımı söyledim. “Almanca konuşamıyorsa bizden yardım almanız çok zor.” şeklinde bir cevap aldık. Bunun doğru bir tutum olup olmadığı tartışılır fakat günümüz gerçekliğinde her ülke kendi vatandaşını daha önde tuttuğu için böyle bir cevap almıştık aslında. Ayrıca orada bekleyen bir tek biz değildik ve onlar da tahminimce o anda sınırlı sayıda kişiye yardım edebilirlerdi. “Ama Alman pasaportu var, yani teknik olarak o bir Alman.” diye cevap verdim. Öncesinde de olduğu gibi Almanca konuşamayan bir Kenyalının nasıl Alman pasaportuna sahip olabileceği sorgulandı. Daha sonra benim dışarıda beklemem, onunla teke tek konuşulacağı söylendi. Yaklaşık on dakika dışarıda bekledikten sonra, kapı açıldı. Arkadaşım, yüzünde hafif bir gülümseme ile dışarı çıktı. Yarın bu adrese tekrar gelmesi gerektiğini, ona bir müddet kalacak yer ve yiyecek vereceklerini ve iş bulması için yardım edeceklerini söyledi.

 

Arkadaşım şu an yeni bir kıtada, ülkesinden çok farklı bir yerde. Telefonu bozuk, yolunu dahi bulamayacak bir durumda. Hiç kimsesi yok. Fakat örnek alınması gereken inanılmaz derecede güçlü, hayran kaldığım bir psikolojisi ve hiç kaybetmediği, her zaman yanında olacak olan umudu ve iyimserliği var. Yollarda yürürken, içinde olduğu duruma rağmen bana sürekli hayal ve hedeflerinden bahsediyordu. Bir kere bile olsun negatif bir düşüncesi olmadı veya en azından bunu bana hiç yansıtmadı. Onun şimdiye kadar hiç bahsetmediğim çok büyük bir de tutkusu var. Futbol oynamak… Bana Kenya’da liglerde oynayıp çok sıkı antrenmanlar yaptığını, dünyanın en üst düzey futbol takımlarından biri olan Bayern Münih’te oynama hedefi olduğunu anlatmıştı. Bunun ne kadar zor bir şey olduğunun farkında olup olmadığını veya onun futbolda ne kadar yetenekli olduğunu bilmiyorum. Fakat “Almanya’da herhangi bir takımda oynamaya başladığımda zaman içinde beni keşfedecekler, bunu yapacağım!” demesi bana ümit verdi. Umarım ileriki senelerde Almanya futbol liglerinden Ludwig isminde bir yıldız çıkacaktır. Ona güveniyorum, çünkü elindeki en küçük fırsatların ve kaynakların bile değerini çok iyi bilen ve bunlar ile gelebileceği en iyi noktaya ulaşma yolunda canla başla mücadele eden, yeniliklere açık bir insan. Sınırlar hayallerin içerisinde yer alır.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir