Savaş, Mülteciler ve Çocuklar

Her ne kadar yoğun COVID-19 gündeminde biraz unutulmuş olsa da İdlib krizi sonrası yaşanan mülteci sorunu hâlihazırda devam etmektedir. Özellikle cuma günü İskele açıklarında bulunan ve KKTC’ye kabul edilen mülteciler de göz önünde bulundurulunca, savaş bölgelerinde yaşayan ya da mülteci olmak durumunda kalan insanların haklarına dikkat çekmenin tam da zamanıdır. Birkaç hafta önce Türkiye’nin sınırları açmasıyla Avrupa’ya gitmek için Yunanistan sınırına yığılan ancak çoluk çocuk demeden sınır polisi tarafından sert müdahaleyle karşılaşan Suriyeli mültecilerin durumunu pek çok insan gibi büyük üzüntüyle izledim. Fakat suratına biber gazı sıkılan ufak çocukları gören bazı kişilerin çocuğun neden fiziksel şiddete uğradığını değil, ebeveynlerinin neden savaş zamanı üremeye karar verdiğini sorgulaması bunun gerçekten de tane tane anlatılması gereken bir şey olduğu izlenimi vermektedir. Bu yazı mülteciler ekseninde artan doğum oranları ve olası nedenlerini irdeleme ihtiyacı üzerine kaleme alınmıştır.

 

Mülteci olmak durumunda kalmış ya da ülkesinde savaş ve yıkım görmüş kişilerde kayıpları telafi etme isteği vardır. Avrupa ve ABD’de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelen “baby boom”, genelde halkların yaşadıkları yıkıma karşın geleceğe daha olumlu bakmaya çalışması olarak yorumlanır. Ürdün’deki Azrak mülteci kampında kalan Suriyeli mülteciler arasında gözlemlenen yüksek doğum oranları da bu fenomene benzetilebilir. Bu kampta ailelerin, özellikle savaşta kayıp yaşamış ülkelerini ayağa kaldırma görevi hisseden babaların, yeni doğan çocuklarını bir çeşit başa çıkma mekanizması olarak kullandığı, hatta çocuklarına Suriye’yle alakalı isimler verdikleri görülmüştür.

 

Fakat bana kalırsa duruma bu gibi duygusal sebeplerden daha çok etki eden faktörler savaştan en çok etkilenen ve/veya mülteci konumuna düşmek durumunda kalan insanların daha önceden de doğum kontrolü kullanacak eğitim ya da gelir seviyesinde olmamalarıdır. İstatistikler eğitimsiz kadınların daha fazla çocuk yapma eğiliminde olduğunu göstermektedir.[1] Yine Azrak kampından örnek vermek gerekirse, buradaki mülteciler ağırlıklı olarak Suriye’nin kırsal kesimlerinden gelmektedirler ve pek çoğunun savaştan önce de doğum kontrolü kullanmışlığı, hatta doğum kontrolünü duymuşluğu yoktur. Üstelik kampta doğum kontrolü kullanmaya başlayan pek çok kadın koca baskısıyla bırakmak durumunda kalmıştır. Bu insanları çocuklarının geleceğini düşünmeden sorumsuzca üremekle itham etmeden önce pek çoğunun içine doğdukları ekonomik ve sosyal şartlar ve zorluklar sebebiyle sıradan bir insanın sahip olduğu eğitim imkânlarından yararlanamadığını, dolayısıyla aile kontrolünün önemini kavrayamamalarının, hatta aile kontrolüne karşı olmalarının normal olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.

 

Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin kadınları üzerindeki sosyal baskılar da savaş zamanı daha fazla artar, bu da genelde çocuğun yükünü çeken kadının aile planlamasında söz hakkının elinden alınması anlamına gelir. Savaş ortamlarında ve mülteci kamplarında kadınlar daha fazla cinsel ve fiziksel saldırı riski altındadırlar, bu da daha fazla genç kadını bir erkeğin koruması altına girmeye zorlamaktadır. Suriye’de savaş sebebiyle daha genç evlenmeye zorlanan yeni evli kadınlar üzerinde çoğu Orta Doğu ülkesinde olduğu gibi doğurganlıklarını kanıtlama baskısı fazlayken, mülteci kamplarında ise kadınlar istemeseler de cinsel ilişkiyi reddetmenin kendilerini erkek korumasından mahrum ve insan ticareti, fiziksel ve cinsel şiddet, fakirlik gibi durumlara daha açık hâle getireceğinden korkmaktadırlar.

 

Savaş bölgelerindeki daha yüksek gelirli ve eğitimli kadınlar içinse aile planlamasının imkânsızlığı sosyal değil maddidir. Savaş zamanı ilk çöken altyapılardan biri sağlıktır ve gerek yapılan bağışlarda gerek uluslararası örgütler tarafından gönderilen yardımlarda temel gereksinimler bulunsa da doğum kontrolü çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Suriyeli Jinekolog Doktor Hanoosh’a göre doğum kontrol hapı Suriyeli kadınların kliniklere gitmelerinin en büyük nedenlerinden bir tanesidir.[2] Bir diğer deyişle, eğitimsizlik doğum kontrolünün yaygın kullanılmamasının arkasındaki nedenken, doğum kontrolünün kısıtlı olması eğitimli, yani aile planlamasından haberdar kadınlar için savaş zamanı çocuk yapma ihtimalini artırmaktadır.

 

Çatışma bölgelerinde gözlemlenen yüksek doğum oranlarının bir diğer nedeni de temel insan haklarından mahrum kalan bu bölgelerdeki aşırı fakirliktir. Çocuklar bu bölgelerde hem ucuz iş gücü olarak çalıştırılabilmekte, hem de emeklilik gibi devletin yetersiz kaldığı konularda devreye girip yaşlanan ebeveynlerine bakabilmektedirler. Uzun yıllar süren çatışmalarla ekonomik olarak zayıf düşmüş Afganistan’dan örnek vermek gerekirse, buradaki çocukların en az %25’inin iş gücüne katıldıkları ve ailelerine finansal olarak destek oldukları tahmin edilmektedir.[3] Eğitimsiz ailelerin çocuklarının çalışmaması gerektiğinden bihaber olması ve savaşlarla altyapısı çöken devletin çocuk işçiliği yasalarını düzgün uygulayamaması, böyle bir mantığın oluşmasını körükleyebilir. Bir ailede babanın ve beş yaşını geçkin bütün çocukların çalışabildiği de düşünülünce bu mantık aslında temelsiz değildir. Her ne kadar çocuk yapmamak daha masrafsız olsa da savaşlardan büyük oranda etkilenen eğitimsiz ve düşük gelir grubundan kesimlerde çocuk yapmamak güçlü bir şekilde bağlı oldukları dinî ve kültürel değerlerine göre bir seçenek değildir.

 

Bazı Avrupa ülkelerinde ise mülteci kadınların hamilelik ve doğumu bir çeşit “çapa”,[4] yani iltica edecekleri ülkede kalma aracı olarak kullandıkları görüşü hâkimdir. Bu mantık, zorunlu göçleri boyunca gerek partnerleri gerekse yabancılar tarafından cinsel istismara maruz kalan kadınlara büyük bir saygısızlık olmasının yanında tamamen de yanlıştır. Gelişmekte olan ülkelerden göç eden kadınların kürtaj ve doğum kontrolü gibi pek çok din tarafından yasaklanan konulara bakışları bir yana, göç sırasında gerçekleşen ve çoğu plansız olan hamileliklerinden kadınlar isteseler de kurtulamamaktadırlar. Bu kadınlar yasa dışı yollarla sığındıkları ülkelerde kürtaj için sağlık hizmetleriyle iletişime geçmekten korkmaktadırlar çünkü herhangi bir şekilde devlet organlarıyla temasta bulunmak onlar için sınır dışı edilmeyi göze almak demektir.

 

Tabii ki mültecilerin kucaklarındaki çocukların varlığının nedenini sorgulamak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı dışında herhangi bir mantığa oturtulamaz, zaten bunu sorgulayan insanların asıl amacı bana göre kendileri türlü zorluklarla mücadele ederken savaştan kaçan ya da çatışma bölgesinde yaşayan insanların güya çocuk yapabilecek kadar rahat yaşıyor olduklarını düşünmeleridir. Neticede savaş bölgelerinde ve mülteci kamplarında bulunan insanlardan fazlalık oldukları ve bulundukları ülkenin yükünü bir de üreyerek artırmamaları gerektiği psikolojisi ile yaşamalarını beklemek, özellikle Kıbrıs gibi iç savaş yaşamış bir ülkenin halkı için insanlık dışı olur.

 


 

Referanslar

[1] Kim, J. (2016). Female education and its impact on fertility. IZA World of Labor.

[2] Meyers, T. (2019). Birth Amid Bombings: How Syria’s War Punishes Women. DirectRelief.

[3] Matta, B. (2016). They Bear All the Pain: Hazardous Child Labour in Afghanistan. Human Rights Watch.

[4] Plambech, S. (2017). Why So Many Migrant Mothers Arrive in Europe Pregnant. News Deeply.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir