Uyandı. Yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı, kendine temiz bir tişört ve eşofman seçti, ve mutfağa gitti. Bugün kahvaltıda türlü türlü, farklı farklı yiyecekler hazırlayıp bir ziyafet çekmeye, kendini ödüllendirmeye karar verdi. Hazırlığı biraz uzun sürecekti sürmesine ama durum malumunuz; zamandan bol ne vardı ki? Bütün günü zaten yine evde kapalı geçirecekti. Yapması gereken birkaç küçük ev işini de yaptıktan sonra saate baktı. Daha çok erkendi. Derin bir iç çekti ve bugünün de sosyal medyayla geçeceğini anladı.
Site adını yazarken içinden de düşünüyordu; bugün virüs kapmış biri var mıydı acaba? Ya da virüslülerden iyileşen/kötüleşen var mıydı? Tüm bunları düşünürken site açılmıştı ve bir de ne görsündü? Yurt dışından gelen öğrenciler yurt odalarını beğenmemiş, otelde kalmak istiyorlardı. Odaların kirli olduğu, hijyen standartlarının yeterli olmadığı gibi ucuz kılıflar da uydurmuşlardı. Yaptıkları tam anlamıyla şımarıklık ve vatana ihanetti. Hem yurt dışından geri dönmek istiyor, hem de onlara bu imkânı sağlayan devletimize laf ediyorlardı. Madem bu kadar eleştiriyorlardı, neden geldikleri yerde kalmamıştılar ki? Ülkenin “iyiliğini” istedikleri için eleştirdiklerini söylüyorlardı bir de. Öyle şey mi olurdu? Sadece kötülüğümüzü isteyen bir avuç… Tam o anda aklına bir fikir gelmişti. Bütün bunları bir yorumda yazmalıydı çünkü o cesur biriydi ve cesaretlilik onunla aynı fikirde olmayanlara böyle şeyler demekle olurdu. Yazmaya başladı.
Ülkenin geleceklerine, vefasızlıklarından tutun hainliklerine kadar her şeyi yazmıştı. “Gönder” butonuna bastı. Anında bir, iki, üç derken onlarca kişi yorumunu beğenmiş ve benzer yorumlar yapmaya başlamıştı. Mutlu olmuştu. Haklıydı! Üstüne üstlük yaptıkları bencillikten başka bir şey de değildi. Virüslü virüslü adaya gelip herkese bulaştıracaklardı. Zaten bu uçuşları düzenleyen zatlar ne düşünüyorlardı ki? Belli ki iş olsun diye iş yapmış, belli bir kesme şirin gözükmeye ve bütün bunların üstünden prim yapmaya çalışmışlardı sadece. İyisi mi bunlara da bir şeyler yazmalıydı. “Düşüncesiz” en hafif itham olacak şekilde yaptıkları ihmalkârlığı, halk sağlığını bu potansiyel vaka olan öğrencileri getirerek nasıl tehlikeye attıklarını ve halkın onları da nasıl unutmayacağını bir bir sıraladı. Ardından yine bir, iki, üç… Haklılığının onlarca tasdiknamesi art arda geliyordu. Gelmeliydi de! O duygusal değil bilime dayalı düşünüyordu; hangi bilim dalı bu umursamazca hareketi meşrulaştırabilirdi? Gülümsedi ve ana sayfasında ilerlemeye devam etti.
Genç bir kızın paylaştığı bir sitem yazısına rastladı. Kızın anne babası hastalığa yakalanmıştı ve kız anne babasına “linç” edildiğinden bahsediyordu. Yazıyı biraz okuduktan sonra durdu, kaşları çatıldı ve biraz geri çekildi. Kızın anlattıklarının linçle uzaktan yakından alakası yoktu! İfade özgürlüğü diye bir şey vardı! Kızın anne babası hasta olduklarını bildikleri hâlde durumlarını açıklamamışlardı ve böylelikle, böylesi bir zamanda yaptıkları bu denli bir bencillikle insanların hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Böylesine kritik bir devirde, virüslü olduklarını sır tutma hakkını kendilerinde nasıl olur da görürlerdi? Hele de “linç” diye bu akıl almaz davranışı süslemeleri inanılacak gibi değildi.
Sonra biraz soluklandı. Derin bir nefes aldı, durdu ve düşündü. Bu tarz, gerek virüslü olduğunu söylemeyerek, gerekse semptom gösterdiği hâlde test yapmaya gitmeye çekinen insanlar hakkında biraz düşündü. Neden böyle yapıyor olabilirdiler? Neden virüslü olduklarını açıklamak istemiyorlardı? Anlam veremedi. Bir sebep bulamayınca daha da sinirlendi. Bunun hakkında duvarında bir durum güncellemesi yapmaya tam karar vermişken gözü saate takıldı. Bütün günü yemişti ve saat çok geç olmuştu. Fakat hâlinden memnundu; memleketi kurtarmıştı çünkü. Onunla aynı şekilde düşünmedikleri için bencil ve hain olanlara günlerini göstermişti; rahat uyuyabilirdi. “Yarın yaparım.” dedi kendi kendine: “Şu kahvaltıyı abartmasaydım keşke.”