Önceki yazımda karantina döneminde kadına yönelik şiddetle ilgili verilerden, Türkiye’de 20 karantina gününde 21 kadının öldüğünden söz etmiştim. Kadınların öldürülme “sebeplerinden” biri, “sosyal medya hesabı açılması” idi. Açıkçası bu sebep çok dikkatimi çekti. Oldukça güncel ve büyük bir ihtimalle Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma münhasır yeni bir sebepti bu.
Satırlarım sonucu suçu bir coğrafyayla özleştirildiğim düşünülmesin, keza amacım asla bu değil. Dediğim şeyi biraz açayım. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum derken ne mi demek istiyorum? Şunu: Yaklaşık iki sene önce Türkiye medyasında on yıl boyunca gösterilen evlilik programları kaldırılmıştı. Peki kaldırılan evlilik programlarının yerini hangi programlar mı doldurdu? Yine evlilik programlarının sunucuları tarafından sunulan gündüz kuşağının oldukça bilindik formatına sahip “kayıpları bulma” ve “bozuk aileleri düzene sokma” programları ve öğlen başlayan, Gelinim Mutfakta benzeri kadının üstüne yüklenen rolleri meşrulaştırma güdümlü, öğleden sonra ekran başındakilere “Mutfakta olmayıp eline telefon alan kadınlar kaçtı.” şeklinde mesaj veren programlar. Bu formata sahip programlarda yer alan bir iğrenç bir durum da şudur: Eline telefon alarak sosyal medyaya açılarak kocasını “aldatan” kadın profili genellikle taşradaki kadınlarmış gibi gösterilir.
Şimdi alt metni “Karınız sosyal medya kullanılıyorsa aldatılma ihtimaliniz çok yüksek.” diyen bu programlara denk gelen erkeklerin kadınları bu sebeple öldürmesi arasında bir bağlantı yok mu sizce? Bence var; hem de doğrudan bir ilişki. Geç 2000’li yıllarda Türkiye’de töre ve namus cinayetlerinin varlığı dizilere yansımıştı. Bu kez de medyanın kurguladığı, “Teknolojiyle tanışan kadın yuvasını yıktı.” teması bir yansıma ürünü olarak kadın cinayetlerini şekillendirmeye başladı. Bu programların hedef kitlesi belliydi. Görünen tablo ise hedef kitlesinin medya okur yazarlığından yoksun oluşu ve olayları analiz edemeyişi sonucu facia yaratması, ki bu da şaşırılmayacak bir olgu olarak karşımıza çıkarıyor.
Ailenin her durumda korunmasını öğütleyen bu programlar muhafazakâr kişilere ulaşarak nesilleri kurgulamaya çalışıyor. Ulus Baker’in de dediği gibi: “Muhafazakâr, geçmişe yönelik değildir, geleceğe yöneliktir: yani çocuklarım, toplumum, gelecek de benim yaşadığım gibi, benim arzuladığım gibi yaşasınlar ister.”
Bu arzuyu tehlikeye atan her şey şeytanlaştırılacaktır ve geleneksel medyaya göre daha özgür ve herkesin üretim yapabileceği, üretim yapmak için birinden izin alınmasının gerekmediği yeni medya muhafazakârlar tarafından istenmeyecektir ve geleneksel medya yakınındakilerin bu mecralara erişimini kontrol altına alınmak isteyecektir. Kontrol altına alınmadığı yerde ise şiddetin türleri meydana gelecektir.
Alt metni ve arzuladığı amacın pek masum olmadığı bu programlara “Prim vermemek çok önemlidir.” diyerek yazıyı noktalamak istiyorum. Kadın cinayetlerinin politik bir mesele oluşundan hareketle, cinayetleri tetikleyen politik hâlleri de gözden kaçırmamalıyız.
Fotoğraf için tıklayınız.