Geçtiğimiz hafta bazı siyasetçilerin neden siyaset üretemediği hakkındaki yazıma Sevgili Bulut Ünvan’ın yaptığı yorumdan yola çıkarak biraz da toplumumuzdaki bazı problemleri değerlendirmek istedim. Kamu kurum ve kuruluşlarındaki yapısal sorunların ilerlemeye karşı olan etkisini değerlendirirken bu problemlerin toplumumuzda yılların getirdiği meselelerin bir birikimi olduğuna katılıyorum.
Gelen yorumun temeli siyasetteki başarısızlığımızın aslında kültürel anlamda geri kalmamıza ve “tek tek değerli entelektüeller olmasına karşın bir entelijansiya oluşamamasına” dayanmaktaydı. Kültürel faaliyetlerimizin az olmasından tutun ne kadar sağlıklı olduğu tartışmaya açık sosyal medya dışında sağlıklı bir tartışma ortamımızın ya da tartışma kültürümüzün olmamasına kadar bunun birçok yansımasını görebiliriz. Bir sosyolog ya da antropolog olmamama karşın bundan bir asır önceki atalarının henüz tarımla uğraştığı ve lise eğitimini dahi tamamlayanların parmakla sayılabileceğini düşündüğümüz zaman bir entelijansiya oluşması da oldukça zordur. Evet, Osmanlı’dan beri adada memuriyet veya küçük çaplı bürokrasi ile uğraşanlar olsa da nüfusun geneli ile kıyaslandığında bu sayı oldukça azdır. Bu nedenle aristokrat ailelerden gelen insan sayısı da azdır. Bireysel olarak birçok insanımız kendilerini entelektüel anlamda geliştirmişseler de bunun bir entelijansiyaya dönüşmesi aslında oldukça zordur. Özellikle o dönem Anadolu gibi İstanbul’un taşrası olan Kıbrıslı Türk toplumunda gerçekleşememiştir.
Gelgelelim muhakkaktır ki bu sonsuza kadar sabit şekilde devam edecek bir süreç değildir. Bir grup insandan zaman içerisinde bir cemaat, bir cemaatten de bir toplum oluşmuştur. İleride bu toplumun bir ulusa dönüşebilmesi yahut bir ulusa tamamen asimile olması gibi iki sonuç ortaya çıkabilir. Toplum bilimci olanların daha temiz değerlendirmeleri olacak olsa da şahsen adadaki 46 yıllık bölünmenin devam etmesinin ya adanın kuzeyindekilerin kendi başlarına diğerlerinden bariz farklarını göstererek bir ulus yaratmasının muhtemel bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda bu bölünmenin devamında Türkiye’deki Türk ulusu ile entegrasyonunun artması ve toplumumuzun Türk ulusu içerisinde asimile olması da bir diğer olasılıktır. Adada bir çözüm olmaksızın bir Kıbrıslı ulusunun yaratılıp oraya doğru ilerlemenin mümkün olmadığı kanısındayım. Bir çözüm olması durumunda ise pek tabii böyle bir sonuca da ulaşılması mümkündür. Ancak bugüne bakıldığı zaman Kıbrıslı Türklerin ne bir ulus olduğunu ne de tam olarak bir ulusa dâhil olduğunu söyleyebiliriz. Bir ulus olmadan ulus devlet olmak üzere planlanan elimizdeki yapı da pek tabii işlemekte sıkıntı yaşamaktadır.
Sayın Mete Hatay’ın yeni yayımladığı Eşikteki Meseleler isimli kitabında yer verdiği, 2014 yılında kaleme alınan “Ya Memur Olurum ya da Göç Ederim” makalesi de oldukça ilginç bir noktaya parmak basmaktadır. Memuriyetin Kıbrıslı Türkler için daha “Kıbrıslı Türk” olmadan bir mesele olduğunu ve 19. yüzyılın sonundan beri memuriyete ve memur olamamaya verdiğimiz tepkiler olduğunu gözlemleyebiliriz. Ta o zamanlardan memuriyet önemli ve saygın bir meslek olarak görülmekte, insanlarımız memuriyet gibi saygın bir işe adım atamayınca adadan göç etmeyi dahi düşünmektedir. Ekonomik paketlerin ve toplumsal tepkinin bir sonucu olarak son birkaç yıldır öncelerine göre nispeten daha az yapılıyor olsa da memuriyete istihdam siyasi tarihimizin en büyük propaganda araçlarındandır. Hâlen seçmenlerin hiç de hafife alınamayacak bir kısmı oy verirken partilerin görüşlerine ve diğer siyasi vaatlerine değil “bizim çocuğu işe koyacak mı koymayacak mı” sorusunu ön plana almaktadır. Bu talebi ve memuriyete girmeyi bir “hak” olarak görme anlayışımızı önceki nesillerden âdeta irsî şekilde aldığımızı söyleyebiliriz.
Hâlen hem iktidar partilerinin hem de diğer partilerin destekçilerini tabiri caizse “bağlamak” adına bir işe sokması önemli bir mesele olarak görülmektedir. Bir parti iktidarda olmasa dahi partide bilinen işsiz gençlerin partideki büyükler tarafından özel sektördeki tanıdıklar aracılığıyla işe sokulmasına, böylelikle de kişileri hem güçlendirmeye hem de parti içerisinde tutmaya özen gösterilmektedir. Dışarıda istihdama destek olunması pek de ayıplanacak bir şey olmamakla beraber kamuya yani memuriyete yapılan istihdamlar günümüzde maddi ve manevi olarak ciddi sorun teşkil etmekte ve iktidar partilerine mensup olmayanlara karşı ciddi ayrımcılıklara gebe olmaktadır. Mamafih bu yazıda incelenmeye çalışılan esas mesele memuriyete karşı olan bu toplumsal tutkunun aslında kişileri üreticilikten uzak tutmaya itmesidir. “Nasıl olsa bizim parti beni işe sokacak…” şeklinde düşünen bir gencin eğitim alıp kendisini geliştirmesi ve yeteneklerine uygun daha iyi bir iş bulması için çabalamak yerine parti için kapı kapı dolaşıp amigoluk yapması daha olasıdır. Bu da birtakım gençleri üretimden uzaklaştıracaktır. Aynı şekilde üst düzey yönetici olup devlet politikalarına yön vermesi beklenen kişilerin parti komitelerinde ilgili alanlarda başarılı politikalar üretmek yerine bakan olması muhtemel kişi için koşturup oy toplamaya çalışması daha olasıdır. Bu da ister istemez partilerin ve daha sonra hükûmetlerin politikasızlığına bir açıklama olarak getirilebilir.
Yazının başına dönecek olursak entelijansiya noksanlığı ile beraber fikir grubu ya da fikir havuzu olarak bahsedebileceğimiz “think tank”ların bulunmaması fikirsel anlamda hem politika üretiminde hem de diğer alanlarda fikir üretmekte bizi adımlarca geride bırakmaktadır. Tam olarak entelijansiya denemese de zaman zaman partiler içerisinde oluşan birtakım klikler politika üretmede fayda göstermişse de pek kalıcı sonuçlar görmediğimiz malumdur. Buna karşın içerisinde bulunduğum ve post-Annan jenerasyonu olarak adlandırdığım jenerasyonun bu konuda biraz daha farklı olmak hususunda umut verdiğini söylemek mümkündür. Gözlemlediğim kadarıyla bizim jenerasyondaki gençler bilgiye erişimin bu kadar açık olduğu bu zamanlarda sağlıklı tartışma ortamları oluştuğu sürece birbirlerini geliştirmeye ve birlikte bir şeyler üretmeye oldukça meyillidirler. Pek tabii bir entelijansiya oluşumu salt böyle bir iletişim ağı ile oluşacak bir durum değildir. Klasik müzik dinletecek bir senfoniye kavuşalı daha on yıl olmamışken, bir anda toplumsal olarak ya da bir kesim olarak entelektüel seviyede çığır açmayı beklemek hayalperest bir yaklaşım olacaktır. Hâlen ülkede sözel bilimleri okumak “zeki” bir çocuk için şaşılacak durumdur ve aileler çocuklarının hâlen doktor, avukat ya da mühendis dışında meslek seçmemelerini yeğler. İstemediği bölümleri okuyan ve meslekleri icra eden bir insan ordusunun her ne kadar kapasiteleri yüksek olsa da entelektüel birikim oluşturup bunu toplu bir hâle getirmeleri beklenenin dışındadır.
Siyasi elitin siyaseten elit olmadığı bir ortamda yeni ve toplumu ileriye taşıyıcı politikaların üretilmesi ve uygulanması elbette beklenemez. Buna karşın toplumun her alanında entelektüel kapasitesi olan bireylerin bir araya gelip bir birliktelik sağlaması önemli bir husustur ve uygulanmalıdır. Bu entelektüel kapasitesi yüksek insanların bir arada olması hem entelijansiyanın oluşumuna doğrudan bir etkidir, hem de gerek politika üretimi gerekse diğer girişimci fikirlerin üretilmesinde büyük önem arz eder.