Ruhumuza Tesir Eden Kuvvetli Bir Mesele Var

Hayat yolculuğu içerisinde, ruhumuza tesir eden birçok insanla karşılaşırız. Kimisi çok, kimisi daha az tesir eder. Ailemiz, yakın arkadaşlarımız ve sokakta görüp sadece selam verdiğimiz insanlar ruhumuza etki eden, düşüncemizi etkileyenlerden yalnızca bazılarıdır. Hiç şüphesiz ki, en büyük tesir aşk ilişkileri ile meydana gelir. Aşk, ruh ve kişiliğimiz üzerinde güçlü tesir ve etki yaratan olaylar bütünü olarak da tanımlanabilir.

 

Bazı aşklar daha kısadır, bazıları ömür boyu sürer. Kimileri çok tutkuludur, bazıları ise bir huzur ilişkisidir. Platonik olanları da vardır elbette. Hepsinin ortak yanı ise, ruhumuzda bıraktığı izler ve etkilerdir. Aşk bitse de o etki kolayına silinmez.

 

Dahası, vuslatla neticelenmeyen tutku dolu aşklar vardır ki; vurulanın ruhuna en güçlü tesiri yapabilen bir türdür. Örneğin, Türk edebiyatının büyük şairlerinden Edip Cansever, Ülkü Tamer, Cemal Süreya ve Turgut Uyar’ın dördünün birden vurulduğu kadın yani öykü yazarı ve çevirmen Tomris Uyar ile olan ilişkileri oldukça enteresandır. İlk anlatacağım hikâye, Cemal Süreya ile Tomris Hanım’ın fırtınalı aşkıdır.

 

“Ankara’daki Sanatseverler Derneği Lokali’nde tesadüfen aynı masada rakı içerken tanıştılar. Tanıştıklarında ikisi de evliydi, bazı rivayetlere göre birlikte olabilmek için eşlerinden boşandılar.”[1]

 

Cemal Süreya’nın Tomris Hanım için yazdığı bir şiir şöyledir:

“Ayışığında oturduk

Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm

Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm

Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı

Çocuğundan öptüm seni”

 

Tomris Hanımın anlattığı bir anekdot ise, aşklarının mahiyeti hakkında meraklarımızı gideren cinsten:

“Evine bağlı, evinde olmayı seven bir adam -akşamları eve biraz geç gel yahu, bir erkek hiç dolaşmaz mı- dedim. Ertesi gün altıyı çeyrek geçe geldi, sonraki gün altı buçuk. Normalde altıda gelirdi. Bir gün toz aldım, bezi silkelemek için pencereden eğildim ki kapının önünde oturmuş saatin dolmasını bekliyor.”[2]

  

Öte yandan, Edip Cansever’in ise Tomris Hanıma derin hayranlığı, platonik olarak yaşadığı bir aşkı olduğundan bahsedilir. Aralarında geçen ilişkinin mahiyeti hakkında Tomris Hanım şöyle bahseder: “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.”[3]

 

Turgut Uyar ise, ölene kadar evli kaldığı eşi Tomris Hanım için şu dizeleri yazar:

“Bir Bozuk Saattir Yüreğim, Hep Sende Durur

Herkes seni sen zanneder.

Senin sen olmadığını bile bilmeden,

Sen bile…

Seni ben geçerken,

Derim ki,

Saati sorduklarında;

Onu ‘O’ geçiyordur.

Kimse anlam veremez.

Tamir ettirmedin gitti derler şu saati…”

 

***

 

Edebiyatımıza damga vuran en önemli aşklardan bir tanesi de Nazım ile Piraye’ninkidir. Evlenmelerinin hemen ertesinde, Nâzım Hikmet tutuklanınca aşkları uzun süre mektuplaşma ile devam eder:

“Ne güzel şey hatırlamak seni:

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…

Ne güzel şey hatırlamak seni:

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…

İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti.”

 

Ancak Nazım, hapisteyken bir başkasına âşık olur. Bu durumda, uygun bir dil ile Piraye’den ayrılmak istediğini söylediği bir mektup yazar. Nâzım Hikmet, sevdiceğine yazdığı mektupta aşkları bitse de, yakın iki insan olarak kalacaklarından bahseder.

  

“Bütün bu olan bitene rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarıda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum.”[4] Yazının başında bahsettiğim duygunun insanın ruhuna tesir etmesi böyle bir şey olsa gerek. Aşk bitse de duygu kalmasa da o tesir uzun zaman devam edebiliyor.

 

***

 

Türk edebiyatının en hüzünlü aşk hikâyelerinden bir tanesi ise Ahmet Arif’in Leyla Erbil’e olan karşılıksız aşkıdır.

 

“Canım Benim,

Bilir misin, ‘canım’ dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep…”

 

“seni, anlatabilmek seni.

iyi çocuklara, kahramanlara,

seni, anlatabilmek seni,

namussuza, haldan bilmez,

kahpe yalana”

 

Ahmet Arif, uzun yıllar Leyla Erbil’e “Leylim” diye hitap ettiği mektuplar yazar. Çok az cevap almasına rağmen, mektup yazmaktan hiç vazgeçmez. Ama yazdığı sıcacık metinler ile sevgisini haykırmasına rağmen, Ahmet Arif’in aşkı karşılık bulmaz.[5]

 

Söz konusu olan, edebiyatın büyük ustalarının dizeleri olunca aşk daha da bir kuvvetli geliyor insana. Öyle ya, böylesine şiirleri yazdıran güçlü duygular olmalı.

 

Günümüzde bu tarz efsanevi aşkların hâlen yaşanıp yaşanmadığı soru işareti olsa da ruhumuza en çok tesir eden aşklar vuslata ermeyen aşklardır diyebiliriz. Romeo ile Juliet, Ferhat ile Şirin ya da Leyla ile Mecnun’dan hangisi kavuşmuştur ki sevdiğine?

 


 

Referanslar

[1] Aksucu, İ. (2018). Dört Büyük Şair ve Paylaşılamayan Bir Kadın: Tomris Uyar. ListeList.

[2] Site Editörleri. (2017). Cemal Süreya ve Tomris Uyar’ın Olaylı Aşkından Geriye Kalan Tatlı Anektodlar. ekşişeyler.

[3] Tepetaklak Dergisi Editörü. (2018). Uğruna Aşk Şiirleri Yazılan Kadın: Tomris Uyar. Medium.

[4] Doğan, M. (2018). Nazım Hikmet ile Piraye’nin Hüzünlü Aşkı. Mavi ve Edebiyat.

[5] Şenol, Ş. (2019). Ahmed Arif’in Bitmeyen Aşkı Leyla Erbil’e Mektupları – Leylim Leylim. Medium.

 

Fotoğraf: John-Mark Smith, Pexels

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir