Lefkoşa’nın Fethinden Sonra Neler Oldu?

9 Eylül 2020, Lefkoşa’nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinin 450. yıl dönümü olacak. Bu yıl dönümüne yaklaşırken, Lefkoşa’nın fethi yakın zamanda başka bir vesileyle de gündeme geldi.

 

Girne Kapısı’nın yanında eski Ziraat Bankası binasının Surlariçi Şehir Müzesi olarak kazandırılacağı açıklanırken, Müze Müdürü Doç. Dr. Rana Amrahova müzenin tavanına altın tozu da kullanılarak Lefkoşa’nın fethi ve 20 Temmuz’u anlatan resimler yapılacağını açıkladı.[1] Bununla ilgili olarak Prof. Dr. Uğur Ulaş Dağlı ise Havadis gazetesinde müzecilik açısından bir eleştiri yayımladı.[2]

 

Bu yazıda ben de başkentimizin tarihinin hep yüceltilen ancak pek bilimsel ele alınmayan bu sayfasının, tarih ve ders kitaplarımızdan uzak kalmış bir yönünü aktarmak istedim: Lefkoşa’nın fethinden sonra neler oldu?

 

Fetihten önce Lefkoşa

Fetihten önce Venedik idaresindeki Kıbrıs’ın başkenti olan Lefkoşa, çeşitli kaynaklarda aktarıldığına göre 25.000 kişilik bir nüfusa sahipti. Bu dönemde Selanik’in nüfusunun 22.000, Atina’nın nüfusunun nüfusunun 18.000 olduğu düşünülmekteydi. Bu nedenle fetihten önceki Lefkoşa’nın, Rönesans İtalyası’nın etkisiyle Rum ve Levant kültürlerinin bir araya geldiği, bölgenin sayılı kültürel ve ekonomik merkezleri arasında olduğunu görebiliriz.[3]

 

Rumca konuşanların çoğunluğu oluşturduğu en büyük şehir olan Lefkoşa’da Lüzinyan ve Venedik dönemlerinin bakiyesi hatırı sayılır bir Frenk nüfusu vardı. Rumlar ticaret ve üretimle uğraşırken, çoğunlukla Fransızca konuşan Frenklerin önemli kısmı büyük toprak sahibi aristokratlar, hükûmetle bağlantılı kimseler ve din adamlarından oluşmaktaydı. Bunların yanı sıra başkentte Maronitler, Ermeniler, Kıptiler, Nasturiler, Etiyopyalılar ve başka Levanten azınlıklar yaşamaktaydı. Tüm bu kesimlerin kendilerine ait kiliseleri başkentin dört bir yanında yer almaktaydı, mekânsal olarak herhangi bir ayrım söz konusu değildi. Bu niteliğiyle Lefkoşa kozmpolit bir kültür zenginliği sergilemekteydi.[3]

 

Özellikle Lüzinyan döneminde Kıbrıs Krallığı’nın başkenti olarak zenginleşen Lefkoşa, Venedik yönetiminde siyasi öneminin azalmasına paralel ekonomik bir zayıflama da yaşamıştı. Rumlar arasında özellikle yükselen yoksulluk ve Frenk aristokratlara ekonomik bağımlılık, şehirde büyük bir huzursuzluğa ve zaman zaman olaylara yol açıyordu. Bunun yanı sıra 1560’lı yıllarda yeni Lefkoşa surlarının yapılması için 1.800 kadar evin yıkılması, halkın küçülen Surlariçi’nde yoğun koşullara sıkışıp yükselen taşınmaz mal fiyatlarıyla karşılaşması da büyük sorunlar arasındaydı.[4]

 

1570 yılında Osmanlıların adaya çıkarma yapıp fetih harekâtının başlamasıyla Lefkoşa surlarının içine kırsaldan büyük bir sığınma gerçekleşmişti. Sığınan Rum ve Frenklerle birlikte şehir nüfusunun 56.000’e kadar çıktığı kaynaklarda yer almaktadır.[5]

 

Fetihten sonra: Lefkoşa köyü?

Ronald C. Jennings, 1970’li yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun taşrasındaki kadı sicillerini incelemeye başlayan ilk Osmanlı tarihçilerinden oldu. İmparatorluğun sosyoekonomik açıdan incelenmesi konusunda Halil İnalcık gibi efsanevi isimlerle birlikte anılan bu çok değerli tarihçi, Kıbrıs’la ilgili de önemli çalışmalara imza attı.

 

Jennings’in bizlere aktardığı, vergi maksadıyla derlenmiş Kasım 1572 tarihli tahrir defterinde Lefkoşa’nın nüfusuna dair korkunç bulgular var. Bu noktada hâlen Türklerin yerleştirilmediği kaydedilen Lefkoşa’da yalnızca 235 yetişkin erkek mevcuttu! Jennings bundan hareketle şehrin nüfusunun 1.100-1.200 olması gerektiğini, bunun Lefkoşa’nın halkının fetih sırasında neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığını ortaya koyduğunu ifade etmiştir. Karşılaştırma maksatlı olarak, Jennings’in aynı tahrir defterinden Dipkarpaz nüfusunu 1.500 civarında tahmin ettiğini belirtmek gerekir.[6]

 

Tarih kitaplarımızda yer almayan bu olay, aslında fetihte yer almış bir paşanın yazdığı fetihnamede de anlatılmaktadır. Gelibolulu Mustafa Ali’nin yazdığı düşünülen bu metinde fetih sonrası yaşananlar şu şekilde geçer:

“asâkir-i muvahhidîn münkirân-ı dîn-i nebevî ve müstekbirân-ı millet-i Mustafavî olan melâîn-i makarr-mekînden sekiz bin mikdârı bî-dîn ve begleri ve kapudanları kılıçdan geçüp ol esnâda bakiyyetü´s-süyûf olanları dahi evlerinden ve tamlarından tüfenk ve darb-zen ile haylî ceng idüp…”[7]

 

Yani günümüz Türkçesiyle:

“evleri içine sığındıklarında Müslüman askerler din düşmanlarından bey ve kaptanları da dâhil sekiz bin kadarını kılıçtan geçirip, kılıçtan arta kalanları da evlerinden epey savaşıp…”

 

Burada 8.000 gibi bir rakam verilse de, batı kaynakları daha büyük rakamlar da vermektedir. Keza burada savaşan askerlerin kılıçtan geçirildiği belirtilse de, İtalyan tarihçi Vera Constantini, esasen askerlerin öldürülmesiyle birlikte sivillerin ve din adamlarının da daha az olmakla beraber kılıçtan geçirildiğini aktarmaktadır.[5]

 

Bununla birlikte Lala Mustafa Paşa’nın yağma ve katliam konusunda orduyu frenlediği ve son kalan asilzadelerin de canlarını bağışladığı aktarılmaktadır. Hemen sonrasında nüfusun envanteri çıkartılmış ve 14.000 Lefkoşalı köle olarak esir alınmıştır. Bu köleler arasında yer alan asilzade aileleri, daha sonra Venedik yönetiminin paraların vermesiyle beraber özgürlüğe kavuşmuştur. Eski Tripoli Kontu’nun ailesine mensup gençlerin, sahipleri olan odabaşıyla beraber Tuzla bölgesine gidip babalarının gömmüş olduğu hazineyi çıkarması ve bununla özgürlüklerini satın almaları gibi hikâyeler Osmanlı belgelerinde kayıtlıdır. Constantini, Venedik arşivlerinden Lefkoşa’dan köle olarak alınan asilzadelerin listesini çıkarabilmiştir.[5]

 

Burada elbette ki Lala Mustafa Paşa’nın motivasyonu barbarlık veya vahşet değil, uzunca bir süre direnecek olan Mağusa’daki Venediklilerin gözünün korkutulması ve sivil halka gözdağı verilerek Rumların desteğinin çekilmeye çalışılmasıydı. Nitekim, Mağusa’daki kuşatma sırasında şehri terk eden Rum sivillere Osmanlı ordusu tarafından herhangi bir zarar verilmemiş, tahrir defterlerinde Mağusa’da Kordelya, Luçya gibi Frenk isimlerinin olması burada benzer bir toplu kıyımın yaşanmadığını ortaya koymuştur.[5]

 

Lefkoşa’nın fethini hatırlamak

Bu aktardıklarım, Lefkoşa’nın fethinin bir facia olduğu gibi bir değer yargısıyla okunmamalıdır. Lefkoşa tarihinde çok katliamlar görmüş geçirmiş bir şehirdir. Elbette ki Lefkoşa’nın tarihsel gelişimi açısından fetih bir kırılma noktası olmuş, şehir bir daha önceki önemini ve kozmopolitliğini yakalayamamıştır. Bununla birlikte şehre gelen Osmanlı-Türk medeniyeti kendi eserlerini vermiş ve günümüz Lefkoşa’sının mirasının muhteşem kültürel çeşitliliğine ayrı bir zenginlik katmıştır.

 

Burada önemli nokta şudur: Lefkoşa’nın fethini altın tozlu kitsch tasvirlerle anmak, yaşadığımız şehrin geçmişiyle sağlıklı bir ilişki kurmamızı engellemekten başka bir iş yapmayacaktır. Lefkoşa’nın bizim olduğunu kanıtlamak için Sistina Şapeli tarzı tavan süslemeleriyle fetih güzellemelerine gerek yoktur. Lefkoşa bizimdir, tarihinin her katmanıyla, tüm yaşanmışlıkları ve tüm acılarıyla bizimdir.

 

Osmanlı dönemi de elbette ki tarihimizin sahip çıkmamız gereken kritik bir sayfasıdır, ancak süslü fetih anlatıları ülkemizin gençliğini Osmanlı tarihine sahip çıkmaya itmeyecektir. Önemli olan, geçmişimizi sağlıklı okuyabilmek, bilimsel olarak araştırabilmek ve kent hafızasını kurgulayacaksak bunu çağ dışı mitlerden uzak bir şekilde inşa etmektir.

 


 

Referanslar

[1] Site editörleri (2020). “Surlariçi’nin çehresi bir başka olacak… Şehir Müzesi kuruluyor“. BRT.

[2] Ulaş Dağlı, Uğur (2020). “Dağlı: İnşaatına başlanan Lefkoşa Surlariçi Şehir Müzesi, bir Kent Müzesi değildir!“. Havadis.

[3] Grivaud, Gilles (2012). “Frankish & Venetian Nicosia 1191-1570: The Capital of the Sweet Land of Cyprus”. Michaelides, Demetrios (Ed.). Historic Nicosia. Lefkoşa: Rimal Publications. ss. 115-120. ISBN 9789963610440.

[4] Coureas, Nicholas (2012). “Frankish & Venetian Nicosia 1191-1570: A Political, Judicial and Ecclesiastical History of Nicosia”. Michaelides, Demetrios (Ed.). Historic Nicosia. Lefkoşa: Rimal Publications. ss. 121-136. ISBN 9789963610440.

[5] Constantini, Vera (2008). “Old Players and New in the Transition of Cyprus to Ottoman Rule”. Michaelides, Demetrios (Ed.). Living in the Ottoman Ecumenical Community: Essays in Honour of Suraiya Faroqhi. BRILL. ss. 373-388.

[6] Jennings, Ronald C. (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World. New York University Press. ss. 256-262.

[7] Eliaçık, Muhittin. “Lefkoşe Kalesinin Fethini İlk Elden Anlatan Mühim Bir Mektup“. Türkiyat Araştırmaları Dergisi.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir