Yanaklarında Renk Var mı?

Bir ay önceki yazımda kanımca Türkçe rock tarihinin en iyi albümü olan, Adamlar’ın 2016 yapımı Rüyalarda Buruşmuşuz albümünü yorumlamıştım. Bu haftaki yazımda biraz daha evrensel, dünyanın dört bir yanında kitlelere ulaşmış ve kişisel fikrimi soracak olursanız dünya rock camiasında, yapıldıktan sonra henüz dengi gelmemiş bir albümden, Arctic Monkeys’in 2013 yılında çıkardığı AM adlı modern klasikten bahsetmek istiyorum.

 

Aslında bu albüme olan hayranlığımı çok kısaca 2018’in sonlarında yazdığım Rock ‘N’ Roll Nereye Kaçtı Ama? yazımda da dile getirmiştim. 2010’lu yıllarda rock namına en büyük işi bu albümün yaptığını söylemiştim ve söylediklerime hâlen harfiyen katılıyorum.

 

***

 

Şarkı şarkı albümü yorumlamaya geçmeden önce kısaca Arctic Monkeys’ten ve bu albümün nasıl ortaya çıktığından bahsetmek istiyorum.

 

2006’da daha ergen yaşlarda ilk albümlerini (Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not) çıkaran Arctic Monkeys henüz albüm çıkmadan, daha oldukça yeni bir icat olarak görülen “internet” sayesinde Birleşik Krallık çapında kitlelere ulaşmıştı bile. Hatta 2007’de hiç hız kesmeden bir albüm daha (Favourite Worst Nightmare) çıkarmış ve o albümle de bayağı ses getirmiştiler.

 

Fakat, 2009’daki albümleriyle (Humbug) popülaritelerinde yavaş yavaş düşme yaşanmaya başlamış, 2011’deki albümlerinden (Suck It and See) sonra artık hitap ettikleri insan grubu oldukça sınırlı bir hâl almıştı. Öyle ki bir zamanlar, sadece Birleşik Krallık’ta da olsa, müziğin zirvesinde olan grup artık başka bir grubun ön grubu olarak sahne alıyordu. Bu dediğim ön grup olma durumu, turlarının sadece Amerika ayağı için geçerli olsa da bence yine de bir şeyler söylüyor.

 

Tur devam ederken, vokalist ve gitarist Alex Turner’ın dediğine göre “şarkıların kendilerini tüketmiş olmasından” dolayı grup R U Mine? adlı bir tekli çıkarıyor. Hızlı, enerjik, ritmi hip-hop, arka vokalleri R&B tarzını andıran bu yeni ve farklı parçaya insanlar da bayılıyor. Şarkıyı çıkardıklarında özellikle sonraki albümlerinin içine koymayı düşünmeseler de hem şarkıya gelen tepki hem de şarkının ta kendisi grubu heyecanlandırıyor ve o şarkının tarzında yeni şarkılar yapmaya çalışıyorlar. Basgitar ve bateriyle âdeta hip-hop arka planı, arka vokallerle de âdeta R&B şarkıları yapmaya başlayan grup özlerini de unutmuyor, parçalara gitarları da ekleyerek diğerlerinden çok farklı bir rock ‘n’ roll albümü yapma hazırlığına giriyor.

 

Yapım aşamasında belki de bilmiyorlar, fakat albümdeki şarkıları yazarken aynı anda isimlerini müzik tarihine de kazıyorlar.

 

Do I Wanna Know?

Bu şarkı için aslında bir şey demeye gerek var mı emin değilim. 2010’lu yıllardan herkesin, ama gerçek manada herkesin, bildiği son rock şarkı olabilir. İlk dinlediğimde standart bir rock şarkısı kalıbına uymadığından, ve şarkıdaki gitarın fazla basit olduğunu düşünmemden ötürü pek beğenmesem de zamanla şarkının gerçek kimliğini ve aslında neyi temsil ettiğini çok daha iyi anladım.

 

“Basit” olmanın kötü olmadığını ve adamların aslında öyle basit olmasına rağmen bu denli akılda kalıcı, diğerlerinden ayrı bir şarkı yapmalarının ne kadar takdire şayan bir şey olduğunu anladım. Rock gruplarının popüler kültürde kalabilmek için pop şarkılar yaptığı böylesine bir dönemde, hip-hop ve R&B gibi janrlardan esinlenmiş olsa da, kendi tarzından ödün vermeden aslında nasıl bir şaheser yapmış olduklarını anladım.

 

Aynı anda hem hüzünlü hem mutlu, hem sakin hem “gof”, her türlü ruh hâlinde dinlenilebilecek çok farklı bir şarkı. Sırf “popüler oldu” diye bir kenara itenler olacaktır; itmeyin. Şarkıyı bir de temsil ettikleriyle, sırtında taşıdığı bütün bir jenerasyonu görerek dinleyin.

 

R U Mine?

Yukarıda kısaca bahsetmiş olsam da bu şarkı da öyle birkaç cümleyle bitirilebilecek bir şarkı değil. Söylemek istemesem de bu şarkıyı da zamanında Do I Wanna Know? gibi kenara atmanın pişmanlığını yaşıyorum. “Basit” sözler, “basit” gitarlar olduğunu düşünüp her şeyi en iyi bildiğini düşünen bir ergen misali… Hele ki bateride Matt Helders o korkunç ritimleri yaparken aynı anda arka vokal de yaparken… Bu denli canlı, dinledikten sonra dünyayla yalnız başına savaşabilecek hissiyatını bu denli veren bir şarkı yakın tarihte pek yok diye düşünüyorum.

 

Kendi grubumla da her zaman çalmaktan keyif aldığım, istisnasız her konser çalabileceğim çok eğlenceli bir şarkı. Baterisinden basgitarına, solo gitarından ritim gitarına, ön vokalinden arka vokallere kimsenin yeteneklerini artlarına koymadığı bir şarkı.

 

İyi ki de bu tarz yeni bir şey deneme ihtiyacı hissetmişler, iyi ki de böyle bir şarkı, ardından böyle bir albüm yapmışlar…

 

One For The Road

Albümün 6 teklisi arasındaki büyük ihtimal en sessizi olsa da bana sorarsanız bu da kolayca geçilecek bir parça değil. Benim de albümdeki en sevdiğim şarkı olmasa da başka bir albümde kolaylıkla en iyi parça olabilecek, aslında albümün ne kadar zengin olduğunu kanıtlıyor. Albümün kalanıyla oldukça homojen, albümün yapmak istediğini, vermek istediği mesajı oldukça iyi veren bir şarkı.

 

Solosuna ayrı bir parantez açma ihtiyacı hissediyorum. Öyle aşırı kompleks veya uzun değil, ama “az ve öz” lafına tam bir karşılık; şarkının kalanı gibi dinlemesi keyifli ve hoş.

 

Arabella

One For The Road ‘ın belalı, piyasacı, bir dişi eksik, havalı kardeşi. Aslında temel olarak birbirlerine çok benzeseler de sokakta yürürken arkanızda patlayan binalardan soğukkanlı bir şekilde kaçtığınızı bu şarkıda hissediyorsunuz sadece. Aslında sözlerine bakıldığında bir kıza yazılmış aşırı tutkulu bir şiir görebilirsiniz ama nakarat önceki dizelerdeki basgitar ve bateri, nakarat ve finalde elektrogitarın da eklenmesiyle sizi bıraksanız bir felakete sürükleyebilecek bir facia ortaya çıkıyor.

 

Black Sabbath’ın War Pigs şarkısını dinlemişseniz nakaratta bu şarkıdan alınmış gibi gelen gitar akorları biraz eğreti duyulabilir, fakat biraz şans verilirse bence bu aşılacaktır çünkü Arctic Monkeys’in bu gitar kısmını düpedüz çaldığına kesinlikle katılmıyorum. Üstüne eklemeler yapılmış, ikinci nakarattan sonraki köprü ve soloyla da şarkı bence tamamen kendi kimliğini kazanmış.

 

“Bütün şarkı sert gitarlar olmadan nasıl ‘gof’ bir şarkı yapılır”a efsane bir örnek…

 

I Want It All

Albümün kanımca tek zayıf halkası. Albümdeki teklilerin “b-side”larıyla rahatça değiştirilebilecek bir şarkı. Bu şarkı yerine ElectricityStop The World I Wanna Get Off With You  veya You’re So Dark rahatlıkla yerleştirilebilirdi. Aslında bu şarkıların “b-side” olmaları bile başlı başına inanılır gibi değil ama neyse!

 

Bunu dememle birlikte, yiğidi öldür hakkına ver, bu parçanın neden albümde yer aldığını görmek kolaylıkla mümkün, albümün kalanıyla da oldukça bağdaşık olduğunu kabul etmem gerek. Bu yüzden şarkıyı siz de bir dinleyin; ne düşüneceğinizi merak ederim.

 

No. 1 Party Anthem

Albümün görünürde en ayrık, fakat aslında o ayrıklığı sayesinde albümün en olmazsa olmazlarından bu şarkı bence. R&B ve hip-hop esintilerinden ziyade bir balat misali yazılmış, aradığını bulamayıp tek gecelik bir eğlenceyle kendini avutmaya çalışan birinin acı-tatlı öyküsü…

 

Piyanosuyla, akustik gitarıyla, arkadaki değişik başka efektleriyle albüme temiz bir hava, bir soluk ve çok başarılı bir orta şarkı. Şarkıyı daha önce dinlemişseniz -ya da dinlememişseniz- solist Alex Turner’ın en ince detayına kadar betimlediği dünyaya biraz daha dikkat ederek dinleyin şarkıyı bir de…

 

Mad Sounds

Albümün diğer ve en az ardılı kadar başarılı, orta şarkısı. Mad Sounds, yani “Çılgın Sesler” hakkında, çılgın gecelerden bahseden sözlerine karşı oldukça oksimoron, yani karşıtlık, içeren aşırı sakin bir melodi. Herhâlde hayat akıp giderken, geceler birbirlerini kovalarken geriye çekilip kendine dışarıdan bakmanın, olan biteni kontrol edememekle barışmak zorunda olmayı fark etmenin uyuşukluğuyla, bir nevi rahatlığıyla yazılmış bir şarkı…

 

“Chill”, sakin çalma listelerine tam eklemelik!

 

Fireside

Orta şarkılarla albümün kalanıyla yapılabilecek belki de en iyi bağ, köprü. Akustik gitar olsa da R&B ve hip-hop’un geri geldiğini hissediyorsunuz. İlk kez dinledikten sonra şarkının solosu akılda kalacak olsa da birkaç kez daha dinleyince Nick O’Malley’in basgitarda hiç de yadsınamaz bir iş yaptığını fark ediyorsunuz.

 

Şarkının sonunda AM denilen bu başyapıtın son düzlüğüne girmeye hazırsınız.

 

Why’d You Only Call Me When You’re High?

Albümdeki şarkıların sadece başta olduğunu düşünüyorsaydınız yanılıyorsunuz. İşte Do I Wanna Know?  ve R U Mine?  ile beraber albümdeki hem üçüncü soru (!) hem de bu iki şarkıyla dünyayı kasıp kavuran üçüncü tekli. Kanımca tek yanlışı fazla kısa olması olan bu şarkı her bittiğinde sanki daha fazla sürmeli, biraz daha gitmeli gibi geliyor bana.

 

Şarkının başındaki bateri ve basgitar melodisinin üstüne âdeta 50 Cent gelip rap yapacak gibi hissediyorsunuz. Yani yapmak istediklerini olabilecek en başarılı hâlde dinlemeye başlıyor, sıradan hip-hop şarkılarındaki tekniklerle değil de kendilerince nasıl bunu başardıklarını gözlemliyor ve şarkı devam ettikçe bunun üstüne nasıl eklemeler yapıp yepyeni bir akım yarattıklarını fark ediyorsunuz.

 

Tek kelimeyle muazzam.

 

Snap Out Of It

“Orta şarkılar” dediğim şarkılar gibi biraz farklı olsa da hâlen albümün ruhunu yansıtan, diğerlerine göre biraz daha enteresan ama bir o kadar da iyi yazılmış bir şarkı. Tek bir özelliğiyle pek de öne çıkmasa da bütün olarak dinlemesi keyifli bir parça olduğunu söylemek mümkün ki ilk olarak Arabella gibi tekli olarak düşünülmese de, bu iki şarkının aldığı pozitif tepkiden ötürü, iki şarkı da daha sonradan “tanıtıcı tekliler” olarak yayımlandı.

 

Şarkı boyu duyacağınız inceden kalına giden piyano ve gitarlarıyla gerçekten dinlemeden geçilmemesi gereken bir şarkı.

 

Knee Socks

AM  ruhunu fazlasıyla taşıyan, hâlâ her canlı videosunu izlediğimde Alex Turner’ın nasıl aynı anda çalıp söyleyebildiğine inanamadığım bir şarkı. Bence o kadar etkileyici ki sahnede gitar çalmadan şarkı söylemek istemememin en büyük sebeplerinden bile olabilir!

 

İlk dinlediğim gün bile bana sanki dinlemişimcesine bir nostajik etki yaratan Alex Turner ve Matt Helders’ın köprüden sonraki harmonisi, sonrasında da Queens of the Stone Age grubunun solisti Josh Homme’nin de şarkıya arka vokal olarak katılmasıyla pastanın üstüne çilek de eklenmiş, şarkı da afiyetle “yenmeye” hazır olmuştur.

 

I Wanna Be Yours

Bir albüm nasıl bitirilir? Bir müzik türünü çağ atlatacak, 2013 yılında Spotify’da en fazla dinlenen albüm olacak böyle bir eser nasıl bitirilir? Bu sorunun cevabı bence asla, sıradanın dışında şiirler yazan bir şairin aslında “çok da ciddiyetle okunmasını hedeflemediği” bir şiirinin üstüne müzik yazıp besteleyerek değildir. Fakat bu soru zaten bana sorulmadı ve ben büyük ihtimalle bu yüzden Arctic Monkeys değilim!

 

Komik uyakları, enteresan metaforları olan, John Cooper Clarke’ın I Wanna Be Yours şiirini bir başka sanatçı bu denli duygu yüklü, bu raddede çarpıcı bir şarkı yapabilir miydi emin değilim. I Wanna Be Yours 2013’ten sonra bir daha asla John Cooper Clarke’ın olamadı ve artık olabilir mi emin değilim.

 

Kendi ekledikleri kelimelerle beraber gardını düşüren, kollarını açan, her ne olursa olsun yenilgiyi kabul eden ve dediklerinin sonuçlarını artık umursayamayacak buruk bir insanın, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği efsane bir hikâyesi… Müthiş bir şarkı, müthiş bir son, müthiş bir albüm…

 

Son Birkaç Söz

Her şarkısına Adamlar’ın Rüyalarda Buruşmuşuz albümündeki gibi bayılmasam da diğer şarkıların o açıkları ne kadar sağlamca kapamasından dolayı tartışmasız dinlediğim en iyi yabancı albüm. Zaman zaman kendime devamı getirilebilseydi müzik dünyası nasıl olurdu diye sorarım, cevabından emin değilim ama düşüncesi bile beni heyecanlandırır.

 

Siz de albümü bir dinleyin, dinlemişseniz albüm hakkında neler düşündünüz, benim kadar abarttınız mı (!) söyleyin, konuşalım, tartışalım.

2 yorum

  1. Müzik zevkimi baştan aşağıya yenileyen ve müzikte yeni bir perspektifle tanıştıran bir grup olduklarından dolayı bu grubun “abartıldığını” sanmıyorum, en azından benim için.
    Arctic Monkeys dinleyen ve seven diğer dinleyicilerden duyduğum bazı yorumlarda bu grupla AM albümü vasıtasıyla tanışmış olan ve sadece bu albümden hoşlanan dinleyicilere karşı hafif bir önyargı seziyorum. Ancak fikrimce AM albümü zaten Arctic Monkeys’in genelde ürettiği müzik tipinin bir tık dışında kaldığı için grupla bu albüm sayesinde tanışan dinleyicilerin diğer albümleri beğenememesi/ hayal kırıklığına uğraması anlaşılırdır, zaten bu albümün diğer albümlere nazaran daha tanınmış olmasının sebebi de grubun kendi türlerinin dışına adım atıp biraz daha deneysel bir albüm yaratmış olmalarıdır. İyi veya kötü, bu albümün grubun tanınmasında çok büyük rol oynadığı aşikar.
    Şahsen, AM albümünün içinde mükemmel şarkılar olduğunu düşünsem de, grubun en iyi şarkılarının diğer albümlerde bulunduğunu düşünüyorum, I Bet That You Look Good on The Dance Floor,505 ve fluorescent adolescent gibi.
    Maalesef AM ve önceki albümler favori albümlerim arasında olsa da, grubun son çıkardığı albüm hiçbir zaman beni tatmin edemedi, her ne kadar sevmeye çalışsam da.

    1. Söylediğin şeylere daha fazla katılamazdım! Ne olmuş yani bu albümle tanışmışsak bu grupla? Hem bundan doğal ne olabilir; sadece Spotify ve YouTube verilerine hızlıca bir göz atınca en fazla göze çarpan şarkıların hep bu albümden olduğunu görmek oldukça basit.

      Ayrıca aynen dediğin gibi bu albüm bırak diskografilerindeki öbür albümleri, çıktığı zamana göre “experimental” bir yapıya sahip olmasından ötürü hiçbir albüme benzemeyen bir albüm. Bu yüzden insanın diğer albümlere ısınamaması gayet makul; ki ben ilginçtir Arctic Monkeys’le ilk tanıştığımda bu albümü hiç beğenmemiş, ilk albümlerini daha fazla tercih etmiştim!

      Son olarak grubun son albümü konusunda da maalesef ki sana katılıyorum. Grubun enstrümanlarla, farklı müzikal konseptlerle deneyler yapmalarıyla sorunum yok; hatta bunu yapmalarını isterim (zaten öbür türlü AM asla olamazdı!). Fakat sorun zaten bence albümün farklılığından ziyade albümün genel olarak fazla aynı temalar üstünde gidip dinleyiciyi çok fazla heyecanlandıramaması.

      Neyse, geçtiğimiz aylarda grubun yeni bir proje üstünde uğraştığı tarzı haberler çıkmıştı. Umarım AM’in aynısı olmasa da bizi en azından onun yarısı kadar heyecanlandırabilecek bir şeylerle çıkabilirler.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir