Koronavirüs Kriz Yönetiminin UBP-HP Hükumeti ve Yeniden Doğuş Partisi ile İlgili Gösterdikleri

Geçtiğimiz günlerde UBP-HP hükûmetinin koronavirüs salgınını yöpnetim şeklinden ortaya çıkan birkaç önemli husus artık tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde gözler önüne serilmiş olmakla birlikte, bayrağı altında yaşadığımız KKTC’deki rejimin kırılganlığına ve YDP’nin asıl kimliğine dair herkese önemli ipuçlarını birleştirme fırsatı vermiştir. Bu bağlamda ele alınması gereken iki husus Ali Pilli’nin geçen hafta Genç TV’de katılmış olduğu programda yaptığı bazı açıklamalar ve içlerinde Milletvekili Bertan Zaroğlu’nun da bulunduğu YDP’li birtakım kişilerin koronavirüse yakalanmaları, akabinde geçtiğimiz günlerde Bertan Zaroğlu’nun tedavi için Türkiye Cumhuriyeti’nin ambulans uçağı ile Türkiye’ye götürülmesi sürecinin getirdikleri. Bu iki olay bizlere sağ cenahtan oy toplayan UBP-HP hükûmetine dair önemli gözlem fırsatı sunmuştur.

 

 

Ali Pilli’nin Açıklamaları

Geçen hafta Genç TV ekranlarında Mustafa Alkan’ın Er Meydanı programına katılan Ali Pilli’nin yapmış olduğu açıklamalar gerek sağ mahallede gerekse sol mahallelere mensup insanlar tarafından yazılı ve görsel basın, hatta sosyal medya üzerinden sert eleştiri oklarının merkezine bir kez daha UBP-HP hükûmetini getirmişti. Ali Pilli’nin söylemleri her ne kadar ağır olarak eleştirilse ve hükûmetin kriz yönetme kapasitesi açıklamaların geneli üzerinden sorgulansa da Pilli’nin açıklamaların belirli bir bölümü aslında eleştirilen diğer hususları gölgede bırakacak nitelik ve önemdeydi. Bu açıklamalar da halktan gelen “kumar oynamaya gelenlere özel uygulama” tepkisi üzerine fikir değiştirilerek vazgeçilen adaya en fazla üç gün kalmak kaydıyla gelen insanların karantina uygulamasına dair Sağlık Bakanı’nın akıllara durgunluk veren açıklamalarıydı.

 

Sağlık Bakanı açıklamalarında bahsi geçen karantina muafiyetinin çok faydalı olacağını, iki PCR testlerinin de negatif çıkması sonucunda üç gün adada bulunacak insanların koronavirüsü bulaştırma olasılıklarının matematiksel olarak çok düşük olduğunu öne sürerek hükûmetin bu konudaki pozisyonunu savunmuştu. Fakat bu uygulamadan vazgeçilmesini iki sebeple özetleyen Pilli bu sebeplerin öncelikle yasal uygulama ayağı olmadan insanların sadece adada üç gün kalıp kalmadıklarını denetlemek için ellerinde bir güç olmaması, insanların bu durumu suistimal edebileceğini ve bu konu ile ilgili halktan gelen tepki olduğunu açıkladı. Bu bağlamda Sağlık Bakanı kendisiyle çelişen bir şekilde bu sebepler ışığında uygulamadan vazgeçildiği ama pazartesi günü meclisten geçmesi beklenen ceza yasası ile bu uygulamanın geri geleceğini ama aynı zamanda bu konu ile ilgili halkın da kendilerini arayıp 3 günlük ziyarete karantina muafiyetinin kalkması için yaptıkları baskı ve telkin için kendilerine teşekkür etmesi de kafalarda yetkili olan Sağlık Bakanlığının ve hükûmetin kriz yönetimi becerilerine dair soru işaretlerini kuvvetlendirmiş oldu. Bu bağlamda Sayın Pilli’nin söylemlerinden hükûmetin bu konuya yaklaşımını şu sonuçları ortaya çıkarmaktadır:

 

Ali Pilli’nin söylemleri baz alındığında, sırf halkın 3 günlük ziyaretçiye karantina muafiyeti maddesinin “kumarcıları ve otelleri kayırmak” olarak yorumlanması ve “yanlış anlaması” üzerine halka bu uygulamanın aslında yorumlandığı gibi olmadığını, bilimsel veriler ışığında bu süre zarfında adada bulunacak insanların hastalık bulaştırma risklerinin çok düşük bir olasılık olması dolayısıyla bu uygulamanın ekonomik getirilerinin sağlık kaygılarından ağır bastığını ve uygulanmasının mantıklı olduğunu açıklamadı. Bunun yerine halktan gelen ilk sert tepki üzerine vazgeçilmesi UBP-HP hükûmetinin seçmen/vatandaş nezdinde inanılabilirliğinin ve onlara olan güveninin en düşük seviyelerde olduğunu göstermektedir. Ülkeyi yöneten ilgili makamlardaki kişiler bu uygulamanın faydalarını savunarak kamuoyunu aydınlatmak ve hükûmet politikasına olan eleştirileri bertaraf edip savunarak doğru bir politika olduğunu kanıtlamaktansa ilk tepkide önerinin rağbet görmediğini fark edip hemen hasar kontrol politikasına geçip toplumun iyiliğinin karar mekanizmalarında ne kadar ön planda tutulduğuna dair kuşku uyandırmıştır.

 

Kriz yönetimleri halk gözünde ilk başta popüler olmayan fakat halkın menfaati için yararlı olacak uygulamaları siyasi kapital harcama ve popülarite kaybetme pahasına uygulamaktır. Bunu yapmak görev başındakilerinin hizmetlerinin koltuklara değil halka olduğunu gösterir, eğer ki bahsi geçen uygulama gerçekten de toplumun menfaatineyse. Pilli’nin muafiyeti uygulamamalarına rağmen fikre verdiği destek de hâlâ daha bu muafiyetin toplumun faydasına olduğu inancını yinelemekle birlikte bizlere göstermektedir ki bu hükûmetin gerek paydaşları arasındaki gerekse de parti-seçmen arasındaki güven ve destek hükûmetler tarihindeki en düşük seviyelerden birindedir ve belki de erken seçime gidilmesinin önündeki en büyük önleyici faktördür.

 

Bertan Zaroğlu’nun Türkiye’ye Gitmesi

Yazının başında bahsedilen ikinci olay YDP Milletvekili Zaroğlu’nun koronavirüs tanısından sonra kaldırıldığı Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nden kaçması ile başlayan, kendi parti liderinin hastane çalışanlarını ırkçılık ile itham etmesi ve “Hitler” benzetmesi yapması ile doruk noktasına ulaşan ve diplomatik kanallar vasıtasıyla Zaroğlu’nun tedavi için Türkiye’ye götürülmesi ile son bulan bir süreç. Her yönüyle Kıbrıs Türk siyaset tarihine bir fiyasko olarak geçecek bir olay olduğunu söylemekte fayda var. Zaroğlu’nun tedavi amaçlı Türkiye’ye gitmesi, Erhan Arıklı ve diğer YDP üyelerinin bu süreçte kullanmış oldukları sözler, yaptıkları ithamlar ve genel siyasi çizgileri KKTC’nin yönetim rejiminin ne kadar kırılgan ve zayıf olduğunu ve YDP’nin etnik kökeni KKTC siyasetinde bir silah olarak kullanmaktan çekinmemesinin ülkemizin geleceği için ne kadar büyük bir tehlike arz ettiğini gözlerden kaçırmamak gerekir.

 

KKTC nezdinde Zaroğlu’nun, yani bir Cumhuriyet Meclisi milletvekilinin KKTC’deki olanakların şu veya bu sebeple yetersiz oluşu/yetersiz görülmesinden dolayı Türkiye’ye gitmesi ve tedavisine orada devam etmesinin Zaroğlu kadar yüksek nüfuzu olmayan, bir telefonla kendini Türkiye Ankara Şehir Hastanesi’ne naklettiremeyecek ve bu ülkenin sağlık sistemi ile kendisine şifa aramak zorundaki insanlar için ne anlama geliyor? Kendi milletvekiline bile bakacak bir altyapıyı hazırlayamamış, aylardır pandemi hastanesini yapma taahhüdünü yerine getirememiş bir koalisyon hükûmetinin kendi vatandaşına güven aşılayacak ne söyleyebilir ki? Pandemi gerçek anlamda KKTC’de herhangi bir hükûmetin aslında ne kadar kırılgan bir rejim çerçevesinde bu ülkeyi yönetmeye çalıştığını göstermektedir. Bir Cumhuriyet Meclisi milletvekilinin kendine şifayı yurt dışında araması, bunu yaparken hatırı sayılır bir süre Nalbantoğlu Hastanesi’nden kaçıp toplum sağlığını tehlikeye atma cesaretini göstermesi bir de parti liderinin dönüp oradaki sağlık çalışanlarını ırkçı olmakla suçlaması bu krizi unutulmayacak bir fiyaskoya dönüştürdü.

 

YDP’nin Siyasetimize Armağan Ettiği Bölücü Söylem ve Duruş

YDP’nin bütün Kıbrıslı Türklere yönelik bir parti olarak kurulmadığı ve Türkiye kökenli (yani 1974 ve sonrasında Kıbrıs’a gelen veya hükûmet politikaları ile vatandaş yapılan) seçmenlerin oyları için kurulan bir parti oluşu herkesin malumu bir durum. Bu bağlamda en son Zaroğlu olayındaki “Hitler” benzetmesi ve ırkçılık ithamlarından da görüldüğü üzere, siyasi üslubu etnik köken üzerinden inşa edilmiş ve her fırsatta bunu etnik temeller üzerinden popülizm malzemesi olarak kullanan bir parti olan YDP’nin 2018’den bu yana bu ülkeye vermiş olduğu hasarlar bir yana, hâlihazırda sorunlu olan KKTC-Türkiye ilişkileri de göz önünde bulundurulduğunda gelecekte daha da tehlikeli olma potansiyelini ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kısa bir süre kala gelinen noktada unutulmaması gereken şey Cumhurbaşkanlığı makamının kucaklayıcı bir işlevi olduğudur. Dünya kamuoyunun Kıbrıslı Türkleri tanıdığı mecra Cumhurbaşkanlığı, yani Kıbrıs Türk toplumu lideri sıfatı ile seçilen liderdir. Arıklı’nın bu makama aday olması bile tehlikenin ne denli gerçek olduğunu göstermektedir. Kıbrıslı Türklerin bir bölümüne ayaklarını yıkatmak, dillerinde sigara söndürmek, işkence etmek ve tövbe ettirmek istediğini saklamak bir yana gazetede fikir yazısı olarak paylaşan bir insanın Cumhurbaşkanlığı’nın birleştirici kimliğini taşıyacak vasfı olmamıştır ve olamaz da. Bu kendisinin etnik kökeni yüzünden değil, kendi etnik kökenini bir siyasi silah olarak kullanma arzusundan ve toplumun içinde yıllardan beri yer edinmeye başlamış olan “Türkiyeli” kavramını pekiştirmek ve bu insanların Kıbrıs’a başarısız entegrasyonlarını başarılı kılmaktansa bu entegrasyonun önüne geçmek için elinden geleni bir parti politikası olarak yapmasındandır. Ortaya çıkan sorunsal ise Kıbrıslı Rum-Kıbrıslı Türk entegrasyonunu (gerek kapsamlı bir çözüm öncesi veya sonrası) pekiştirme çabalarına ek olarak ortaya bir de Kıbrıslı Türk-Türkiye kökenli Kıbrıslı Türk entegrasyonunu sağlama sorunsalıdır.

 

Koronavirüs her ülkede olduğu gibi KKTC’de de bitmekten henüz çok uzakta ve ilerleyen haftalarda ve günlerde ülkemizi zor günlerin beklediği aşikâr. Geride bıraktığımız haftalarda koronavirüs vakalarının artışı ve gözle görülür yönetim eksikliğinin gidişatı ikinci bir kapanmayı zaruri kılacak gibi gözüküyor. Bu dönem vatandaşların sağlığını olumsuz etkilemekle birlikte, zor bir dönemde hükûmette bulunan siyasilerin ayaklarının altındaki kaygan zemini daha da zayıflatmışa benziyor.

 


 

Fotoğraflar: KKTC Cumhuriyet Meclisi, Facebook.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir