Geçiş Dönemi Adaleti

Geçiş dönemi adaleti, toplumların geçmişte yaşanmış insan hakları ihlalleri ve farklı türden şiddetli toplumsal travmalarla yüzleşmelerini ve yaptırımda bulunmayı hedefleyen adli ve gayri-adli önlemlerden oluşur. Kısaca, toplumların sistematik bir çatışma sonrası hukuki yaptırımların tek başına yetersiz kaldığı noktaları tamamlamasını amaçlar ve demokratik, adil, barışçıl bir gelecek inşa etmeyi hedefler.

 

Geçiş dönemi adalet kavramı, ülke ve konulara göre farklılık gösterse de sabit amaçları basitçe; zarar gören bireylerin haysiyetinin tanınması, insan hakları ihlallerinin kabul edilmesi, giderilmesi ve tekrarlamasının önüne geçmektir. Uluslararası hukuktan hareketle, bunlara ek olarak tamamlayıcı prosedürler, geçiş sürecindeki devletlerin belli yasal yükümlülükleri olduğunu savunur. Örneğin devam eden insan hakları ihlallerinin durdurulması, geçmiş faillerin tespiti ve yargılanması, mağdurların uğradıkları zararların tazmin edilmesi, yeni ihlallerin yaşanmasının önlenmesi, barışın sağlanması ve korunması ile parçalanmış toplumlarda bireyler arasında ve ulusal düzeyde uzlaşma sağlamaya yönelik çabaları teşvik eder.

 

Geçiş dönemi adaleti kavramının kökleri, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Almanya’daki çeşitli Nazi arındırma programlarına, Tokyo Mahkemesinde bazı Japon askerlerinin yargılanmasına ve Nürnberg’de Uluslararası Askerî Mahkeme’nin kurulmasına dayanmaktadır. Örneğin Nürnberg duruşmaları kazanan taraf olan müttefik güçlerin savaş sırasında işlenen savaş suçlarından ötürü Alman askerlerini yargılatmaları üzerineydi. Ardından 1980’lerde ve sonrasında Yunanistan ve Arjantin’deki askerî cuntaların önde gelen isimlerinin yargı önüne getirilmesiyle geçiş dönemi adaletinin şimdiki konumu pekişti.

 

Geçiş dönemi adaleti alanı genişleyip çeşitlendikçe, uluslararası hukukta da önemli bir zemin kazandı. Geçiş dönemi adaletinin dayandığı hukuki zeminin bir parçası 1988’de Amerikan Devletleri İnsan Hakları Mahkemesinin (Inter-American Court of Human Rights) Velásquez Rodríguez’e karşı Honduras davasında aldığı karardır. Bu kararda mahkeme, tüm devletlerin insan hakları alanında temel yükümlülükleri olduğunu tespit etmiştir. Bu yükümlülükler şunlardır:

  • İnsan hakları ihlallerinin engellenmesi için makul adımların atılması;
  • Gerçekleşen ihlaller hakkında ciddi soruşturma yürütülmesi;
  • İhlallerin sorumlularına uygun yaptırımlar uygulanması;
  • İhlallerin mağdurlarına tazminat sağlanması.

 

Bu ilkeler mahkemenin sonraki kararlarında da açıkça tekrarlanmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve BM’nin İnsan Hakları Konseyi ve diğer birimlerinin kararlarında da desteklenmiştir. 1998’de Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluşu da önemlidir, zira mahkemenin kuruluş kanunu, dokunulmazlıklara karşı mücadele ve mağdurların haklarına saygı açısından, devletlerin yükümlülüklerine hayati önem vermektedir.

 

Her ne kadar Kıbrıs güncel çatışmada olan ülke kategorisine girmese veya tüm yönleriyle bir geçiş döneminden geçmemiş olsa da söz konusu adalet kavramı toplumlar arası güveni geri kazanmayı hedeflediğinden dolayı ülkemizi yakından ilgilendirmektedir. Örneğin geçiş dönemi adaleti, çatışma sonucu kaybolan ve akıbeti hala bilinmeyen şahısların ailelerinin haklarının devamlı ihlali meselesini ele alır. Bu konu büyük önem taşımaktadır çünkü sadece ulusal güvenlik ve eğitim sistemleri gibi belirli kurumları şekillendirmekle kalmayıp aynı zamanda devam eden barış sürecine engel teşkil eder.

 

Yapılan anketler Kıbrıs halkının geçiş dönemi adaleti kavramından oldukça habersiz olduğunu göstermiştir. Oysa ki ülkemizde bu konu üzerine resmî ve gayri-resmî kuruluşlar tarafından yürütülmüş çokça çalışma mevcuttur. En yaygın uygulamaya konan ve bu yazıda yoğunlaşmak istediğim “truth seeking” yani hakikat arayışı üzerine olan mekanizmalardır. Hakikat arayışı daha önce anlatılmayanların anlatılmasına bir alan açarak geçmişte yaşananlara yeni açıklamalar bulmaya çabalar ve yerleşmiş siyasi söylemlere alternatif sağlamakta önemli bir rol oynar. Hakikat arayışı çabalarının en büyük örneği, 1981 yılında Birleşmiş Milletler desteğiyle kurulan iki toplumlu Kayıp Şahıslar Komitesidir. Komite şimdiye kadar rapor edilmiş 2.000 civarı kayıptan 913 bireyin kalıntılarını tespit etmiş ve ailelerine teslim etmiştir. Kayıp şahıslar çok hassas bir konu olmakla beraber çatışmanın her iki topluma kaybettirdiklerinin son bulmadığını temsil ettiği için politikayı yakından etkilemektedir.

 

Günümüzde kayıp şahıslar konusu Uluslararası İnsan Hakları Hukuku kapsamındadır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da görüldüğü gibi 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi baz alınır ve uygulanır. AİHS bağlamındaki ilgili maddeler 2., 3., 8., 9., 13. ve 14. maddelerdir. Bunlar yaşam hakkını koruyan, işkence, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelenin yasaklanması, özel ve aile hayatına saygı, düşünce ve din özgürlüğü ve adil olmayan bir şekilde ayrımcılığa uğramama haklarıdır.

 

Buna ek olarak, AİHS’nin sunduklarını destekleyen bir başka çalışma olan “CED” 2010 yılında yürürlüğe girmiştir ve kayıp şahıslar konusunda devletlerin asgari yükümlülüklerini belirtir. Konuya ilişkin en önemli hüküm bu anlaşmanın 24. maddesidir. Bu madde mağdur tarafı kayıp dolayısıyla doğrudan zarar gören herhangi bir kişi olarak tanımlar, gerçeği bilme hakkıyla beraber devletlere olayların aydınlatılmasını öngören yasal olarak bağlayıcı yükümlülükler yükler.

 

Yaygın insan hakları ihlalleri ile uğraşmak büyük pratik zorluklar içerir. Ülkelerin siyasi dengeleri ve kültürleri farklı mekanizmaların uygulanmasının önüne geçebilir veya hükümetler geniş kapsamlı girişimler yürütmeye istekli olmayabilirler. Geçtiğimiz 20 yılda farklı ülkelerin uygulamaları ve deneyimlerinden çıkarabileceğimiz önemli bir nokta, geçiş dönemi adaletinin etkili olabilmesi için birbirini tamamlayıcı bir dizi uygulamanın beraber kullanılmasının gerekli olduğudur. Örneğin ihlalleri gerçekleştirenlerin cezalandırılması ve kurumsal reformların yapılması girişimleri eşlik etmeksizin, hakikatin ifade edilmesi sadece sözlerden ibaret görülebilir. Veya yargılamalarla ve hakikatin ifade edilmesiyle birleşmemiş tazminatlar ise mağdurların sessizliğini ya da muvafakatini satın alma girişimi olarak algılanabilir. Tabii ki büyük ölçekli insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir geçmişle yüzleşmenin tek bir formülü yoktur, tüm geçiş dönem adaleti yaklaşımları insan haklarının evrenselliği inancını temele alır fakat nihayetinde her toplumun durumuna en uygun yöntemleri kendi belirlemesi şarttır.

 


 

Kaynakça

Bozkurt, U. ve Yakinthou, C. (2012). Legacies of Violence and Overcoming Conflict in Cyprus: The Transitional Justice Landscape. PRIO Cyprus Centre. [online] URL: <https://www.prio.org/Global/upload/Cyprus/Publications/PCC-REPORT-2-2012.pdf> [8 Ekim 2020 tarihinde erişildi].

Committee on Missing Persons in Cyprus. (n.d.). [online] URL: <http://www.cmp-cyprus.org/> [10 Ekim 2020 tarihinde erişildi].

Hafıza Merkezi. (n.d.). Geçiş Dönemi Adaleti Hakkında. [online] URL: <https://hakikatadalethafiza.org/gecis-donemi-adaleti-hakkinda/> [5 Ekim 2020 tarihinde erişildi].

Iakovou, N. ve Kornioti, N. (2019). Missing Persons in Cyprus: Observations from the past and recommendations for the future. PRIO Cyprus Centre. [online] URL: <https://www.prio.org/utility/DownloadFile.ashx?id=1943&type=publicationfile> [10 Ekim 2020 tarihinde erişildi].

International Center for Transitional Justice. (n.d.). What Is Transitional Justice? [online] URL: <https://www.ictj.org/about/transitional-justice> [5 Ekim 2020 tarihinde erişildi].

Wikipedia’ya katkıda bulunanlar. (2020). Nuremberg Trials. Wikipedia, the free encyclopedia. [online] URL: <https://en.wikipedia.org/wiki/Nuremberg_trials> [10 Ekim 2020 tarihinde erişildi].

 

Fotoğraf: Clay Banks, Unsplash.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir