Perşembenin Gelişi Çarşambadan Belliyse, Salıyı Nasıl Değiştirebiliriz?

Koronavirüs süreci dolayısıyla ertelenen ve dolayısıyla bir türlü bitmeyen bir Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, en sonunda bitti. Son iki senedir inşa edilmeye çalışılan kabus senaryosu, göstere göstere gelen bir konjonktür en sonunda bu gece sonlandı. Seçimleri kazanan Sayın Ersin Tatar’ı tebrik ederim. Gafları ve esprileri ile bilinen bir bakıma ikinci bir Trump olan 5. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile oldukça komik günler bizi bekliyor.

 

Nitekim seçim sürecine geri dönecek olursak AK Parti Kıbrıs Şubesi olarak faaliyet gösteren Ulusal Birlik Partisi, son derece başarılı çalışmaları ile ikinci turda daha çok seçmenini sandığa taşımayı başardı. Bu rüzgârla birlikte, erken genel seçimlerde de tek başına iktidara gelme ihtimalleri oldukça kuvvetlidir dersek yanlış olmaz. Peki buraya nasıl gelindi?

 

Birinci kısım

31 Ekim 2018 tarihinde gerçekleşen UBP kurultayında, “Merak etmeyin sevgili arkadaşlar, telefonum hep açık olacak!” gibi vaatler ile Ulusal Birlik Partisi başkanlığına seçilen Ersin Tatar, 22 Mayıs 2019 tarihinde Halkın Partisi ile koalisyon kurarak başbakan oldu. Dolayısıyla, tek hedefi sadece iktidara gelmek olan partisini hükûmete getirerek, cumhurbaşkanı olmanın ilk adımını attı. İlk başta “ben cumhurbaşkanı olmak istemiyorum, adaylık aklımda yok” dese de hasbelkader adaylıktan kaçamadı.

 

Öte yandan, “dörtlü koalisyon hükûmetini cumhurbaşkanlığı seçim pazarlıkları karşısında bozdu” dedikoduları ile oluşan kamuoyu algısını kıramayan Halkın Partisi, UBP ile koalisyon kuran herkesin başına gelen kader gibi oylarında ciddi bir erozyon yaşadı. Bunun en önemli sebebi sağ ve soldan yaratılan kamplaşma ve Ulusal Birlik Partisinin hükûmet imkânlarını kullanarak yarattığı avantaj oldu. Son virajda ise, iç ve dış işlerinde orta yol siyasetinin üzerini çoktan çizen Türkiye, Kuzey Kıbrıs’ta yaratılmaya çalışılan üçüncü yol siyasetinin cenaze namazını kılarak seçimi daha da kızıştırınca olan Halkın Partisine ve bağımsız aday Kudret Özersay’a oldu.

 

CTP cephesinde ise bir başka akil adam ve orta yol siyasetçisi olan Tufan Erhürman, sürecin en başından beri farklı çevrelerden takdir toplamış, destek görmüş olması dolayısı ile geçen seçimler hüsrana uğrayan parti içinde umut ve heyecan yaratmıştı. Ancak, Türkiye’yi sevenler ve sevmeyenler gibi yapay bölünmelerin yaşandığı seçim atmosferinde ne Tufan Hoca’nın ne Kudret Hoca’nın söyledikleri duyulabildi. Âdeta kelimeler anlamını yitirmiş, gerginlik siyaseti fikirlere duvar olmuş gibiydi.

 

4. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise, Crans-Montana’da biten müzakerelerden sonra “Kıbrıslı Türklerin sığınacağı tek liman Türkiye’dir.”, “Federasyon görüşmeleri bitmiştir, gelecek nesillere başarılar dilerim.” gibi söylemlerde bulunmuş ancak seçim yaklaştıkça tekrar eski çizgisinde çıkışlar yapmıştır. Buradan sonra, Kıbrıs sorununda yeni bir paradigma yaratmak isteyen T.C. Dışişleri ile ufaktan başlayan fikir ayrılıkları maalesef yurtsever bir Kıbrıslının düşmanlaştırılmasına kadar varmıştır. Mustafa Akıncı’ya karşı Ersin Tatar’a destek veren T.C. hükûmeti, normal koşullarda Tufan Erhürman ve Kudret Özersay’a gidecek olan oyların iki uç kampa yönelmesine sebep olmuştur.

 

Elbette, her seçmenin oy vermek için farklı motivasyon ve bakış açıları olabilir. Ancak, içerisinde bulunduğumuz konjonktürün şartları içerisinde genel olarak Türkiye ne derse o olmalı, Türkiye’den farklı düşünen bir cumhurbaşkanı olamaz diyenler ile Türkiye’nin seçimlere müdahalesini hoş karşılamayanlar, KKTC devlet kurumlarının yok sayılmasını, itibarının zedelenmesini hazmedemeyenler olarak ikiye bölündük.

 

İkinci kısım: Peki bundan sonra ne olacak?

Değişim çok uzun soluklu bir mücadele. Daha iyi bir ülke ve yarınlar yaratmak bugünden yarına gerçekleşmiyor. Tabella için kaleme aldığım bir çok yazı’da değişim üzerine birkaç kelam etmeye çalışmıştım. Birinci tur öncesi kaleme aldığım yazımda şöyle demiştim:

“Konjonktür öyle gösteriyor ki, seçmen son 40 senenin bayat tartışmaları üzerinden hareket ederek kararını verecek. Türkiye’nin desteklediği veya karşı olduğu adaya oy verecek olanlar aynı reaksiyonel ve varlığını korumak isteyen dürtüyle oy verecekler. Ancak bu reaksiyonel dürtü maalesef yarını inşaa eden bir anlayış barındırmıyor. Dolayısıyla, 2025 seçimlerinde de benzer konuları konuşacağız demek çok da abartı sayılmaz.”

 

Bu paragrafın ardından, yarını inşa etmenin ancak hükûmet yani yürütme erkine hâkim olarak mümkün olabileceğini söylemiştim. Oralara hâkim olabilmek için ise, önce sokağa hâkim olmak lazım.

 

Onun birinci şartı ise örgütlenmeyi güçlendirmektir. Yani, ayni tribünlerde vakit geçirmeyi bırakıp yeni insanlarla tanışmak, iletişim kurmaktır. Farklı sosyoekonomik geçmişlerden gelen insanların hikayelerini merak ederek, onları tanıyarak bu memleketi daha iyi anlamaya çalışmaktır. Bugünden itibaren yapmamız gereken en önemli şey, kendimize benzemeyen insanlarla daha çok konuşmak ve memleketin farklı unsurlarını daha iyi tanımak olmalıdır. Bu adımın devamında, bu memleketi vatan bilen kimseyi ötekileştirmemek gerekir. Kimlik siyaseti kimseye kazandırmaz.

 

Bağımsızlık Yolu aktivistlerinden Celal Özkızan, bu konuya dair çok güzel bir değerlendirmede bulundu:

“Kıbrıslı Türk solunun başarısızlıklarının en temel sebeplerinden biri emek ve sosyal politika temelli bir siyaset çizgisi üretmeyi başaramamış olması, ve böylece de çoğunluğu yoksul kent emekçilerinden ve gerek kentte gerek kırda konuşlanmış küçük esnaftan oluşan Türkiye kökenli Kıbrıslı Türkleri sağın kucağına kendi elleriyle itmiş olmasıdır.”

 

Bugünden başlayarak, Kıbrıs Türk solunun tüm söylemlerini gözden geçirmesi ve tüm söylemlerini yeniden kurgulaması gerekmektedir. Bir özeleştiri süreci de derhâl Halkın Partisinde başlatılıp temelleri atılan yenilikçi merkez ya da üçüncü yol diyebileceğimiz siyaset mücadelesi yeniden ayağa kaldırılmalıdır.

 

Kıbrıslı Türkler olarak, başta Türkiye ve Kıbrıslı Rumlar tarafından saygın ve itibar gören bir toplum olmak istiyorsak daha güçlü bir ekonomiye sahip olmalıyız. Çünkü daha aydınlık yarınların bir diğer şartı budur. Nasıl olacak, tanınmayız falan diye düşünmeyin. Doğru kurgular, teknolojinin ve güzel Kıbrıs’ımızın avantajlarından faydalanırsak mutlaka olur. Bunun gerçekleşmesi için bireysel çabalardan başlayarak toplumsal bir momentum inşa etmeliyiz. Bunun için de daha çok girişimciliğe, daha güçlü internet altyapısına, yeni ve sıradışı fikirlerle düşünebilen insanlara ve mevcut insan kaynağımızı daha doğru şekilde kullanacak liderlere ihtiyacımız var. Tüm bunların yanında, yerli üretimi ve küçük esnafı daha çok desteklemeliyiz.

 

Son söz olarak göç etmek bir çare değildir deyip sözü ünlü şair Konsantinos Kavafis’e bırakıyorum.

 

“Yeni bir ülke bulamazsın,

başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.

Aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka  bir şey umma –

Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.

Ömrünü nasıl tükettiysen burada,

bu köşecikte,

öyle tükettin demektir

bütün yeryüzünde de…” – Kavafis

 


 

Fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir